MEHMET DEPREM
İKİ MUSTAFA: “BİR ÇÜRÜK İPLİĞE HAYAL DİZMİŞİZ”
Bir süredir İslamcı camianın önemli simalarından olan iki ilahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk ve yazar Mustafa İslamoğlu’nun “İslamcılıkla geçirdikleri yıllara pişmanlığını” takip ediyorum.
Belki bu kendini solda tanımlayan birçok insan için garip gelecektir. Bu tartışmayı takip etmek bana Sol Parti’nin “Devrim yapacaktık ama Kürt hareketi ÖDP’yi böldü” sızlanmalarından daha dişe dokunuyor geliyor.
‘İslamcılarla empati kurulmalı’ demiyorum. O bir kere yapıldı, geldiğimiz yer belli.
Yirmi yıldır yavaş yavaş boğazımıza kadar dine-diyanete battık. Ben dahil çoğu sol-sosyal demokrat için Türk-sağcı-İslamcı (TSİ) korosunu dinleyecek en ufak enerji kalmadı.
Köpürtülmüş mağduriyetle başlayıp, hamasetle devam eden iktidarları tüm azametiyle devam ediyor. “Bu kutlu yolculukta” fireler veriliyor, bazıları trenden atlıyor, bazıları aynı raylarda şimendifer partiler kuruyor ama çok azı çıkıp bu yirmi yılla ilgili “özeleştiri” yapıyor.
“Üzerime gelmeyin söylerim ha” partisi kuran Ahmet Davutoğlu, Osmanlıcı İslamcılığını şimdilik heybesinde saklıyor.
“AKP semirdiyse benim sayemde semirdi” partisi kuran Babacan da smokin görünce ‘cıss’ oluyor.
Saadet Partisi dersen, İstanbul sözleşmesi kaldırılsın diye elinden geleni ardına koymuyor.
Ömer’in yolu ile Bozkurt’un yolu arasında kararsız İyi Parti “ANAP-DYP” istasyonunu bulmaya çalışıyor.
CHP kurulduğundan beri sağcı bir parti ama hep solcu zannedildikçe o sağ açılımı yapıyor. Olmayınca olmuyor.
Bir de Demokrat Parti var değil mi? Sayısalcı Bahçeli olmasa onu kimse fark etmeyecekti.
Türkiye solu en ufağından en büyüğüne iyi kötü bir özeleştiri öğretisine sahip. Sağın bazı grupları için de bunu söyleyebiliriz. Fakat İslamcı geçmişi olanlarda adam akıllı bir özeleştiriye ben bugüne kadar rastlamamıştım.
Peki ne diyor iki Mustafa?
Karar yazarları Elif Çakır ve Yıldıray Oğur'un programına katılan Mustafa İslamoğlu, Türkiye'de İslami hareketin geldiği noktayı şöyle anlatıyor:
"Ben bu 20 yılın İslamcı camia için çok faydalı olduğunu düşünüyorum ne olmamamız ve ne yapmamamız gerektiği öğrendik, içimizdeki canavarı gördük. İçimizde saklı olan dışımıza çıktı. Şu geldiğim noktaya nasıl gelirdim yoksa, kendime inandırdığım bir yalandı bu. Yalanı görmüş olmamız bile kazanımdır. Bunun maliyeti çok ağır ve daha da ağırlaşacak çünkü daha dibi görmedik daha. Akli fren sistemleri iflas etmiştir. Bu trenin imdat freni yok maalesef üzüyorum ama yok.''
Gerçek acıtıcı olsa da iyidir. Gerçeği görmüş olmanın bedeli varsa bu bedeli ödeyelim derim. Ağırsa olsun, çünkü sonsuza kadar uyuyamayız.”
İslamoğlu yüksünmeden kendine yüklenmeye devam ederek şöyle devam ediyor:
"Ben kendi adıma tövbe etmeye çalışıyorum. Benim tövbe etmem tabi fiili oluyor. Dün hata ettiğimiz noktaları tespit ediyorum, kendimi sorguluyorum, fikirlerimin kölesi değilim efendisiyim.
En çok pişman olduğum şey bir dönemimi İslamcı olarak geçirmek. Bu 70-80-90'lı dönemler, çünkü ben kökten geliyorum. Milli Türk Talebe Birliği, Akıncılar gibi. Türkiye'nin düşünce dünyasına hatırı sayılır katkılarda bulunmuş bir dostla dertleştik. O da dokunsan ağlayacak gibiydi bende öyleydim. Gerçi 84 milyonun sırtını sıvazlasak hüngür hüngür ağlarız. Kulağına eğilip 'Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz' dedim. Kişi sınanmadığı günahın masumu değildir."
Ne kadar çarpıcı ifadeler değil mi? Siz bugüne kadar kendini böyle eleştiren bir İslamcı gördünüz mü? Vallahi de billahi de ben görmedim.
Hadi örneği biraz sertleştirelim.
Fethullah Gülen 'cemaati'nden binlerce sinsi İslamcı 15 Temmuz darbe girişimi sonrası cezaevine atıldı ki çoğu bunu sonuna kadar hak etti. Bir tanesi, evet bir tanesi bile çıkıp “kutlu davasını” savunmadı; siyasi savuma yapmadı. Ya itirafçı ya inkârcı oldular.
40 yıllık tesbihleri dağıldı; bir tane siyasi savunma yapacak “mücahit” çıkartamadılar. Din kültürleri 10, ahlak bilgileri sıfırdı ama bundan hiç hicap duymadılar.
Çünkü zayıfken mağdur, güçlüyken mağrur olmak İslamcılığın en şaşmaz kuralıydı.
Diğer İslamcı yapıların ve partilerin gücünü kaybedince farklı mı olacağını zannediyorsunuz?
Bu kulaklar seçimi kazanınca LGBT hareketine teşekkür eden, iktidara gelince İstanbul Sözleşmesine bile tahammül edemeyen liderleri dinledi.
Biraz da ikinci Mustafa’nın, Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün söylediklerine bakalım.
Geçtiğimiz yıl Siyasal islamcılar tarafından hedef gösterilip ölümle tehdit edilen Öztürk, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ndeki öğretim görevliliğinden istifa etmişti.
Almanya'daki Münster Wilhelm Üniversitesi'nin İslam Teolojisi bölümünden davet alan Öztürk, akademik çalışmalarına devam etmek için Almanya'ya gitti.
Uçağa binerken, Instagram hesabından "Artık gidelim… Yerli ve milli tımarhanede herkese ruh sağlığı dilerim" diye paylaşım yapan Öztürk, paylaşımına şu notu da eklemişti:
"Doktora tez danışmanlıklarımı Cübbeli ile Sakarya'daki tacizci Nurullah'a devrettim. İlahiyat işleri artık onlara teslim."
Mustafa Öztürk gittikten sonra bir süre Ruşen Çakır’a bir röportaj verdi, sonra da kendi YouTube kanalında programlar yaptı.
Özetle şunu söylüyordu:
“İslamcı hayalim için kendimden ve herkesten özür diliyorum. Din konusunda topyekun bir hesaplaşma ve aydınlanma yaşamamız gerekiyor. Bunun zamanı geldi geçiyor. Türkiye'de dinin hiç huzursuzluğu giderdiğine şahit oldunuz mu? Bu saldırgan din anlayışıyla hesaplaşmamız gerek. Dinin bir tek hedefi var; iyi insan olmak ama yaşadığımız dinin bununla bir alakası yok.
Biz fiilen savaş yapıyoruz. Ulvi bir savaşın içindeyiz. Klasik fıkıhçı mantık FETÖ'de de böyle işliyordu. Ve bu savaşta her tür hilenin de mubah olduğunu önümüze koyuyordu.
Sünnilik tarih boyunca siyasi iktidarın desteğini arkasında hissettiği için egemenin diliyle konuşuyor. Kendilerinden olmayanı öteki biliyorlar, ötekiyle de ilişkilerini sürekli fetihçi bir mantıkla dizayn ediyorlar. Burada ahlak nerede?"
Ez cümle; İslamcı camiadaki bu özeleştirileri duymak kolay değil ve çok kıymetli. Farklı düşünenin tekfir (kafir ve dinden çıkmış ilanı) edildiği ve tekfir edilenin de başına neler geldiği herkesin malumu.
Bu açıdan iki Mustafa’yı dinlemek ve cesaretlendirmek Türkiye’nin önümüzdeki yıllarını inşa etmek için en az solun önerileri kadar önemli.
Söyledikleri ne İhsan Eliaçık gibi aşırı yoruma dayalı sol soslu şeyler, ne de Cemil Kılıç gibi tribünlere hoş gelecek Kemalist çıkışlar.
Kitabın tam ortasından konuşuyorlar. ''Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz'' derken kişisel hayal kırıklıkları üzerinden İslamcılığın ipliğini pazara çıkartıyorlar.
Selahattin Demirtaş dokunulmazlığının kaldırıldığı 2016’da tarihi bir öngörüde bulunarak taktiksel pişmanlık yaşayacak olanları şöyle tarif etmişti:
“İktidarın ayağı bir tökezlesin gemiyi en başta bunlar terk edecekler. Şu konuşmam tarihe not düşsün. Diyecekler ki, “Erdoğan gelmiş geçmiş en despot liderdi” diyecekler. Şu bol maaş alanlar var ya. Bu yalaka tayfasından daha fazla Erdoğan’a saldıran kimseyi bulamayacaksınız. Hepimizin önünde koşacaklar. Sizden ricam o gün geldiğinde, o alçakları asla affetmeyin.”
İslamoğlu ve Öztürk’ün “pişmanlıkları” iktidar gittiğinde taraf değiştirecek yandaşların stratejik pişmanlıklarına hiç benzemiyor. Samimi ve içten bir özeleştiri gibi dinliyorum ikisini de.
Yüzde 75’i sağcı ve muhafazakarlığın çeşitli tonlarında olan bir memlekette sık görülen bir şey değil iktidarı terk edip “Özür dileriz, hata ettik” demek… Hele bir İslamcı için hiç kolay değil.
İtirafçılık çukuruna düşmeden onurluca geleceğimiz için tarihi bir sorumluluğu yerine getiriyorlar.
Bu haysiyetli çıkışınızda Hak yolunuzu açık etsin.
Teşekkürler iki Mustafa’ya…