Başkasıyla ilişkide ‘yumuşaklık’

Yumuşaklık ilk başta dokunmayla ilgili bir fikri canlandırıyor zihnimizde. Kedinin tüylerine dokunduğumuzda, kadife bir kumaşta elimizi dolaştırdığımızda, bir ahşabın cilasında, bir tablonun fırça hareketinde, yapısı sert bile olsa bir kayanın yüzeyinde hissedebildiğimiz, bize akan hissin adı sanki.

Yumuşaklık mizaç olarak da karşımıza çıkıyor, uysal, ılımlı gibi anlamlarıyla birini tarif ederken, “yumuşak huylu” diyoruz, olumlu bir anlamı çağırıyoruz. Bir kişinin yaralandığı yere yüzümüzü şefkatle döndüğümüzde karşımıza çıkıyor yumuşaklık.

Şeylerle ilişkimizde de duyulur oluyor, bir meyvenin olgunluğunu tarif ederken yumuşamış diyebiliyoruz. Tenimiz, saçımız, bedenimizin herhangi bir parçası bu sıfattan payını alabiliyor.

Anne Dufourmantelle, Kolektif Kitap tarafından, Sinan Oruç ve Samet Yalçın çevirisiyle basılan, “Yumuşaklığın Gücü”nde bu kelimenin peşine düşüyor. Politik, etik, felsefi, dini, edebi pek çok açıdan kelimenin anlamını sorgulamaya çalışıyor. Yumuşaklık en başta bir muamma çünkü açığa çıkması, görünür olması zor. Bana kalırsa bir his daha çok yukarıda bahsettiğimiz örneklerle de düşününce temasla, karşılaşmayla ortaya çıkan, içte bir yere yerleşen ama belki de o an farkında bile olmadığımız, belirsizliğin hükmünün geçerli olduğu bir alanda duruyor.

Yüzeylerde dolaşıyor, kalbi ısıtıyor, başkasına dönük yumuşaklık karşılıklı bir hareket ortaya çıkarırken, paylaşmayı, dayanışmayı çağırabiliyor. Her zaman olumlu olmayabiliyor bu kelimenin çağırdığı anlam çünkü dünya bazen yumuşaklığı mümkünsüz kılarak sert olanın alanına yerleşmeye sebep olabiliyor, mesela insanlığa karşı işlenmiş suçlarda, bağışlamanın bir anlam ifade etmeyeceği zamanlarda aşınıyor. “Tuhaf” olabiliyor yumuşaklık, kitapta bahsedilen Melville’in Katip Bartleby’sinin “yapmamayı tercih edişi” gibi, yumuşaklığın “tuhaf” alanında gerçekleşen, kendi varoluşunla birlikte başkası için de yumuşakça direnmenin, söz söylemenin aracı hâline gelebiliyor.

Yumuşaklığın Potansiyeli

Anne Dufourmantelle, felsefenin “büyük” konularını aşarak yumuşaklığın katmanlarında dolaştığı metninde, bize yaşamda karşılaştığımız ama üzerinde pek de durmadığımız bir konuda düşündürüyor. Ona göre, “günümüzde yumuşaklık bize sulandırılmış bir aşırı duygusallık biçimi altında satılmaktadır. Çağımız onu çocuksulaştırarak inkâr etmektedir. İnceliğin yüksek talepleri de işte böylece, artık onunla savaşarak değil, onu zayıflatarak aşılmak isteniyor.”

Yumuşaklık zayıflatılıyor çünkü onu “aşırı duygusallığın” alanına yerleştirdiğimizde olumsuz bir anlam oluşuyor oysa bu kelimeyle birlikte düşünebileceğimiz hassaslık, özellikle başkasıyla ilişkide karşılıklı bir imkâna, birbirini duymaya, harekete geçmeye neden olabiliyor. Gülten Akın’ın meşhur dizesini biraz bükerek söylersek, “kimselerin durup, ince şeyleri anlamaya vakti olmadığı” bir çağda, mizaç olarak yumuşaklığın alımlanışına baktığımızda, bir tür zayıflık veya saflık olarak tahayyül edildiğine çok sık rastlıyoruz ama metinde görüyoruz ki bu olma hali güce dönüştürüldüğünde değiştirme ve birlikte eyleme potansiyeli açığa çıkarabiliyor.

Örneğin kitapta, “İhtimam Göstermek”le ilişkisinde, yumuşaklığın gücünü görebiliyoruz; “başkasının kırılganlığını kucaklamak, öznelerin kendi kırılganlıklarından kaçamayacaklarının farkına varmaları anlamına gelir. Bu kabul bir kuvvettir; yumuşaklığı, basit bir özenden daha yüksek bir birlikte hissetme mertebesine çıkarır. Duygusunu paylaşmak, ‘birlikte acı çekmek’, ona tamamıyla teslim olmadan onun ne hissettiğini hissedebilmektir. Kendini başkalarına, başkalarının kederine ve acısına açabilmek ve acıyı başka bir yere taşıyarak içinde tutabilme gücüdür.”

Başkasının acısına yumuşaklıkla yaklaştığımızda bir ortaklık gelişir, onun kederini ondan çalmadan duymaktır bu, acıyı çekenin bedeninden kendi bedenine paylaştırmak, duyguyu onunla birlikte taşımak, ona içinde bir yer vermek birbirini güçlendirmektir. Karşımızdakinin acısına gösterdiğimiz ihtimam tam da bu nedenle yumuşaklıkla ilişkilidir çünkü böyle bir ilişki bedenden bedene yumuşakça, özenli bir geçişi içerir.

Yumuşaklık Sorulara Dair Bir Zemin

Ancak mesele burada kalmaz, sonrasında şunları ekliyor düşünür; “fakat, onu harekete geçiren yoğunluk ne olursa olsun yumuşaklık bir ilişki ilkesinden ibaret değildir. Başkalarındaki en müstesna şeye alan açmaktır. Yumuşaklığın dikkati, Patočka’nın ‘ruhun bakımı’ olarak adlandırdığı anlamda, insan varlıkları olarak etrafımızdaki dünyaya, bu dünyayı meydana getiren varlıklara ve hatta ona yönelttiğimiz düşüncelere karşı sorumluluklarımıza işaret ediyorsa, o halde yumuşaklık hayvanlar, mineraller, bitkiler ve yıldızlara olan yakın bağımızın parçasıdır.” Yumuşaklık sadece başkasıyla olan ilişkimizi değil, kendimizle, dünyayla olan sorunsalımızı da içerir.

Buradaki Patočka’cı ‘ruhun bakımı’ fikrinde şu vardır: “ruha ihtimam gösterme, hakikate, kendi olmaya ve sorumluluğa sahip bir yaşam biçimidir. Böylece insan varoluşu ve bir bütünlük olarak dünya, verili fenomenler olarak değil, bir soru olarak ortaya çıkar.” Bu nedenle yumuşaklığın ortaya çıkardığı durum hem kendimize hem başkasına hem de dünyadaki şeylere dair sorumlulukla ilişkilenir, görünenin anlamını aşan, onu kat etmeyi gerektiren, sorular ortaya çıkaran bir zemin yaratmaktır bu.

Koşulsuz Bir Başkalık İlişkisi

Anne Dufourmantelle yumuşaklığı farklı şekillerde düşünüyor, kapsamı olabildiğince geniş tutuyor. Ancak kendi okumamda meselenin beni cezbeden tarafı yumuşaklıktaki başka politikasına yaslanan taraf oldu. Çünkü ona göre: “yumuşaklık başkayla kurulan ilişkiye dair bir anlayıştır ve bu algılayabilme kapasitesinin özünde sevecenlik yatar” ve bu zekâ ile ilişkilenir zekânın bu biçimi, “ilk olarak yaşamı taşıyan, kurtaran ve geliştirendir.” Yumuşaklık zekânın bu biçimiyle birlikte düşünüldüğünde dönüştürücü bir boyutta ele alınabilir. Akılla ilişkisinde ise felsefenin duygulara yaklaşımındaki kuşkuculuk devreye giriyor, duyguların akışkanlığı aklın evrensel sınırlarına, kesinliğine elverişli olmaması, sanırım bunun sebeplerinden. Dufourmantelle bu konuda şuna dikkat çekiyor; “aklın araçlarını yumuşaklığa uygulamasını talep etmek, bir bilgi rejiminin tam da ondan kaçan başka bir bilgi rejimini ihlal etmesini istemektir.” Yani yumuşaklık akılla ilişkilendiğinde bu “bilgi rejimini” ihlal eder bu nedenle “aklın araçları”nı uygulamaktan çok onun kendiliğinden çağrısına kulak veririz bu da her zaman aklın içine yerleşmeyebilir çünkü sabit değildir.

Yumuşaklığın çağrısına kulak verirsek, o: “Zalimliğin, dünyanın adaletsizliğinin hesabını tutar. Varlıklara ve şeylere karşı yumuşak olmak onları kendi yetersizliklerinde anlamak demektir; tehlikeye açık oluşlarında, körpeliklerinde, ahmaklıklarında. Bu tavır acıya, dışlamaya ve zalimliğe katkıda bulunmak istememek olup, duyarlı bir insanlığa yer açmak, kendi zayıflığıyla ya da bizi uğratacağı hayal kırıklığıyla barışık bir başkaya yer açmak demektir. Bu derin anlayış bir hakikati üstlenir.”

Yumuşaklığın yüzünü döndüğü başkası, ondan gelecek riski de sahiplenmeyi gerektirir, aklın kesin yerinde olmayan, iyinin de kesin alanına yerleşmez. Başkayla kurulan ilişkide “hayal kırıklığı”, “zayıflık” gibi alıntıda bahsedilen olumsuzlanabilecek yanlar olabilir ama onları “yetersizliklerinde anlamak” onlara karşı gelişebilecek tehlikeye karşı durmayı, her şeye rağmen onlarla ilgili olan olumlu-olumsuz tüm hakikati sahiplenmeyi getirir. Bu durum yumuşaklığın başkayla ilişkisi açısından önemli görünüyor ve bana kalırsa koşulsuz bir başkalık ilişkisi ortaya çıkarıyor.

“Yumuşaklık Çetin Bir Etiktir”

Günümüzde “yumuşaklık” saldırı altında demiştik. Bunun bir boyutu da New Age kültürü, kişisel gelişim çılgınlığı gibi son zamanların popüler akımlarında açığa çıkıyor. Bu akımlarda şöyle bir bakış var, “kendini geliştirme ve mutluluk arayışı kuramları her türlü olumsuzluğu, bunalımı ve korkuyu temel insan halleri olarak görmeyi reddeden bu büyük ‘iyi yaşam’ pazarına katılırlar ve hem şimdiyi hem de geleceği felce uğratırlar. Bu bölünme özü bakımından ürkütücüdür. Zira yumuşaklığın duyulur ile düşünülür arasında kurduğu bağlantıya saldırır.” Bu bakış açısı, yumuşaklıktaki karşılıklı ilişki biçimine karşı bireyi önceler, yumuşaklık temel insani hallere belli bir hassasiyetle yaklaşır veya başkasını olumlu-olumsuz getirisiyle sahiplenir, şimdinin imkânını geleceğe taşıyan bir potansiyel içerir ama bunun anlamı tokat atana diğer yüzünü dönmek, pasif kalmak, itaat etmek değildir.

Tam tersine otorite karşısında zalimliğe maruz kalana yüzünü yumuşakça bir duyarlılıkla dönmektir, insana ve dünyaya dair olanı reddetmeyi değil sahiplenmeyi getirir. “Bunalım” ve “korku”nun kişisel değil sosyal ve ekonomik olduğu vurgusuna gönderme yapar, mutluluk arayışı bireyden çok başkayla ilişkilenir. “Düşünülür” ve “duyulur” olan başkasının ve ben’in alanına konumlanırken, burada toplumsal içindeki koşullar göz ardı edilmez. En azından Dufourmentalle’in metninde okuduklarımızdan yola çıkarak bu değerlendirmeyi yapabiliriz fikrimce.

“Yumuşaklık çetin bir etiktir; çünkü hakikatle bir anlaşma yapmıştır. İçine hile katılmadığı müddetçe ihanet etmez. Ölüm tehdidi bile onu uzaklaştırmaya yeterli değildir. Yumuşaklık politiktir. Boyun eğmez; uzatmaz, mazeret yaratmaz” diyor Dufourmantelle, bana kalırsa yaşadığımız zamanda ihtiyacımız olan politik bir tahayyülden bahsediyor. Çünkü başkasıyla olan ilişkimizde, travmayı yaşayan bedene bakışımızda, yıkılmışlığını dışarıya belli etmemeye çalışana yaklaşımımızda ortaya çıkması gereken bir olma hali yumuşaklık. Kolay olmadığı durumlar var kesin iyinin ve aklın alanında yer almıyor ama ilişki içinde olduğu kelimelere bakarsak; özen, hassaslık, incelik, şefkat, duyarlılık tüm bunlar, dünyanın varlıklarıyla, insanla veya şeylerle ilişkimizde, oluşturduğumuz sorularda yumuşaklığın hangi anlamlarla iç içe olabileceğini de gösteriyor.

Kaynaklar

Patočka, J., (2021), “Sorusallıkta Yaşamak”, s. 16, (Çev. Ahmet Kaan Ketboğa), Ankara: Fol Kitap.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR