EMEK EREZ
Bugünün yıkıntılarında, gelecek olasılığı
Covid-19 nedeniyle yaşadığımız pandemi süreci dünya için pek çok açıdan dönüm noktasıydı. Bu nedenle bir çok düşünür ve bilim insanı tarafından 2020 dünyanın geleceğine dair öngörülerin uzağında olmadığımızın göstergesi olarak yorumlandı ve bir uyarı olarak tanımlandı. Ancak bu uyarının ne kadar dikkate alındığı tartışılır, dahası gezegenin sorunlarına işaret eden çoğu bilim insanı ve düşünür hâlâ felaket tellalı olmakla da suçlanabiliyor.
Konuya böyle yaklaşanların kimler olduğuna bakmak- genellikle politikacılar, hakikat sonrası tahayyülleri benimseyip bilimin getirilerinden uzaklaşan ve sistem tarafından kullanılan uzmanlar ve kapitalizmin başını tutan patronlar- aslında bunun nedenlerini de düşünmeye neden oluyor. Bizi yokluğa, umutsuzluğa, geleceksizliğe iten failler ile çevrenin sorunlarını yok sayanların aynı sınıftan olması çok şey söylüyor. Böylece, türler arası ortaklığın kime ve neye karşı geliştirilmesi gerektiği ortaya çıkarken, direnişin yönü de belirlenmiş oluyor.
Srećko Horvat, yukarıda bahsettiğimiz meseleler hakkında düşünen ve dünyada başka bir son için umut bulmaya çalışan bir düşünür. Beyaz Baykuş Yayınları tarafından, Oylum Tanrıöver çevirisiyle basılan, “Kıyamet’in Ardından” adlı kitabında da dünyanın küresel kapitalizm kaynaklı sorunlarına dikkat çekiyor ve yapabileceklerimiz hakkında düşünmeye vesile oluyor. Horvat da pek çok düşünür gibi 2020’yi dönüm noktası olarak görüyor çünkü pandemiyi derin bir şekilde yaşadığımız bu yılın en önemli yanı, dünyanın geleceği için kime inanıp inanmayacağımızı, kimlerin hayatının değerli görülüp kimlerin dışarıda bırakıldığını göstermesi oldu.
Bunun yanı sıra Horvat, dünyanın sonundan bahsederken bunun yeni olmadığını başka halkların ve türlerin sonu deneyimlediğini hatırlatıyor. Belki de bu nedenle kıyamet sonrası bir çağda yaşadığımızı düşünüyor. Örneğin, Amerika’nın yerli halkı için dünyanın sonunun çoktan getirildiğini hatırlatıyor Horvat. Bu nedenle dünyanın sonu değil sonları var ama şu an içinde bulunduğumuz durum iklim krizi, nükleer tehdit gibi nedenlerle tüm sonların sonunu getirebilecek bir yan taşıyor.
Horvat kitap boyunca, Günther Anders’in “ahir zaman” dediğine “Kıyamet’in ardından” diyor ve gezegenin tüm türlerini kapsayıcı bir etik tahayyül ediyor.
Uyarıyı fark etmek
Bugün dünyanın geldiği durumun pek iç açıcı olmadığı çok sık tekrar ediliyor. Bu aslında kimseyi endişeli bir yaşama mahkûm etmek anlamına gelmiyor tam tersine hâlâ yapılabilecek bir şey varken, yapılabilir kılmaya çağrı içeriyor. Çünkü sorunların odak noktasında yer alan küresel kapitalizmi sorgulamak, başka türlüsünü düşünmeye yönelik bir yaklaşım benimsemek, dünyada bir gelecek olasılığı için elzem. Horvat bu nedenle Pandemi’yi dünyanın sonrası krizleri ve felaketleri için bir “vahiy” olarak yorumluyor ve şu soruyu soruyor:
“Bu ‘vahiy’ her vahiy gibi, bizi bir seçimle karşı karşıya bırakıyor. Buna kamu sağlık sistemlerini daha fazla yok ederek ve ‘kilit işçileri’ feda ederek, biyosferi yok ederek ve hayvanları katlederek, Siber Evler ve Siber Kamyonlar inşa ederek veya Mars’a kaçışlar ve Yeni Zellanda’da lüks nükleer sığınıklar hayal ederek, Kıyamet sonrası ürünler satın alarak ve modaya uygun yüz maskelerimizin üzerinden ‘gözlerimizle gülümseyerek’ mi karşılık vereceğiz?”
Burada dünya halklarının alacağı tutum önemli ve aslında cevap açıkça hayır ancak sorunun, “Siber Evler ve Siber Kamyonlar inşa ederek veya Mars’a kaçışlar ve Yeni Zellanda’da lüks nükleer sığınıklar hayal ederek” kısmı, zaten yoksul ülke halklarını kapsamıyor. Bu bölüm herhangi bir yok oluş durumunda kaçış planlarını bunun üzerine kuran zenginler için geçerli. Soruda yer alan bu cümleler, dünya için çözüm arayışında olan halklara bir sorumluluk daha yüklüyor, bu planı bozmak, kaynakların zenginlerin hayallerine değil de gezegenin sorunlarına aktarılmasını sağlamak.
Horvat bunun için “ilerleme”nin yani kapitalist zamanın ötesini düşünmeyi, ulus-ötesi adaleti temin etmek için çabalamayı ve nesiller arası dayanışmayı büyütmeyi bir şekilde becerebilmeyi hayal ediyor. Geçmişin ölüleriyle, kaybettiklerimizin belleğiyle gelecekte yaşamı birlikte düşünmek demek bu. Zamanlar arası bağlar kurmak, geçmişin deneyimlerini şimdiyle kaynaştırmak ve gelecekte kendi zamanımızı yaratmak.
‘İmdat frenini çek’
İnsan için dünyada en önemli şeylerden biri de kuşkusuz anlam arayışı. Dünyanın güncel durumunun türümüzün varlık çabasını da etkilediğini söylemek gerekir ayrıca son yıllarda çokça hissettiğimiz geleceksizlik hissinin bir sebebinin de bu olduğu açık. Artık geleceğe sadece bireysel kaygılarımızla değil gezegenin sıkıntılarını da düşünerek bakıyoruz ve kendimizi dışında tutamayacağımız bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü Félix Guattari’nin çok öncesinde işaret ettiği “entegre dünya kapitalizmi, sadece dünyaya müdahale etmekle kalmaz, aynı zamanda bize en kişisel düzeyde nüfuz eder.”
Böylece, özne işe dahil olur, dışarıda kalamaz ve bedeninde yıkımı hisseder bu nedenle Horvat’ın, Guattari’nin düşüncesinden yola çıkarak, işaret ettiği gibi; “ekoloji tanımını sadece çevresel alanı değil, aynı zamanda sosyal ilişkileri ve insan öznelliğini (bir tür “zihinsel ekolojiyi”) de kapsayacak şekilde genişletmemiz gerekir.”
“Kıyamet sonrası melankoli”
Burada, Horvat’ın “kıyamet sonrası melankoli” olarak adlandırılan durum hakkında söylediklerine de değinebiliriz. Bu tarz bir melankolide, “daha önceki diğer sonlara benzemeyen bir son duygusu, mevcut dünya sistemiyle devam edersek kaçınılmaz olan bir son… Her şeyin değiştiği ve kesin olan tek şeyin yok oluş olduğu duygusu” hâkim. Kitapta, özellikle çevre sorunlarıyla yakından ilgilenenlerin bu duyguyu daha ağır yaşadığına işaret ediliyor ama hiçbir şey yapmadan devam edilirse dünyayı saracak hissin bu olacağı epey açık.
Düşünür burada, Freud’un yas ve melankoli bahsini hatırlatıyor, Freud bu metninde meselenin daha çok patolojik yönüyle ilgilenir, onun anlayışında yas kaybın ardından duyulan acıdır ve bir şekilde aşılabilir ancak melankoli kaybedilen nesneden kopamama durumunu imler. Horvat, yas ve melankoli arasındaki bu ikiliğin Walter Benjamin tarafından aşındırıldığını ve onun bu iki durumu birleştirdiğini, meseleye bu açıdan bakılabileceğini düşünüyor: “Benjamin melankoliyi patolojikleştirmek yerine, melankolinin her zaman kendi altını oyma olasılığı içerdiğini göstererek, melankolinin yıkıcı potansiyelini rehabilite etmiştir” diyor.
Böylece, çağımızda belki de kaçınılmaz olan melankoli hissini direnmek için politik bir potansiyel olarak da görebileceğimizi hatırlıyoruz. Ayrıca, melankolinin bu yorumu, metinde Sami Khatib’in cümleleriyle kesiştiriliyor çünkü duyguyu böyle düşünmek: “Hem geçmişte kaçırılan mutluluk fırsatlarının geriye dönük olarak kurtarılması hem de kapitalist modernitenin felaketle yarışan treninin ‘acil durum freninin’ çekilmesi için olası yapısal koşulları sağlar.”
Horvat, Kıyamet’i bir son değil de uyarı olarak görmenin, bu uyarılara hâlâ yanıt verme şansımız olduğunu bilmenin de “kıyamet sonrası melankoli” duygusuyla baş etme açısından işlevsel olabileceğini hatırlatıyor.
Normallleştirme
Pandemi sürecinde “normalleşme”, “yeni normal” gibi kelimelerle çok sık karşılaştık, oysa zaten öncesinde de hiçbir şey normal değildi ancak bu bahis dile yerleştirilerek, hiçbir şey olmamışçasına bir geri dönüş için işlevsel kılındı. Çünkü yaşadığımız çağ aynı zamanda “kıyamet kapitalizmi” veya “felaket kapitalizmi”nin devrede olduğu, her şeyin pazar nesnesi hâline getirilebildiği, infial yaratması beklenen yaşanmışlıkların kısa zamanda “normalleştirildiği”, güncel bilgi akışı içinde kaybolup gittiği bir çağ. Örneğin, Horvat kendi katıldığı bir “Çernobil Turu”ndan bahsediyor. Yazarın bu deneyimi, Kıyamet’i yaşamış bir yerin nasıl turistik hâle getirilip, meta değeri kazandığına dikkat çekerken, kapitalizmin felaket sömürgeciliğini de göstermiş oluyor. Çünkü küresel kapitalizm için her şey doğanın ve insanın acıları alınıp satılır olabilir.
Horvat’ın dikkat çektiği bir şey de felaketler hiyerarşisi. Düşünür bu açıdan, bazı bölgelerdeki felaketlerin daha görünür olup dünyanın merkezine yerleşmesini bazılarının ise nasıl görünmez olduğunu sorguluyor. Örneğin, Notre Dame Katedrali yangını, tüm dünyanın ortak acısı olarak yansıtılırken, Avrupa dışındaki bir yerde gerçekleşen herhangi bir felaketin gündem bile olamaması neden sorusunu soruyor.
Yazar, felaketler konusunda da ayrımcı bir politika güdüldüğünü buna karşı direnmenin de gezegenin sorunlarıyla mücadele etmek anlamına geldiğinin altını çiziyor. Çünkü dünyada meydana gelen ve uyarı olarak almamız gereken “Kıyametler” birbiriyle çarpışıyor, kesişim yaratıyor bu nedenle küresel çapta, dışlayan değil içeren bir bakışla dünyanın sonrasını düşünmek zaruri.
Srećko Horvat, “Kıyamet’in Ardından” kitabında bir kere daha dünyada aynı devam edemeyeceğimizi hatırlatırken, “dünyada başka bir son hâlâ mümkün” çağrısını yineliyor. Bu çağrıya kulak verip vermemek bizim elimizde, tüm bu bahsedilen sorunlar yokmuş gibi mi davranacağız, elimizi taşın altına mı koyacağız önemli olan bu çünkü kitabın şu cümlelerinde söylendiği gibi alternatif basit: “Kitlesel yok oluş ya da Kıyamet’in ardından dünyanın radikal bir yeniden icadı.”