SAMİM AKGÖNÜL

SAMİM AKGÖNÜL

Babacan ihtimali

Seçim yaklaştıkça Türkiye toplumunun geleneksel parsellerinden oy talep etme egzersizleri hızlanıyor. Şöyle düşünüyor herhalde politikacılar: Milliyetçi Türklerin oyu, Kürtlerin oyu. Muhafazakâr Sünnilerin oyu, Alevilerin oyu, laiklerin oyu, Kemalistlerin oyu. Elbette bunlar kesişen kategoriler. Birkaç kategori ekleyebiliriz: Yaşlıların oyu, gençlerin oyu. Kadınların oyu, erkeklerin oyu, kentsel toplumun oyu, kırsal toplumun oyu. Okumuşların oyu, okumamışların oyu. Beyaz yakalıların oyu, bilinçli ve lümpen olmak üzere proleter kesimin oyu. Tarikatların oyu, aşiretlerin oyu, vs. Tabii bunlar da birbirleriyle kesişen kategoriler.

Bu DEV kategorilere teğet geçen özgürlükçü solcuların, batılı kentlilerin oyu nasıl bir ağırlığa sahip bilmek kolay değil. 2010 öncesi olsa, sayıca azlar ama etki alanları geniş diyebilirdik. 2010 sonrasında “aydın” “okumuş” kavramları o kadar ayaklar altına alındı ki artık bu gruba yönelik söylem geliştirmek siyaseten intihar gibi bir şey. Söz konusu grup da kendi inandığı değerlere aykırı söylemler kullanan muhalif politikacıyı hemen affediyor:

“Böyle diyor çünkü başka türlü muhafazakarlardan oy çalamaz. Şunu vadediyor yoksa milliyetçiler oy vermez. Böyle davranıyor çünkü iktidarı taklit ediyor” vs.

Çaresizlik ne fena. Kendi değerlerinden ödün vermek zorundasın. Canım kardeşim, sevgili yoldaşım, sınıf arkadaşım, Ekmek için Ekmeleddin’e oy verdin mi sen? Verdin. Ekmeleddin sana ne vadetti de verdin? Somut olarak sana, seni ilgilendiren ne dedi? Hatırlıyor musun? Bence hayır.

Altılı masa çok zor bir masa dedik zira 6 benzemez bir aradaydı. Aslında o kadar da altı benzemez değilmiş. Bir çok konuda hem fikirlermiş. Fazla reformist görünmeyen, suya sabuna dokunmayan polemikten kaçan, seçime kadar devrilmeyelim diyen politikacılar.

Ama seçime doğru “cesur” (artık bunun cesareti neresindeyse) şeyler söyleyenler de olmuyor değil. Bunlardan biri Ali Babacan.

Ali Babacan’ın handikapı AKP’li bir sağcı olması. (Bu aynı zamanda elbette bir avantaj). “Liberal” midir söylemek zor zira AKP’nin virajlarını 2002-2015 arası o da aldı. Yani “Liberal” denilebilecek 2002-2007 AKP’sinden sonra 2007-2015 geri vites AKP’sinde görev yapmakla kalmadı 2015-2019 arasında aktif görev almasa da anti-demokratik AKP’nin üyesiydi. İstifası daha dün, 2019’da. (Bu arada Ahmet Davutoğlu’nun da AKP’den istifasının 2019 olduğunu belirtelim ki hak geçmesin).

Ancak Ali Babacan’ın son bir haftada diğer liderlerden daha özgürlükçü bir söyleme “cesaret” ettiğini de belirtmek gerek.

1- Anayasa’nın 66. maddesi konusu

3 Ocak 2023’de yaptığı açıklamada şöyle dedi sayın Babacan

"Herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesi böylesine güçlü bir vatandaşlık anlayışının hâkim kılınmasıyla mümkündür. Bu kapsamda, anayasamızın 66'ncı maddesini, çağımızın gereği olarak, kapsayıcı bir anlayışla yeniden ele almayı teklif ediyoruz"

Söz konusu maddenin tam hali şöyle: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk babanın veya Türk annenin çocuğu Türk'tür. Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz. Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.”

Görüleceği üzere bu maddenin ilk cümlesi son derece sorunlu. Ve Babacan’la aynı fikirde değilim.” Kapsayıcı bir anlayışla” yeniden ele alınması gerekmiyor. Hiçbir şekilde cümlenin kendisine ihtiyaç yok zira bu cümle ne Türklüğü tarif ediyor ne de vatandaşlığı. Bu “dir” dur” ekiyle biten bir “emir”. İlk cümlenin tamamen kaldırılması ve ikinci cümleden itibaren etno-nasyonal bir anlamı olan “Türk” kelimesinin yerine “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” teriminin eklenmesi yeterli olacaktır.

(Lütfen bana “Ama Fransa’da Fransız deniyor neden Türkiye’de Türk denmesin” demeyin! Fransızca, Fransız (Français) Fransalı demek. Kaldı ki Fransa anayasasında kullanılan terimler le peuple français (Fransız halkı) ve les nationaux français (Fransız vatandaşlar”. Yani “Fransızlar” değil. Uzun lafın kısası, France (Fransa) = Türkiye ; Français Fransız = Türkiyeli ; Franc (Frenk) = Türk.)

Anayasa’nın 66. Maddesinin devamı ise önemli zira vatandaşlığın nasıl elde edildiğini açıklıyor. Özellikle 21. Yüzyılın başından itibaren Türkiye kitlesel göç alan bir ülke haline geldiğinden tam da burada bir düzenleme şart. Bugünkü haliyle sağlam bir jus sanguinis (kan hakkı), kısmî jus soli (toprak hakkı) ve sembolik jus religio (din hakkı) kokteyli, Almanya-Fransa-İsrail karışımı bir şey. Eğer milyonlarca Suriyeli, Afgan, Afrikalı göçmen asıllıların Türkiye toplumuna entegrasyonu amaçlanıyorsa (ki amaçlanmalı) bu kokteylin jus sanguinis kısmı hafifletilip jus soli kısmı güçlendirilmeli, ve elbette jus religio tarihin derinliklerine gönderilmeli. Önerim şudur:

“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı babanın veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı annenin çocuğu, doğumunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına hak kazanır. Vatandaşlık, vatandaş tarafından talep edilmedikçe kaybedilemez. Yabancı anne ve babadan Türkiye Cumhuriyet topraklarında doğan çocuklar talep ettikleri takdirde, 10 sene boyunca Türkiye Cumhuriyet topraklarında kesintisiz ikamet etmiş olma şartı ile, 18 yaşına geldiklerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kazanabilir. Gerekli şartlar kanunla belirlenir”

2- Anadili konusu

Gene sayın Ali Babacan yaptığı açıklamada şu cümleyi kurdu:

“Herkesin anadili, anasının ak sütü kadar helaldir. Bu topraklarda konuşulan tüm diller, bizim dilimizdir. Biz bütün bu dillere aynı yakınlıktayız. ‘Eşit mesafedeyiz’ demiyorum. ‘Aynı yakınlıktayız’ diyorum. Anayasamızın 42. maddesinin bu doğrultuda değiştirilmesini öneriyoruz. Ortak ve resmi dilimiz Türkçeye ek olarak, eğitim ve öğretimde ‘anadilinin kullanılması ve geliştirilmesi hakkı’nın anayasal güvenceye kavuşturulması gerektiğini ifade ediyoruz.”

Anadil meselesi Türkiye politikasında tam bir deniz yılanı. Kıvrıla kıvrıla, başı sonu belli olmadan bir dalıp bir çıkıyor. Babacan’ı cesareti için tebrik etmek gerek. Ancak, “eğitim ve öğretimde anadilinin kullanılması ve geliştirilmesi hakkı” çok puslu, sisli bir cümle. Ne olduğu pek anlaşılmıyor. “Anadilinin kullanılması ve geliştirilmesi” ne demek?

Anadil konusunda literatürde (Azınlık hakları demiyorum, kafanız karışmasın) 5 seviye var.

  1. Resmi dilde kamu eğitimi, anadili resmi dil olmayanlara masraflarını kendileri karşılamak kaydıyla anadillerini öğretme hakkı.
  2. Resmi dilde kamu eğitimi, kamu eğitiminde resmi dil olmayan dillerin seçmeli ders olarak öğretilmesi hakkı.
  3. Resmi dilde kamu eğitimi, anadili resmi dil olmayanlara masraflarını kendileri karşılamak kaydıyla anadillerinde eğitim hakkı (özel okullar).
  4. Resmi dilde kamu eğitimi, anadili resmi dil olmayanların yoğun olduğu bölgelerde, talebe göre, anadilde kamu eğitimi.
  5. Resmi dillerin çoğaltılması ve zaruri çift dilli kamu eğitimi.

Haydi adını koyalım, Yaşar Kemal’e demişler ki “Kürtlere anadilde eğitim hakkı verilirse ayrılmak isterler”. “Verilmezse istemezler mi?” demiş. Ben olsam, “asıl verilmezse isterler” derdim. Önerim şudur:

Kamu eğitimi Türkçedir. Herkes istediği dilde özel okul açmakta serbesttir. Bu okulların müfredatları Millî Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanır ve onanır. Bütün devlet okullarında, Kürtçe (Kırmancı ve Zazaki?) zorunlu ders olarak bütün öğrencelere sunulur. Anadili Kürtçe olanların yoğun olarak yaşadığı beldelerde (yoğunluk oranı kanunla belirlenir), talep geldiği takdirde (imza oranı?) kamu eğitimi Kürtçe verilir. Türkçe zorunlu ders olarak bütün öğrencelere sunulur.

Olur mu? Gayet de güzel olur. İspanya’dan İsviçre’ye, ABD’den Finlandiya’ya, Fransa’dan Yunanistan’a zilyon tane model var. Modele de gerek yok. Kendi sistemini kendin inşa edersin.

3 - Din Kültürü ve Ahlâk bilgisi dersleri konusu

Karşımızda başka bir deniz yılanı var. Din Kültürü ve Ahlâk bilgisi dersleri. Şöyle diyor sayın Babacan:

“Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini çoğulcu bir içerikte yeniden düzenleyecek, isteyen öğrencinin herhangi bir açıklama yapmak zorunda bırakılmaksızın bu dersten muafiyet hakkını tanıyacağız”.

Çok güzel ama, Cyrano de Bergerac’ın dediği gibi Ah! non! c’est un peu court, jeune homme!

Din vasat bir şekilde öğrenilecek bir kavram değil. “Bütüncül bir Toplumsal Olgu” (Marcel Mauss) yani hayatın her yerine etki eden bir gerçeklik olarak çok iyi öğrenilmeli. Ve din kültürü gerçekten her yerde, mimarîden, geleneklere, edebiyattan, siyasete, tarihten, müziğe, her yerde. Velhasıl kelâm, şahsen din kültürü derslerinin orta öğrenimde zorunlu olmasının elbette taraftarıyım. Din kültürü, içinde yaşadığımız ve yaşamadığımız toplumları anlamlandırmak için kullanılan en önemli anahtarlardan biri.

“Din kültürü” elbette bir “kültür” dersi olarak, ateizmi, agnostizmi, apateizmi, teizmi, panteizmi, ve BÜTÜN dinleri içine alır (monoteist ve politeist, hepsini). Bütün dinlerin, inanç, pratik, algı, somut ve soyut sembol ve gelenekleri zorunlu olarak öğretilmeli kanımca. Böyle ders olsa gerçekten düşmanlıkların azalacağını düşünüyorum. Kybele’nin ne olduğunu bilmeden Kıble anlamlandırılabilir mi?

Dahası, “Din kültürü” ve “ahlâk” tamamen ayrı şeylerdir. Elbette “ahlâk” dersi olabilir (nasıl iyi bir birey olunur?). “Din kültürü” (ama kültürü) dersi de olmalıdır ama ahlâk kavramı ile din kavramını aynı derste işlerseniz, bu belirli bir dine göre ahlâk demektir ki o dine ait olmayanların “ahlaksızlık” kavramı ile algılanmalarına sebep olur.

“Din kültürü” dersinde ibadet, dua öğretilemez, daha doğrusu öğretilir de değişik dinlerde değişik ibadetlerin, duaların anlamları, aralarındaki benzerlik ve zıtlıklar öğretilebilir. İbadet etmek, dua etmek “öğretilemez”. Sünnetin Neolitik çağdan beri (MÖ 7500) var olan bir pratik olduğunu bilmeden ne dindar olunur, ne de ateist…

Ve elbette, söylemeye bile gerek yok “inanç” devlet tarafından aşılanamaz.

Uzun lafın kısası, “Din” son derece ilginç, derin, zengin, merak edilesi ve öğrenilesi bir şeydir. Öğrenmekten korkulmamalıdır. Dünya’yı anlamlandırmaya yardımcı olur. Ancak devlet bir ve tek bir inancı araçsallaştırıyorsa orada muhakkak bir eşitlik, demokrasi ve insan hakları sorunu mevcuttur.

Sayın Ali Babacan, Sezar’ın hakkı Sezar’a, ben ve benim gibi 6-7 kişiye hitap edebilmeyi başardınız. Zor bir iş. Samimi idiyseniz düşüncelerinizi derinleştirip somutlaştırmanızı rica edeceğim. Ama, sadece araya bir kaç özgürlükçü düşünce serpiştirip belki bu “aydın” bozuntularının ikna edebileceği bir oy kitlesi vardır diye düşündeyseniz. Anlarım. Ekmek için Ekmeleddin’e oy vermiş bir kitle var, gene verir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SAMİM AKGÖNÜL Arşivi
SON YAZILAR