Hayatın olağan akışı

Pek çok yargı kararında karşımıza çıkan kavramdır, “hayatın olağan akışı” ile başlayan cümleler. Genellikle konuyu olumsuz bir noktaya taşımak için kullanılır. Yani sonu genellikle “aykırıdır” diye biter.

Bir mahkeme kürsüsünde yargıç ve savcıların verebilecekleri bir karar mıdır bir meselenin hayatın olağan akışına aykırı olup olmayacağı? Hangi ve nasıl bir hayatı biz kriter olarak alıyoruz bu gibi durumlarda? Bu soru doğru bir sorudur. Çünkü günde 15-16 saat çalışmak pek çok mahkeme kararına göre hayatın olağan akışını aykırı. Aykırı ama var. Ne olacak şimdi?

Mahkemenin önüne gelen mesele, fizikte basınç ve sıcaklık ile tarif ve tespit edilebilen “normal şartlar altında” gibi midir mesela? Mahkeme, bu farklı yaklaşım ile doğru kararı verebilmek için aslında “normalin” peşindedir.

Uzun zamandır bizim memleketi terk etmiş olan normali bulmak da sıkıntılı. O nedenle herkesin olduğu gibi yargının da değişken de olsa muhtelif normalleri bulduğunu bazı kararlarında görüyoruz. Eski Diyarbakır Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı kararı örneğin. Yargıtay’ın ilgili dairesi önce kararı bozdu, beraat istedi. Mahkeme cezada direndi, aynı daire bu kez beraatten vazgeçti ve cezayı onadı. Hukukiliğinden vazgeçtim bu meselenin normali ne? Bu yöntemle bir normalin yaratılması ve muhafaza edilmesi mümkün mü?

Normal olmayana normal denir mi?

Açık Radyo’nun sesi kısıldı. Gerekçesi bir konuğun yaptığı konuşma. Adı üstünde; konuk. Bu kararı veren arkadaşlar evlerine gelen konuklara yapacakları konuşma için bir sınır belirliyorlar mı? Bu hayatın olağan akışına uygun bir şey mi? Bir konuğun yaptığı konuşma nedeniyle bir kitle iletişim organını bu iletişim çağında kapatmak normal mi?

Hangi örneği elinize alsanız lime lime dağılıyor, elinizden kayıp gidiyor. Yazmaya kalktığınız zaman da bir yere bağlayamıyorsunuz. Yazının yarısında kalkıp gitmek istiyorsunuz.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir salı rutini olarak partisinin grup toplantısında DEM ve CHP’ye ağır yüklendi. Hatta üstünde tepindi. Çok değil 3 saat sonra TBMM Genel Kurulu’nda sırasından kalkarak DEM sıralarına geçerek DEM’lilerle tokalaştı. Nedenini de “Dünyada barış isterken ülkemizde barış istememek olmaz” diye açıkladı. (Yazıyı tam burada bırakıp gidesim var.) Akşam saatlerinde de CHP Genel Başkanı'na yönelik sabahki ağır ifadeleri için “Siyasetin içinde bazen bunlar oluyor” diyerek meseleyi biraz yumuşatmaya çabaladı. Başarılı oldu da. Dünyayı merkezine alan “Ben ne zaman istersen o zaman kavga, ben ne zaman istersem o zaman barış” diyen bir siyaset hayatın olağan akşına uygun mudur? Ya da bu siyaset pratiği açısından normal midir?

Devlet partisi artık resmileşti

Mevcut sistemde hükümet ya da kabine yok. Müstakil olarak atanmış, siyasi kimliği olmayan sistem içinde üst düzey bürokrat olarak konumlanan bakanlar var. Yani yürütmeyle iktidar partisinin tek meşru ilişkisi aynı zamanda partinin genel başkanı olan seçilmiş cumhurbaşkanı. Yönetim şeması bu kadar net aslında.

Geçtiğimiz haftalarda Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplandı. İlgili bütün bürokratlar, cumhurbaşkanı yardımcısı ve maliye bakanı da dahil olmak üzere herkes toplantıya katıldı. Toplantıya sistem açısından iki ilgisiz isim de katıldı. Bunlar, AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler, Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekci’ydi.

Devletin en üst yönetiminden il ve ilçe yönetimlerine kadar bu uygulama yapılıyor. Bu ucube sistemde bile yeri olmayan bir yöntem ısrarla uygulanıyor. Nedenini katılanlar bile bilmiyor. Parti devleti dendiği zaman da artık itiraz bile etmemeye başladılar.

Diyarbakır Valiliği’ne eski AKP Trabzon Belediye Başkanı atandı. Anayasa Mahkemesi’ne Saray’ın mali işlerine bakan isim, yani Erdoğan’ın bürokratı üye olarak seçildi. Onun yanında çalışan bir bürokrat Danıştay’a üye yapıldı. Bunlar yakın dönem örnekleri, sayılarını çok rahat çoğaltabilirsiniz. Şimdi bunların normal olduğunu söylemek mümkün mü? Hele hele siyasetini, sürekli olarak tek parti dönemine taşıyarak, parti-devlet ilişkisini eleştirme konforuna alışmış bir siyaset açısından acayip değil mi? Normal olmadığı kesin.

Muhalefet ile ekonominin de normali kaçtı

Muhalefetin de bu yöntemi dert etmediğine ilginç bir biçimde tanıklık yapıyoruz. Bu da normal olmamalı. Çünkü orada da benzer atamalar var. Muhalefette isen yakınındakileri yerel yönetimlere atıyorsun, iktidarda olsanız demek ki siz de muhasebecinizi yüksek yargıya atarsınız. Şimdi bütün bunları mevcut sistemde bile normalmiş gibi kabul edebilir miyiz? Yargı makamı olmadığımız için cümleyi farklı kuralım: Bu yöntem siyasetin ve demokratik bir hukuk devletindeki olağan hayatın akışına uygun mudur?

İPA’nın hesaplamalarına göre gelir dağılımında Avrupa’nın en kötü ülkesiyiz. İyi olduğumuz bir kategori de yok aslında. Zengin yüzde 10'luk kesim, toplam gelirin yüzde 33,4’ünü alıyor. Geri kalan yüzde 66,6’lık oranı ise nüfusun yüzde 90’ı paylaşmak zorunda. Netflix’teki Açlık Oyunları dizisine ilham kaynağı olabilecek bir vahşi tablodur bu. Kredi kartı ve kredili mevduatın kullanımı ve çekilen krediler son bir yılda 3 kat arttı. Takibe düşen kredi kartı borçları yüzde 260, krediler ise yüzde 66 oranında arttı.

Maliye Bakanı Şimşek vatandaşın sırtına yükleyerek kapatmaya çalıştığı bütçe açığını deprem ve EYT’ye bağlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre ise ekonomik sıkıntıların nedeni 2018’den bu yana yaşanan dış kaynaklı global olumsuz ekonomik etkiler ve pandemi. "Faiz sebep, enflasyon sonuç" tezi ve "Nas yaklaşımı" neden değil yani. Enflasyonun TÜİK’e göre yüzde 71’e çıkmasına neden olan yanlış ekonomi politikalarını hep beraber yaşadık.

“Bunları unutun, söylediğimi mutlak doğru kabul edin” diyen bir politika var karşımızda. Ve bunu “hayatın olağan akışına uygun” gibi kabul etmemiz, normal karşılamamız bekleniyor. Bu sefer, böyle yapılırken muhalefetin de bu hatta çekilmeye çalışıldığını ve buna da rıza gösterildiğini hep birlikte izliyoruz.

Kadın cinayetleri, çocuk istismarları, yoksullaşma, bağımsız olmayan yargı, özgür olmayan basın, toplumun içinde imtiyazlı bir kesim yaratılması tam da yargı kararlarında dile getirildiği gibi bu ülkede “hayatın olağan akışına” aykırıdır. Bu aykırılık durumunu “normalleşme” adı adında istenilse bile normal hale kimse getiremez. Normalleşmeye normal olmayanların ihtiyacı vardır. Normalleşelim dediğiniz zaman bu normal olmama halini de kabul etmiş olursunuz.

Her normalin belirteci anormaldir. Bugüne kadar tanıklık yapmadığımız ve tanıklık yaptığımızda da bizi şaşırtan hiçbir şey normal değildir. Buna iktidar seçmenini “memnun” etmeye çalışan muhalefet de sabah kavga edip öğlen barış mesajı verenler de dahildir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR