AZMİ KARAVELİ

AZMİ KARAVELİ

Bir kamyon kazasının ardından: Freni boşalan Türkiye

Adaletin rafa kalktığı, kalkınmanın ise sadece inşaata endekslendiği son 20 yılda, söz konusu rant olunca, çevre de iş cinayetleri de birer teferruattan ibaret kaldı. Geçen hafta, Cengiz Holding’e doğa peşkeş çekilmesin, taş ocağı olmasın diye bölge halkının aylardır direndiği İkizdere’de sessiz sedasız bir iş cinayeti yaşandı. Dursun Yılmaz ile Enver Demirci hayatını kaybetti.

Çevrenin rant ve para uğruna talan edilmesi, projelerin bir an önce paraya dönmesi hedefi, görüldüğü gibi başka felaketleri de beraberinde getiriyor. O kadar kimsenin ruhu duymadan gerçekleşti ki bu kaza, yoğun gündemin ortasında, haber üç-beş mecrada ancak yer buldu, sosyal medya pas geçti, sonra da kaynayıp gitti.

Cengiz Holding’den yapılan, o malum kurumsal iletişim şablonlarından oluşan açıklamada “İkizdere Cevizlik Taşocağı girişinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle derin bir üzüntü içindeyiz” ifadelerine yer verildi ve ekleme yapmaktan da geri kalınmadı: “… ailesine ve yakınlarına baş sağlığı diler; her zaman ailenin yanında olacağımızı bildiririz.”

Şirketin sahibinin halkıyla nasıl bir ilişki kurmak istediğini, onların nasıl “yanında” olduğunu biz seneler önce öğrenmiştik, geçelim, konumuz tam olarak bu değil zira.
Aslında o malum 5’li şeyin şantiyelerinde neler yaşandığını da bilen biliyor. Dünyanın “ennn büyük” havalimanı olmasıyla övünülen İstanbul Havalimanı’nda, resmi rakamlarla sadece 2013-2018 yılları arasında 52 işçi hayatını kaybetmişti ve yine o dönemde tek tük gündem olmuştu. Çünkü AKP iktidarı ve onun beşli şeyi, inşaat kavramını adeta bir bağımsızlık muharebesi olarak görüyor.

Asıl olan her ne pahasına olursa olsun o projenin bitmesi, hangi şartlarda bitmiş, kaç iş cinayeti olmuş, (Bundan sonrasını Bakan Nebati tonlamasıyla okuyun lütfen) “hiç önemli değil, geçiniz bunları, hallederiz, iş kazası olduysa üzüntülerimizi bildiririz, tazminatları kolay, gerekirse öderiz, takılmayın bunlara ne güzel havalimanımız var, tadını çıkarın.”

Bir an önce bir inşaatın bitirilip hemen yenisine geçilmesi hedefinin, en şık örneğini geçtiğimiz hafta canlı canlı yaşadık. Muhtemelen mühendislik hesaplamalarıyla yapılan 36 aylık bir inşaat planlamasını, Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüklenici firma patronunu sahneye davet ederek bir saniye içinde 12 aya indirdi. Bunun nasıl bir iş sağlığı ve güvenliği (İSG) riski yaratacağını bilmek için A sınıfı İSG uzmanı olmanıza gerek yok.

Şurası bir gerçek ki, özellikle Türkiye’de yaşanan pek çok iş kazası önlenebilir niteliktedir. Misal, İkizdere’de yaşanan bu tanker faciasının nedeni DHA’nın haberine göre “fren boşalması.”

1980’lerde Beşiktaş Barbaros Bulvarı’nda sık sık freni boşalan kamyon haberlerini yaşı yetenler hatırlayacaktır. Peki nedir arkadaş bu fren boşalması, her zamanki gibi fıtrat mıdır, takdiri ilahi midir? İnternetteki en basit tanımına bakalım: “Deformasyona uğramış ya da herhangi bir darbe nedeniyle hidroliğin, pistonu sıkıştırma kısmına gelmeden önce, delinmiş bir yerden dışarı akması sonucu frenler boşalır.”

Kendi kendine mi deformasyona uğrar bu meretler? İkizdere’deki kazada kamyona düzenli bakım yapılmış mı, kaliteli fren kullanılmış mı, yoksa işin ucuzuna mı kaçılmış gibi soruların yanıtlarını bilemiyoruz. Oysa yeni nesil teknolojilerle dünyada neredeyse tarihe karışmış fren boşalması ya da patlamasının nedenleri son derece açık: Nitelikli fren kullanılmaması, bakım ve ayar eksikliği, aşırı yükleme, zamana karşı yarışıldığı için aşırı hız…

Mevzuatların esnekliği, denetimsizlik, yasaların sürekli ertelenmesi, patronların İSG alanına yatırım yapmak istememesi iş kazalarında bizi Avrupa’nın lideri yaparken, dünyada da ilk sıralardaki yerimizi koruyoruz. Haydi o zaman bunla da övünün, bu da sizin eseriniz çünkü. “Siz de suyunu çıkarttınız ama her şeye de politik yaftası yapıştırıyorsunuz” diyenlere inat, bütün iş kazaları elbette ve kesinlikle politiktir, nokta.

Bir de işin şu boyutu var: Türkiye'deki yabancı şirketlerde, misal maden şirketlerinde neden çok fazla iş kazası olmuyor, neden ölümlü kaza yok denecek kadar az? Bu küresel şirketler insanları çok mu seviyor gerçekten? Elbette alakası yok, mesele hesap işi aslında.

Madenlerde ve büyük endüstri yapılarında 2-3 vardiya usulüyle çalışılır ve üretimsiz geçen her bir saatlik, bir günlük kaybın dolar ya da başka para birimi üzerinden hesaplandığı tabelalar işyerinin muhtelif yerlerine asılır. İnsana "saygı"nın temelinde aslında bu yatar, tamamen “duygusaldır” yani sistem.

Çok uluslu firmalar aynı zamanda dünyanın birçok büyük borsasına da kotedir ve dünyanın herhangi bir yerinde yaşanacak kaza ya da çevresel felaket onlar için üretim, maddi değer ve az önemli olsa da itibar kaybı anlamına geldiği için en ince detayına kadar bu işler hesaplanır. Başka deyişle asıl olan rasyonel bir yönetim anlayışıdır.

Katliam yaşanan Soma madenini yabancılar yönetseydi kaza sonrası madenin kapanacağı daha önceden hesaplanır ve oluşacak büyük maddi kaybın cüzi miktarıyla teknolojik altyapı yenilenir ve iş güvenliğine yatırım yapılırdı. Yine aynı felaket olurdu belki ama çok daha az canımızı kaybederdik. Buradan "bütün madenleri yabancılara verelim, çünkü onlar melek" falan dediğimi sanmazsınız umarım.

Zira tam tersini düşünmekteyim. Üç kuruş devlet payı ve bilmediğimiz ama duyduğumuz malum ilişki mekanizmaları sayesinde 20 yılda binlerce maden ruhsatı verildi bu ülkede, doğal kaynaklar yok edildi. Her alanda yapılan özelleştirmelerle daha da zenginleşen yerli yabancı firmalar, bu tarumar edilme sürecinin baş aktörleri oldu.

İş güvenliğine yatırım yapınca vahşi kapitalizmin vahşiliği değişmiyor. Sadece küresel firmalar dünyada mecburen daha rasyonel hareket etmeye başladılar. Birçok firmanın insan kaynakları müdürlüklerinin dışında; mevzuata uygun hareket etmek adına ve başları derde girmesin diye "işçi hakları" ya da “sosyal uygunluk” gibi adlarla departmanlarının olduğunu herhalde azımız biliyordur.

Büyük firmalar buralarda kaçak işçi çalıştırılmasından İSG kurallarına kadar birçok konuyu kendi bünyelerinde denetliyor ki ilerde sıkıntı çıkmasın. "Sürdürülebilir kalkınma" geyiği bu temel perspektiften hayatımıza girmedi mi? Buzlar eriyince emperyalistlerin çocukları da ölmeyecek mi? Öleceksek hepimiz öleceğiz, patronlar da ölecek. Ama bunu en azından yavaşlatır, “sürdürülebilir” hale getirirlerse, dünyayı yöneten o dev firmalar önümüzdeki yıllarda da daha çok para kazanmaya devam edecek.

Üzerinde belki yüzlerce kitap yazılmış bir alanı bu kadar amiyane hale indirdiğimin elbette farkındayım, ama lütfen kusura bakmasın kimse işin özü budur. Çok uluslu firmalar "çevreye ve iş güvenliğine asılalım, sürdürülebilir kalkınma gibi afilli kavramlar yaratalım" mantığıyla hareket ediyorlar. En azından iş güvenliğine ve çevreye yatırım yapıyorlar, çünkü buralardan gelecek olası kaza ya da çevre felaketinin yaratacağı iş kayıplarını ya da maddi tahribatları yaşamak istemiyorlar.

Biz ise 'vahşi'liği kelimenin tam anlamıyla, gerçek boyutuyla yaşıyoruz. Erdoğan Soma katliamı sonrası boşuna “İngiltere'de 1862 'de yaşanan göçükte 204 kişi ölmüştü.” dememişti. Birçok sektörde iş sağlığı güvenliği hala o yılların standartlarında çünkü. 2022’nin ilk dört aylık verilerine göre, Türkiye’de günde ortalama 6 kişi iş “kazalarında” hayatını kaybediyor, duymuyoruz görmüyoruz bile haberlerini.

Bugün yerli patronlar oyunu hala eski kurallarıyla oynadığı için canlarımız ölüyor. "Her yıl şu kadar büyüdük" diye böbürlenirken dünya kapitalizminin nereye gittiğini dahi okuyamayanların elinde konuştuğumuz şu konulara bakın: Her sektörde taşeronlaşma, köle gibi saatlerce çalıştırma, çocuk işçiler, sudan ucuza çalıştırılan düzensiz göçmen işçiler, iş cinayetleri, sigortasızlar, düşük maaştan gösterilen çalışanlar… Bugün kadife eldiven giymiş, vahşiliğin dozajını göstermelik olarak yarım tık aşağı çekmiş küresel kapitalizmin fersah fersah gerisinde olduğumuz için binlerce insanımızı kaybetmeye devam ediyoruz.

Son olarak şundan daha iyi durumumuzu özetleyen bir bilgi var mıdır? Soma davasında şu an için tutuklu sanık yok. Ancak dava dosyasını takip eden iki avukat Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay bugün tutuklu. İkisine de selam olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
AZMİ KARAVELİ Arşivi
SON YAZILAR