ÖZGE MUMCU AYBARS
Hali pür melalimiz
ÖZGE MUMCU AYBARS
Bu köşede, dünyada olan biteni özetlemeyi, aktarmayı, sınır dışında ne oluyor, dünyada neler oluyor aktarmayı, açıkçası gündelik siyasetin vasatlığına daha çok yeğliyorum. Bu yazıyı yazmaya başlarken de, dünyada olan bitene yeniden baktım. Nijer'de Fransa'nın anlık durumuna, Gabon'a, Brics'in genişleme ve diğer kararlarına, AB'nin 2030'a kadar genişleyip genişlemeyeceğine dair haberlere, Prigojin'in uçak kazasının yankılarına, Türkiye'nin Körfez Turları'na, Rusya Ziyareti'ne...
Bunları bugün bir kenara bırakarak, içinde debelendiğimiz kendi kısır gündemimize bir süreliğine dönmeye ve de dünyada olan biteni aktarmaya bir sonraki yazıda devam etmeye kararıyla aklımdaki soruları kısaca özetledim:
Neyin içinde debeleniyoruz?
Neden kimse mutlu değil?
Ve neden umudumuzu kaybettik?
Bu üç sorunun aslında içinden geçtiğimiz siyasi süreci anlatacağını düşünüyorum.
Neyin içinde debeleniyoruz?
Neyin içinde debelendiğimizin yanıtı açık: vasatlığın ve dedikodunun krallığının.
Bu vasatlığın tarifi basit: herhangi bir güce sahip olmak için çalışanların, dedikodu gemisiyle yürüttüğü bir sistem. Maalesef, iktidar ve muhalif partilerinin çoğunun içinde debelendiği bir oyun alanı. Vatandaşların sosyal ve ekonomik hakları ellerinden alınırken vatandaşı görmezden gelenlerin oynadığı bir oyun alanı. Özeti bu.
Neden kimse mutlu değil?
Türkiye "Dünya Mutluluk Endeksi"nde 106. Sırada – 2012'den bugüne bu endekste yeri 77'den bu sıralamaya gelmiş durumda.
Ama bugün seçimlerde yenildiğimiz için kimse mutlu değil. Tam da bu nedenle herkes kendine bir suçlu arıyor, havuz medyasından ana akım medyaya kadar herkes sabah akşam muhalefeti suçluyor. Muhalefet partileri ise basına verdikleri kulis haberlere göre kendi içindeki klikleri suçluyor. Diğer yandan dağılan ittifak, seçime kadar olan süreçteki "Altılı Masa" kendi partilerinin gücünü ortaya koymak için, kendi adaylarıyla seçime gideceğini açıklıyor. Belki de şimdilik bir bilek güreşi bu – bir umut olsa da.
Tüm bu açıklamalar Cumhurbaşkanı'nın 31 Mart 2024'teki Yerel Seçimlere kadar olan planı şu sözlerle belirlemişken gerçekleşiyor: "31 Mart'a hazır mıyız? Yerel yönetim seçimlerine hazır mıyız? İllerimizi, maalesef bizlere yakışmaz hale getirenlerin elinden tekrar geri almaya hazır mıyız? Anadolu'daki son devletimiz Cumhuriyetimizin 100. yılına ulaştığımız 2023 yılını yeni bir şahlanış vesilesi haline getirmekte kararlı mıyız?"
Muhalif seçmenin küstüğü halen görülemiyor mu? Daha önce bir yazıda değindiğim süper vatandaşlar, artık sandığa dahi gitmek istemiyor – değil ki sandığı korumayı istemek.
Ve tüm bunlar, içerdeki tüm bu kavgalar, tüm kulis haberleri, muhalefet bloğundaki tüm bu dağılışlar, seçmenin küskünlüğünü arttırıyor- sandığa dahi gitmeyi düşünmeyenlerin umudu da giderek köreltiyor. "Umurumda değil" diyor sokaktaki insan, "ben ne yapabilirim ki?"
Şurası aşikâr, muhalif blok, dağılsın ya da dağılmasın bu hezimet sürecini hiç iyi yönetemiyor.
Peki, tartışmaların tartışma içinde büyüdüğü bu durum AKP'nin ekmeğine yağ sürmekten başka neye yarıyor? Yerel seçimler de aynı hızla kaybedilecek? Bir siyasi ivme olarak alınan Büyükşehirler bu kör döğüşün sonucu kayıp mı edilecek?
Bugün, aile bütçelerinde bir günün diğerine uymadığı, ekonomik koşulların her geçen gün çetrefilleştiği kimse mutlu ve huzurlu değil. Kiminle konuşsak maddi açıdan darda, herkes kendine bir çıkış yolu aramaya çalışıyor.
Sohbetler normalin dışına, siyasi isimlerin dışına, mesela bir marulun etrafında dönüyor. Geçtiğimiz yıllarda yüzüne bakmadığımız marul, bugün 30-35 TL bandında. Süt yüzde 71 artmış, bebek maması yüzde 100. Halkımızın ana besinlerinden biri olan pirinç yüzde 250. Kıyma yüzde 250 artmış. İnsanlar nasıl beslenecek, düşünen var mı?
Okullar açılıyor. Maddi durumu yeterli ve bol olduğu için değil, devletin verdiği dinselleşen eğitimden kaçan velilerin, çocuklarını iyi eğitim alması için verdiği özel okulların bütçesi arşı aştığı için, veliler mutsuz.
2024'te ekonomide yapısal dönüşümler hız kazanacak diyor Bakan Şimşek. Peki, bizler, düzenli bir şekilde bankalara borçlanarak hangi dramı yaşıyoruz acaba? Emekliler henüz zam alamadı, memura gelen zam enflasyonla eridi gitti. İnsanlar artan kiraları ödeyemediği için sokakta yatıyor!
Neden umudumuzu kaybettik?
Mayıs 2023'ten bu yana, bahar gelmedi. Önümüzde de uzun sürecek zorlu bir kış var. Mevsimler baharlara dönse de o kış orada asılı kalacak, farkında mısınız?
Zamanında olursa 4,5 yıl sonra gerçekleşecek seçimlere kadar nefes alacak alan kalacak mı diye kaygılandığımız için, umutsuzuz. Çocuklarımız nasıl bir ülkede büyüyecek diye mutsuzuz.
O nedenle Filenin Sultanları'nın başarısı, Şahika Encümen'in su altı başarıları bizi bir nebze mutlu ediyor. "Demek ki, bu sistem hala kendini yenileyebiliyor" dedirtiyor insana...
Ama insanlara halen bedel ödetiyor bu sistem. Gazeteci Barış Pehkivan hapis. TİP Hatay Milletvekili Can Atalay halen hapiste, TBMM'ye ne zaman gelebilecek, belirsiz.
Cumhur İttifakı aile düzenlemesini TBMM'ye getirecek daha. "Başörtüsü düzenlemesi" gelecek. Kadınlar olarak özgürlüklerimizin daha da elimizden alınması için yasa düzenlemelerine bakıp, muhalefet partilerinin AYM'ye başvurmasını umup, soru önergeleri koridorlarına mı bakacağız?
Diğer yandan, düzensiz göç ile sağlıklı bir politika yürütülmediği için toplum için her an çakacak kıvılcımlar ultra – milliyetçi partiler tarafından ateşleniyor.
Ekonomi dibe çöktükçe, kayıt dışı ekonomi kazanıyor. "Abla, Pos cihazım çalışmıyor, IBAN atar mısın? Nakit verir misin?" diyen kaç satıcıya rastladınız mesela bu yaz?
İnsanlar ATM sırasında "sıra nedeniyle" cinayet işliyor.
Önümüze her gün düşen akıl alan sokak röportajları, sevgi öpücüğüne, insanların şort giydiği için kılık kıyafetlere karşı olanların halen bitmeyen savaşını sergiliyor.
Kendi adıma, Mayıs'ın sonundan beri üzüntülü, kırgın ve hepsinden ötesi öfkeliyim.
Umudumuzu diri tutalım, diyoruz. "Belki bir kurtarıcı gelir."
Bırakalım bunları, artık herkes kendi gemisinin kaptanı. Gemi karaya oturmuşken, balçıkta ne kadar ilerlenirse, kaptanlığımız oraya kadar işte.