'Büyüknohutçu Davası': Sedir, çam ve katran ormanları için

Doğayı savunmanın, yaşamın devamı için mücadele etmek anlamına geldiği bir çağda yaşıyoruz. Kapitalist sistemin getirisi olarak ortaya çıkan iklim kaynaklı felaketlerin, dünyanın gündeminden düşmediği ancak çözümü yokmuş gibi davranıldığı bir dönemdeyiz aynı zamanda. Devletler, yaşam yerine şirketlerin tarafında yer alıyor, hatta pek çok düşünür şirketler tarafından devletlerin ele geçirildiğini düşünüyor. Böyle bir ortamda, doğa ve yaşam savunucuları zor şartlarda dünyanın, doğası, suyu, toprağı, insan dışındaki türleri için direniyorlar.

Dünyanın varlığının şirketler için sadece kâr anlamına geldiği aşikâr; bu da çevre siyaseti yürütenler açısından çok zorlu süreçler getirebiliyor, ki coğrafyamızda da neredeyse her gün doğa savunucularının polis şiddetiyle karşı karşıya kaldıklarına tanık oluyoruz. Devlet güvenlik aygıtlarını şirketlerin kâr hırsı için seferber etmiş durumda da diyebiliriz. En azından Türkiye kapitalizmi deneyimi bunu açıkça gösteriyor.

Sadece polis şiddetiyle de sınırlı değil bu, küçük bir tarama yaptığınızda görüyorsunuz ki dünyada doğa savunucularının yaşamı yıllardır tehdit altında. Mesela, Nature dergisinde ‘Şiddetin tedarik zinciri’ başlığıyla yayınlanan makale, son yıllarda artan çevre cinayetlerine dikkat çekiyor. Makalede yer verilen bilgiler hem kendi yaşamını hem de doğanın yaşamını savunanların yaşadığı zorluklara ve cinayetle sonuçlanan direnişlere odaklanırken, şirket-devlet işbirliğiyle çalınan yaşamları dünyanın belleğine ekliyor. Makale, çevre hukuku üzerine akademik çalışmalar yapan Mary Menton; biyolog Nathalie Butt, çevre muhabiri Frances Lambrick ve çevreci örgütler üzerine araştırmalar yapan akademisyen Anna Renwick tarafından yazılmış.

Metinde şuna dikkat çekiliyor: “Çevre cinayetlerinin kurbanları daha çok tarım arazilerini korumaya çalışan çiftçiler, endüstriyel amaçlar için topraklarından zorla tahliye edilirken direnenler, geleneksel tarım toplulukları ve yerli halklar. Ancak öldürülenler arasında çevre haklarını savunan sivil toplum örgütü gönüllüleri, aktivistler, avukatlar ve gazeteciler de var.”1

Kısacası, nedenler farklı olsa da sonuç cinayet ve yaşamı savunurken, yaşamsız kalmak.

'BÜYÜKNOHUTÇU CİNAYETİ DAVASI'

Türkiye’de bu bağlamda değerlendirilebilecek cinayetlerden biri, Finike’deki taş ocakları nedeniyle doğanın yok edilmesine karşı çıkan ve direnen Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu çiftinin hikâyesi. Büyüknohutçu çifti, beş yıl önce evlerinde katledildi, aradan geçen zamana rağmen dava hala aydınlatılmadı.

SLOT Media tarafından hazırlanan, “Büyüknohutçu Cinayeti Davası” adlı belgesel de Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu’nun yaşamlarının neden çalınmış olabileceğini, cinayetin öncesi ve sonrasını, dava sürecini, tanıklık anlatılarına başvurarak anlatıyor.

'NE YAPACAKLAR Kİ'

Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu huzuru bulmak için taşındıkları yerde, belgeselde de bahsedildiği gibi, “daha büyük bir şeyle uğraşmak zorunda” kalıyor. Hem kendi yaşam alanlarını hem de doğanın yaşamını savunmak için bölgede yayılan ve ormanları çıplak tepelere dönüştüren şirketlere karşı bir direniş başlatıp, konuyu gündeme getirmek için çabalıyorlar.

Ali Büyüknohutçu belgeselde, “Bir şey olacağını sanmıyorum, yok. Ne yapacaklar ki” diyor ve konuyu ne kadar gündeme getirir ve görünür olursa o kadar güvende olacağını düşünüyor. Haklı olarak verdiği mücadelenin ölüm getirebileceğine inanmıyor.
Zira ona göre bu, anayasanın kendisine verdiği bir hak, verdiği hukuk mücadelesinin zeminini de buradan oluşturuyor, belgeselde şunu hatırlatıyor; “Anayasa’nın 56. Maddesi, çevreyi korumak her Türkiye vatandaşının görevidir.”

Buradan yola çıkıyor Büyüknohutçu, şiddete, hakarete yer olmayan mücadelesinde, hayatını sürdürdüğü bölgede, yaşam alanlarının yok edildiğine dair kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.

Ancak tehditler alıyor, tanık anlatılarında savcılığa gitmesi gerektiğini söylediği ifade ediliyor ki evine yakın yerde çıkan yangının kundaklama olduğunu düşünerek, Gazeteci Mehmet Çınar’ı arıyor. Bu olay sonrası savcılığa da gittiği ifade ediliyor çünkü yangın yerinde yapılan inceleme, “ateş yakmak için bir düzenek oluşturulduğunu, odunların üst üste konduğunu” gösteriyor. Belgeselde, bu konuda görüntülere de yer verildiğini hatırlatalım.

DAVALAR SONUÇ VERİYOR

Şirketlere, “işletmenin durdurulması ve tekrar ağaçlandırılması dolaysıyla on üç taş ocağının kapatılması” için dava açılıyor ve sonuç alınmaya başlıyor. Çiftin kızı olan Emine Büyüknohutçu, babasının elinde oradaki mermer ocaklarını kapattıracak bir güç olduğundan söz ederken, dava sonuçlarının “emsal karar” niteliği taşıyabileceğine de belgeselde yer veriliyor.

“Çevreyi korumaya devam edeceğiz. Biz sedir ormanlarını, çam ormanlarını, katran ormanlarını korumaya devam edeceğiz” diyor Ali Büyüknohutçu, bu kararlılık belki de rahatsız ediyor birilerini, Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu 9 Mayıs 2017’de huzuru bulmak için taşındıkları evlerinde katlediliyorlar.

HUKUKİ SÜREÇ

Sonrasında tahmin edileceği gibi zorlu bir hukuki süreç başlıyor. Adalet talebinin hep havada bir yerde asılı kaldığı bu topraklarda, cinayet faili olarak tutuklanan Ali Yamuç’un, Alanya L Tipi cezaevinde intihar etmesinin ardından dosya kapatılıyor ve soruşturmaya gerek olmadığı yönünde kanaat bildiriliyor. Ali Yamuç’un intiharından önce annesine mahkemede her şeyi açıklayacağını söylemesi belgeselin dikkat çekici ayrıntılarından.

Dosya, ailenin Finike Cumhuriyet Savcılığı'nın azmettiriciler yönünden 'kovuşturmaya yer olmadığı' kararına itirazı üzerine Elmalı Sulh Ceza Mahkemesine taşınıyor ancak mahkemenin, itirazı reddetmesiyle dosya tamamen kapanıyor. Ancak Anayasa Mahkemesi'ne taşınarak hukuk mücadelesi sürdürülmeye çalışılıyor.

DOĞA İÇİN HAREKETE GEÇİNCE

Global Witness, Temmuz 2020’de bir rapor yayınlıyor buna göre, sadece 2019’da 212 toprak ve doğa savunucusu katledilmiş.2 Ve sayının o günden bugüne arttığı aşikâr. Hem dünyanın hem de toprağın, ağacın, ormanın, kurdun, kuşun tehdit altında olduğunu düşünen doğa savunucuları harekete geçtiklerinde, şirket ortaklı devlet ve bürokratlar tarafından hedef hâline getiriliyor.

Kapitalizm, yaşam alanlarını, toprağı, suyu “çitleyerek” başka bir sömürgecilik biçimi işletiyor. “Çitleme” doğa varlıklarının ticarileşmesine, orada yaşayan insan-insan dışı tüm canlıların yerinden edilmesine ve evrenin şirketlerin denetimine verilmesine yol açan tarihsel bir süreç olarak bugünde de kendine yer buluyor.

Açıkçası, Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu cinayetini tüm bunlardan bağımsız ele almak sorunlu olur. En azından, “Büyüknohutçu Davası” belgeselinde yer verilen tanıklık ifadelerine, hukuki sürecin nasıl işletildiğine ve Ali ve Aysin Büyüknohutçu’nun tehdit edilerek, tedirgin bir şekilde sürdürdükleri yaşamlarının çalınmasına dair anlatılanlar buna işaret ediyor.

Emine Büyüknohutçu ailesinin katledildiği yere dönmeyi, “yaranın kabuğunu kaldırmak” olarak ifade ediyor. O kabuğun içinde birikenin tamiri ancak adaletle mümkün olur. Bu nedenle “Büyüknohutçu Davası” belgeseli bir yandan bu coğrafyanın doğasına sahip çıkan insanların İkizdere’den, Kaz Dağları’na, Munzur’a ve daha birçok yere kadar neyle karşı karşıya kaldıklarını gösteriyor, diğer yandan davanın adalet talebini gündemde tutmanın önemine de işaret ediyor.


1 - https://fikirturu.com/cevre/dunyada-cevreci-cinayetleri-artiyor/

2- https://gezegen24.com/doga-savunuculari-dunyada-cinayetler/

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR