EMEK EREZ
Geceyle felsefe veya ‘gececil deneyim’ yokluğu
Gece, hakkında düşünüldüğünde farklı yorumlara gebedir. Gece başta kesinliği aşındırır çünkü görme duyusu karanlıkta tam olarak işlevini yerine getiremez, böylece şeyler göründükleri anlamları aşarak başka çağrışımlara açık hâle gelir. Başka türlü görmenin getirdiği sürpriz diğer duygu organlarını devreye sokar ve gece bir çeşit çoklu duyumsama ve hissetme alanı yaratır.
Gece, gündüzün tersine olumsuzluğu çağrıştırabilir. Mesela günün aydınlanması iyi şeyleri simgeler, başlangıç olarak kabul edilir bu nedenle günün karşılanmasına umut çağrışımlı anlamlar yüklenir ama gece karanlıktır, onu ancak deneyimlemeye açık olan olumlar.
Gece görünmek istemeyenin de zamanıdır, gün ışığında açığa çıkabilecek olan için gizem alanı yaratır. “Suçun” zamanıdır gece, günaha açıklık bu zamanda bedeni daha çok sarar. Ayrıca gece daha az gözetlendiğimiz bir gün parçasıdır bu nedenle gündüze göre daha az yasayla karşılaşırız çünkü yaptıklarımızı kaydedecek şahit azdır.
Aydınlanma felsefesiyle de çelişen yanları vardır gecenin çünkü kesinleştiremediğimiz şeylerin ve anların mekânıdır. Apaçıklığa değil belirsizliğe gönderme yapar, aydınlanmanın bilme ediminin yaslandığı mutlaklığı onda bulamayız, gecede büyü devam eder, akıl sınırlarını aşar. Sayıların kıymeti yoktur gecede, örneğin, yıldızları görmek, sayısını bilmek anlamına gelmez.
Gecede Felsefe
Michaël Fœssel’in Otonom Yayıncılık tarafından, Alâra Kuset çevirisiyle basılan kitabı, “Gece ‘Tanıksız Yaşam’” gece hakkında felsefi bir tartışma yürütürken bizi sinema, edebiyat ve felsefe metinleri arasında dolaştırıyor. Metin, geceye yüklenen anlamlar hakkında bir kazı yapıyor ve felsefi bir düşünme izleği oluşturuyor. Genelin algısındaki olumsuz çağrışımın nedenlerini gösterirken geceyi olumlayan bir fikirsel zemin de kuruyor. Kitap, gece eşitlik getirir mi, demokratik midir, romantikler geceyi nasıl algıladı, modern geceye nasıl baktı, mahkum için, polis için, insomniyak için, gece kuşu için, ayyaş için ve istisna hâlinde gecenin anlamı nedir gibi çok fazla soruyla cebelleşirken, size de bu soruları düşündüren bir okuma deneyimi sunuyor. Ayrıca eklemek gerekir ki Fœssel gece hakkındaki düşüncelerini ikilikler üzerinden tartışan, aralarındaki karşıtlığı daha da belirginleştiren bir yöntem izlemiyor, birinin diğerini içerebildiği, ikiliğin belirsizleştiği yanları da göstermeye çabalıyor.
Gecenin Temsili
Geceye yüklenen anlamları belirleyen şeyin onun temsil edilme biçimiyle ilişkili olduğu söylenebilir. Fœssel’in ifadesiyle, “geceye engel olan gecenin temsiliyetidir. Özne başka bir manzara arzulasa da gözünde yalnızlık içinde kat etmesi gerektiği bir karanlık canlanır. Sonuç olarak geceyi reddeder.” Gecenin karanlıkla ilişkisi ve bunun getirdiği ne olacağını kestirememe durumu kişinin geceye katılmasını zorlaştırabilir sadece bu da değil sabah işe gitme zorunluluğu, erken yatmanın bir kural olarak çocukluktan itibaren zihne yerleşen olumlu çağrışımı gibi nedenler de geceyi deneyimlemenin önünde engel olabilir. Ayrıca, gecenin algılanışı döneme ve duruma göre değişiklik gösterir. Çünkü düşünürün işaret ettiği gibi, “koşullara ve çağlara göre geceyi tehditkâr varlıklarla dolu olarak veya tam tersine herhangi bir mevcudiyetten yoksun bir boşluk olarak hayal ederiz.”
Modernin Gecesi
Özellikle modern bilme kavrayışımızın gecenin temsil biçiminde önemli bir yeri olduğu söylenebilir. Gece karanlıkla ilişkilendiğinde kesin bir bilme biçiminin önünü kapatır. Bu açıdan, kitapta, Restif de la Bretonne tarafından 1767 ile 1787 yılları arasında yazılmış, “Paris Geceleri” ( Les nuits de Paris) modern düşüncenin gece algısı hakkında epey fikir veriyor.
Restif bu kitapta geceyi düzenlenecek, aşırılıklarından arındırılacak, adalet temin edilecek, suçludan ve suçtan kurtarılacak bir zaman dilimi olarak yorumluyor. Metinde ifade edildiği gibi, “Restif için söz konusu olan, geceyi onun gündüz düzeninin dışında kalan kirlilikleri etkisiz hale getirerek yeniden düzenlemektir.” Onun amacı gecenin ehlileştirilmesidir ve anlatım özellikleri yazarın da bahsettiği gibi XVIII. yüzyıldan itibaren süren, geceyi denetim altına alma sürecinin bir parçasıdır. Onun çabası zamanımızın gece bekçilerinin işlevini yerine getirmek olarak da yorumlanabilir. Geceyi karanlığın getirdiği bilinmezlikten kurtarma, “aydınlatma” modern bilme sürecinin bir getirisidir ve onun şimdide zihnimizdeki anlamını belirleyici bir yerde durur. Ki gecenin büyüsünün bozulması teknolojinin gelişmesi, aydınlatma sistemlerinin devreye sokulmasıyla da yakında ilişkilidir.
Fœssel’in “Gece ‘Tanıksız Yaşam’” kitabı meseleyi farklı biçimlerde tartışıyor, kendi kendini yadsıyan ve belirli bir dönemden bahsedilse bile kesinliğe yaslanmayan bir bakış açısıyla karşılaşıyoruz. Ancak burada gece hakkındaki tahayyülün ana hatlarına değinmeye ve kitapta bahsedilen belli dönemler üzerinden konuyu düşünmeye çalışacağım.
Kapitalizmde Gece
Kitabın “Beyaz Işığın Eleştirisi” bölümünde yapay aydınlatmalar ve gece konusu birlikte düşünülüyor. Fœssel aşırı yapay aydınlatmanın özellikle hayatta kalabilmek için gündüz ve gece değişimini algılamaya ihtiyaç duyan ekosistemleri yok etmesine dikkat çekiyor ve ekliyor; “bu örneğe göre yıldızlı gökyüzünü silmek sadece estetik bir kayıp değildir.” Gece zamanın bir parçasıdır evrenin kendi düzeni içinde bir yere sahiptir, insanlar için romantik bir anlamı imleyen “yıldızlı gökyüzünün” yokluğu başka türler için yaşamın sonu anlamına gelebilir.
Çağdaş kapitalizmin 7/24 dayatmasının da geceyi sildiği Jonathan Crary tarafından tartışılmıştı ki Fœssel de bu eleştiri üzerinden beyaz ışık tarafından çalınan gecenin kapitalist düşüncedeki yerini inceliyor. “Gecenin sömürülmesi olağan dışı bir şekilde insanın sömürülmesine benzer: Her iki durumda da kâr yasası, güneşin görünür hareketinin dayattığı sınırları mümkün olduğunca zorlar.”
Kapitalizmin beyaz ışığı günün tüm saatlerini iş zamanı olarak tahayyül edebileceğimiz şekilde değiştirdi, gecenin beyaz ışıkla aydınlatılan karanlığı sadece tüketmeye yönlendirmesi açısından değil, insan bedeninin tüm zamanını çalışma odaklı olarak kurmasıyla da geceyi bedenden çaldı. Böylece “gececil deneyim” kaçınılan veya arzulanan değil, bitmesi beklenen bir iş zamanı olarak da düşünülür hâle geldi çünkü “emeğin zamanı ile hayatın zamanı eğilim olarak birbiriyle örtüştüğünden yapay ışıklar sayesinde kapitalizm gece ile gündüz arasındaki farka yabancılaşan bir alan yaratmış olur. Bu sayede, dışarının karanlık olduğu algısı artık hareketi azaltmanın bir zorunluluğunu göstermez. Bedenleri emek gücüne indirgemenin en iyi yolu gün batımını olay olarak kavratmamaktır.”
Kitabın bu cümlelerinde işaret edilen insanın gün batımından, geceden yoksun bırakılması, bedenlerin devamlı çalışan buzdolapları gibi, her saati iş saati olarak algılamasının sağlanması olarak yorumlanabilir. Beyaz ışıkla yapılan sadece bu da değil, “güvenlik devletinin ve neoliberal kapitalizmin teşvik ettiği şey, saate kayıtsız bir şekilde alışveriş merkezlerini veya açık alanları istila eden beyaz ışıktır.” Bu ışık gecenin karanlığını silerken, gece yokluğunda çalıştırılan, gözetlenen ve tüketen bedenler yaratmak kolaylaşır ve gecede gündüzün yasası hâkim olur.
Gecenin Yokluğunda
Beyaz ışık yazarın kitabın sonunda değindiği gibi bir çeşit teknik olarak işler, bu “evrensel beyazlık” bir gün içine sığan ama çoklu anlamları çağıran zaman içindeki “farklanmaları” en çok da “gececil deneyimi” etkiler. Gece artık tanıksız değildir makinelerle kaydedilebilir, bireye dair veriler sadece gündüz değil gece de toplanabilir hâle gelir, başta bahsettiğimiz gecede yasanın daha az olması durumu sekteye uğrar. Fœssel’in ifadesiyle; “biyometrik tanıma ve kızılötesi gözetleme kameraları yalnızca hukuki problemlere sebep olmaz aynı zamanda asla gece olmayan bir evrenin inşasına da katkıda bulunurlar.”
Bahsedilen gecesi olmayan zaman inşası, kitapta romantiklerin bakışında değinilen “ışığın romantik reddi”nin çok uzağında olduğumuzun göstergesidir artık çünkü insan varlığının ve evrende kendiliğinden var olan bir güne ait zaman parçalarının (sabah, öğlen, akşam, gece) düzenlenmesi, yaşamın bir şekilde kapitalizme uyarlanması anlamına da gelir. Bu yalnızca insan türünü değil başka türleri de etkileyecek bir müdahaledir.
Michaël Fœssel’in “Gece ‘Tanıksız Yaşam’” kitabı gecenin içinden felsefeye bakarken, farklı metinler ve bakış açılarıyla konuyu kat ediyor. Bana kalırsa metnin özellikle “gececil deneyim”in silinmesi hakkında düşündürdüğü kısımlar önemli çünkü yapay ışıkların egemenliğine bırakılmış gece yalnızca yıldızları göremediğimiz bir zamanı değil, yaşamın anlamının aşındırılmasını, bedenin iş disipliniyle ele geçirilmesini, varolmak için geceye ihtiyacı olan başka türlerin yokluğunu getiriyor. Bu nedenle yazarın şu cümlelerini ekleyerek bitirelim: “Uyuma hakkını talep eden işçi, uyanıklık özgürlüğüne değer veren gece kuşundan korkmamalıdır. Bu ışığa karşı gündüz sakinleri ile gece hayvanlarının birlikte dayanışması teşvik edilmelidir.”