Büyük davul çalınınca

2000’li yılların başıydı. Eski bir arkadaşım beni arayıp bir ricada bulundu.

1915 doğumlu efsane sosyalist Mihri Belli’yi bir konferansa davet etmişlerdi. O ve eşi Sevim Hanım’ı Erenköy’deki evlerinden alıp arabamla Beyoğlu’na getirmem gerekiyordu. Mihri Bey 90’lı yaşlarındaydı ama hem zihnen hem de bedenen inanılmaz dinçti.

Sohbet muhabbet arasında kardeşlerimin ve annemin İsveç’te yaşadığından bahsettim.

Kendisi de 12 Eylül’den sonra 10 yıl kadar İsveç’te mülteci hayatı yaşamıştı.

Konferans bitmiş Beyoğlu'nun meşhur Kumbaracı Yokuşu’ndan İstiklal Caddesi’ne doğru çıkarken tüm yaşına rağmen dimdik yürüyordu. Bu sırada İsveç ile ilgili bir anısından bahsetmişti.

İsveç’te sığınmacılık üzerine katıldığı bir konferansta “Türkiye’den gelen aşırı göçten” yakınan bir İsveçliye bizde Demirbaş Şarl olarak bilinen İsveç Kralı XII. Charles'ın, 1709 yılında Poltava'da Ruslara yenilmesi neticesinde Osmanlı’ya sığındığını söyleyip, “Biz sizin kralınızı vermemek için Rusya ile savaşacaktık siz 5-10 bin Kürde, Süryaniye ve solcuya mı ev sahipliği yapamayacaksınız? Hem Kralınız giderken Osmanlı’ya 2000 akçe borç taktı onu bile daha alamadık” dediğini gülerek anlattı.

Anılar, rivayetler menkıbeler bir yana İsveç’in özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ülkelerinden kaçmak zorunda kalan muhalifler ve mülteciler için müthiş destekler sunduğunu, onlara fikirlerini yaşatmak için yaşam alanları yarattığı gerçeği inkar edilemez.

1970’lerde Albaylar Cuntasından kaçan Yunanlı Devrimciler, Türkiyeli sosyalistler, Süryaniler, Kürtler, Maraşlı Aleviler, Bosnalı Müslümanlar, Somalililer ve hatta Pinochet faşizminden kaçan Şilili devrimciler için bile İsveç hep bir sığınak oldu. Sert havasına karşın mutedil siyasi iklimi her zaman dünya sosyal demokratları için aşağı yukarı vaat edilmiş toprakları temsil ediyordu. Dönem dönem sağ iktidarlar iktidara gelse de ülkenin siyasi belkemiği genelde sosyal demokrasi üzerindeydi.

Bizdeki siyasi vaziyetin tam olarak ters yüz edilmiş hali desek yeridir.

İsveç kendi sakin dertleriyle meşgulken tartışma programlarında kedi köpek obezitesi, kuzeyde yaşayan yerli halk Samilerin geyik avlama kotaları, elektrikli araba şarj istasyonlarının yaygınlığı, cinsiyetsiz kreş, vegan hakları, mültecilerin entegrasyonu gibi gayet 1. Dünya sorunları tartışılıyordu.

Putin 24 Şubat 2022 ‘e Ukrayna Savaşı’nı başlattığında tüm bu tartışmalar ve hatta iklim aktivisti Greta Thunberg bile unutuldu. Malum tek mermi atılan bir ortamda hiçbir ses ve fikir duyulmaz. Her insan, her toplum ve her ülke kendi bilinçaltı korkularına döner.

Bu ortamda Eylül ayında yapılan seçimlerde eski Neo-Naziler iktidarı belirleyecek kadar güçlendi. Aşırı sağ ikinci parti oldu. Sosyal demokratlar iktidarı kaybetti. Sosyal demokratlar 2014'ten beri İsveç'i yönetiyordu ve 1930'lardan beri ülke siyasetine hükmediyordu. Sonuç olarak Ilımlı Muhafazakar Parti öncülüğünde Liberal Parti ve Hristiyan Demokrat Parti ile üçlü koalisyon hükümeti parlamentoda güvenoyu aldı.

Aşırı sağcı İsveç Demokratlar Partisi (SD) de hükümete dışarıdan destek verdiğini açıkladı. Tipik sosyoloji yine çalışmış “güvenlik kaygısı” sağ iktidarı ruhen sosyal demokrat ülkede iktidara getirmişti.

Tarihsel olarak daima Rusya işgalinden korkan, 2. Dünya Savaşı’nda Hitler’le savaşmamak için komşusu ve kader ortağı Norveç’i bile yolda bıraklan ve kuşaklar boyu o kaygıyla büyüyen İsveç halkının önceliği artık güvenlik etrafında şekilleniyordu.

Bugüne kadar dini ve milli duygularını hiçbir zaman uçlarda yaşamamış olan İsveç halkı ve siyaseti için “düşünce özgürlüğü” tartışmasız en önemli değerlerden biriydi. Abartılı bir örnek vermek gerekirse muhtemelen aşırı milliyetçi biri olmadığı sürece ortalama bir İsveçlinin gözünün önünde İsveç bayrağı veya İncil yaksanız muhtemelen tepkileri en fazla “Yaptığınız şey ne saçma.” şeklinde olacaktır.

Fakat bu ve benzeri cool tavırların hepsini Ukrayna Savaşı öncesi için düşünebiliriz. Bugün artık hem toplum, hem siyaset, hem de medya için tüm dil ve düşünüş tarzı hızla değişiyor.

Kendi “kutsalları” konusunda bizleri aşan bir “hoşgörü” çerçevesinde dünyaya bakan İsveçliler, Rusya-NATO üyeliği ve Ukrayna Savaşı yüzünden hızlı bir dönüşüm yaşıyor. Kuran’ın yakılması artık çoğunluk için “Ama kutsala da dokunulmaz.” çerçevesinde algılanıyor çünkü NATO üyeliğini toplumun büyük bir kesimi riske atmak istemiyor. Türkiye’nin bu konudaki kilit rolü biliniyor.

İsveçliler için en gurur duydukları haslet muhtemelen son yıllara kadar demokrasi ve ifade özgürlüğüydü. Tahammülü en güç ve rahatsız edici düşünceler bile bu çerçevede yıllar boyu İsveç’te sesini duyurma şansı buldu. Fakat bugün Rus yanlısı bir ifadede bulunmak bir yana empatik bir söz dahi hoş karşılanmaz durumda. Bizdeki gibi sabah kapınıza polis dayanıp atamanız Silivri’ye çıkmaz ama kuvvetle muhtemel ”sessizce” dışlanır veya medeni ölü ilan edilirsiniz.

İsveç’ten yaptığım birkaç fikir alışverişinden edindiğim izlenime göre İsveç’in genel ruh halini ve fotoğrafını şöyle özetleyebiliriz; Garip ama gerçek şu ki Kuran yakılma hadisesini ifade özgürlüğü üzerinden savunanlar aşırı sağ partiler. Merkez sağ partiler NATO meselesi yüzünden bu konuya çok tepkili fakat ”Siz ifade özgürlüğünden vaz mı geçtiniz?” eleştirisine maruz kalmamak için Kuran yakan aşırı sağcı ve eski Today Rusya çalışanı Rasmus Paludan’ı kitlelere linç ettirerek olaydan sıyrılmaya çalışıyorlar. Her gün bu kişiyle ilgili yeni iddialar basına yansıyor. En son iddia genç bir erkeği telefonla cinsel olarak 25 kez taciz etmesi. Bu arada Kuran’ı yakan profil de gerçekten çok karışık bir karakter. Anne tarafından Yahudi, babası İsveç çingenelerinden olmasına rağmen kendisi Nazi Partisi üyesi Danimarkalı. Rusya yanlısı ve bu eylem için Rus bir gazeteciden para aldığı biliniyor.

Sol ve sosyalist partiler ise tabanlarında önemli ölçüde bulunan göçmen sayısı ile uyumlu olarak İslamafobi vb argümanlarla bu olaya şiddetle karşılar.

Buradan baktığımızda Rusya’nın İsveç’i işgali kulağa çok fantastik gelebilir ama ortak toplumsal hafıza İsveçliler için öyle çalışmıyor. 500 yıllık bir Rus işgali korkusu var hafızalarında. Basın biraz ortalığı velveleye vererek evde konserve bulundurun, ekstra battaniye alın, yedek gaz ocağınız olsun içeriğinde programlar yapıyor. Toplum zihinsel olarak bir dönüşüm geçiriyor.

Aslında asıl işaret fişeği bundan 8 ay önce atıldı. NATO üyeliği fazla dillendirilmiyordu. İsveç’in sosyal demokrat eğilimli en büyük gazetesi Aftonbladet’in Genel Yayın Yönetmeni Anders Lindberg’in gazete olarak editöryel tavır değiştirdiklerine dair yazısı çıktı. İsveçlilerin deyimiyle “Büyük davul çalınmıştı” (Att slå på den stora trumman). Ondan sonra diğer sesler duyulmaz oldu.

Yazının başlığı “Putin'in savaşı NATO'ya katılmamız gerektiğini gösteriyor.” şeklindeydi. Teşbihte hata olmaz Anders Lindberg’i 90’larda manşetleriyle hükümet kurup hükümet düşüren kudretli zamanlarındaki Ertuğrul Özkök’e benzetebiliriz. Yazı genel olarak Soğuk Savaş Dönemi’nde yaşanan Rusya tehdidinden, Hitler için baştan tedbir almayan Batı eleştirisinden ve Finlandiya’nın NATO üyesi olmak için başvuru yapacağından bahsediyor ve üyeliğin elzem olduğu fikriyle bitiyordu.

Her devlet gibi İsveç’in de bir müesses nizamı son noktayı koymuştu.

Bu yazıdan sonra zaten NATO’ya soğuk bakmayan merkez sağdan sonra sosyal demokratlar arasında da hızlı bir fikir değişimi yaşandı. Bugün artık İsveç’te NATO karşıtlığı marjinal olmasa da siyasette geçer akçe değil.

Yazıyı bitirirken aklıma 1957'de Rockefeller Vakfı bursu ile ABD'ye giden Ecevit’in, İsveç’in karanlık bir suikaste kurban giden efsane sosyal demokrat lideri Olof Palme ile Harvard Üniversitesi’nde o zamanlar rektör olan ABD müesses nizamının vücut bulmuş hali ve sonraki Dışişleri Bakanı Henry A. Kissinger’dan anti-kominizim dersleri alması geldi. Bazı siyasi dönüşümlerin bir anda olmadığını anlamak için çarpıcı bir hikâye olduğunu düşünüyorum.

Kimin aklına gelir NATO’nun fikir babalarından Kissinger’in Ecevit ve Palme’ye ders verdiği. Sonuçta devletler de insanlar gibi bilinçaltları olan organizmalar. Onları da idealleri kadar korkuları ve geçmişleri yönetir. Bugünün moda deyimle İsveç için bir “AİLE DİZİMİ” yapılsa muhtemelen altından Rusya ile ilgili tonlarca ürkütücü hikâye çıkar.

Onun için Kuran-ı Kerim yaktıran zihniyetle Erdoğan’ın maketinin ayağından asılmasına kadar bir çok olayı tesadüf sayamıyorum. Bunlar İsveç’in NATO ile olan ilişkisine kendi çıkarlarına göre yön vermek isteyen büyük oyun kurucuların derin koridorlarında tasarlanıyor diye düşünsek fazla mı komplo teorisi yapmış oluruz?

Ez cümle ; Muhtemelen Türkiye’deki seçimlerden hemen sonra İsveç NATO’ya üye olacak.

Erdoğan seçim sürecinde bu konuları sonuna kadar sömürecek. Kaybeden kim mi olacak? Bu süreçte değersizleştirilen düşünce özgürlüğü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
MEHMET DEPREM Arşivi
SON YAZILAR