İLHAN UZGEL
SORUNSUZ ÇEMBER Mİ, DEĞERSİZLEŞME Mİ?
AKP 20 yıldır iktidarda ve hem bölgesel koşullar ve ortam hem de uluslararası düzende bazı değişiklikler oldu. Dış politikanın da değişerek dönüşmesi, duruma göre yeniden gözden geçirilmesi gibi gelişmeler normal karşılanmalı. Ama AKP için durum bunun çok ötesinde. Burada bozup düzeltmeye çalışma, kendi güç ve kapasitesinin üzerinde iddialarda bulunma, beceremeyip geri çekilme, anlamsız düşmanlıklar yaratma gibi çok sorunlu bir tablo var.
AKP iktidarının bir süredir, geçmişte bozduğu ilişkileri düzeltmeye çalıştığı dış politikayı takip eden herkesin malumu. Buna da belli ki sorunsuz çember demeyi tercih etmişler. AKP’nin bu dış politikayı toparlama çabasının mümkün olup olmadığını, hangi zorluk ve bedellerle karşılaştığına bakmak gerekiyor.
Değerli Yalnızlık Neydi?
Değerli yalnızlık bir dış politika stratejisi değildi. Zaten hiçbir ülke yalnız kalmak, uluslararasında, bulunduğu bölgede yalnız kalmak, izole olmak, dışlanmak için politika izlemez. AKP’nin izlediği politikanın kaçınılmaz sonucuydu yalnızlık.
Bu bakımdan değerli yalnızlık ifadesi bir politika olmaktan çok bir itiraftı. Dış politikadaki başarısızlığın, çöküşün, aynı anda hem Batı’daki geleneksel müttefikleri, hem de bölgedeki yakın ve uzak komşuları rahatsız etmenin, sonucunda da pek birşey elde edememenin adıydı. “Biz böyle olsun istedik değil, böyle olsun istemedik, yalnızlaştık ama bunun kendisi de değerli olabilir” türünden bir günü kurtarma denemesiydi.
Bir ülkenin aynı zaman diliminde bu kadar komşu ülkeyle arasını bozması, aynı anda hem AB, hem de ABD gibi içinde bulunduğu ittifak sisteminin istenmeyen, hor görülen, aşağılanan bir üyesine dönüşmesi dış politika tarihinde görülmemiş bir durumdu.
Eğer AKP iktidarı Batı sistemine karşı ideolojik bir duruş sergilese, bunun için çevresindeki ülkelerle bir direnç hattı oluştursa ve bunu da söylem ve eylem tutarlılığı içinde yürütseydi o zaman Batılı ülkelerden tepki görse bile çevresinde ve dünyada saygı gören bir ülke olabilirdi. Ne yazık ki, durum böyle de değil. Bir yanda medya aracılığıyla içeriye Batı ve ABD karşıtlığı yüksek sesle dillendirilirken, öte yandan BM ve NATO koridorlarında ABD başkanıyla görüşme ayarlamaya çalışmak, el altından ve bazen açıkça Afganistan ve Karadeniz gibi alanlarda göze girmeye, işbirliği yapmaya çalışmak günümüz dünyasında kimsenin gözünden kaçmıyor. Kendi politikalarının, yanlış tercihlerinin sonucu olarak bölgeden dışlanmanın, sol anti-emperyalist ya da sağ-İslamcılık gibi herhangi bir ideolojik değerler sistemiyle ilgili olmadığını hepimiz biliyoruz. Aslında kendileri de gayet iyi biliyorlar. Hatta Kalın bu kavramı kullanmasa daha iyiydi çünkü kendi dış politika başarısızlıklarına kendisi bir tanım getirmiş, eleştirenlerin işini kolaylaştırmış oldu. Bu kavram dış politikadaki çöküşün, beceriksizliğin kestirme tanımı oldu.
Denge Politikası ve Değerli Yalnızlık
AKP dış politikasındaki çöküş ve yalnızlığa itilmenin çok gündeme gelmeyen nedenlerinden biri de ABD ve Rusya arasında izlemeye çalıştığı denge politikasında genel olarak başarılı olamaması. Büyük güçlerle ilişkilerde birini diğerine karşı oynayarak dış politikada hareket alanı kazanmaya çalışmak bilinen bir politika ve izlenmesinde ilke olarak sakınca yok. Fakat bunu hem uluslararası koşulları gözeterek, hem de iç yapıyı göz önüne alarak yapmak gerek. Ayrıca, bu politikanın sınırlarını da dikkatli bir şekilde belirlemek çok önemli.
AKP yönetimi, ABD karşısında Rusya’ya yaslanarak özellikle Suriye’de alan açmaya çalıştı. Burada askeri açıdan IŞİD ve PYD gibi çok zayıf örgütler karşısında başarı sağlasa da, Rusya ve ABD ikilisiyle de sorun yaşadı. Bu iki güç askeri (başta İdlib’teki saldırı) ve ekonomik (Barış Pınarı operasyonu sırasındaki ABD tepkisi) bedel ödettiler. Türkiye’nin hiçbir dış politika sorununda, Doğu Akdeniz, Libya, Irak, Körfez bölgesi, İsrail ile ilişkilerde Rusya’nın Türkiye’ye bir desteği, yardımı dokunmadı, hatta birçoğunda karşısında durdu. İktisadi olarak bağımlılığı artırıp, bölge ülkeleriyle arayı bozup denge politikası izlemenin mümkün olmadığını, iki büyük gücü de karşısına geçmesi gibi bir sonucun ortaya çıktığını AKP deneyimi acı bir şekilde gösterdi.
Türkiye şu anki iç ve dış olumsuz koşullarıyla bile AB, ABD ve Rusya arasında bir denge politikası izleyebilir, buna dikkatli bir şekilde Çin’i de ekleyebilirdi. Ama Doğu Akdeniz’de gereksiz bir şekilde Fransa’yı karşısına alarak, Almanya’yı göçmen akınıyla tehdit ederek bu şansını kaybetti. Oysa, bu denge kurulabilseydi, şu an ABD ve Almanya-Fransa ekseninin belirginleştiği ortamda, eli çok daha rahat olacaktı. Aralık 2020’den itibaren AB ile ABD’nin Türkiye konusunda ortak hareket etme kararı almaya itmek, bölge ülkeleriyle arayı bozmaktan daha ağır sonuç yarattı, hareket alanını çok daha fazla daralttı.
Stratejik Öneme Ne Oldu?
Türkiye’de Soğuk Savaş döneminden kalan, sonra kendisi o dönemin dış politika mantığını eleştirse de, devam ettirdiği “stratejik konum”a dayanarak dış politika belirleme alışkanlığı devam etti. Buna göre Türkiye o kadar stratejik öneme sahip bir ülke ki, ne büyük güçler, ne de bölgesel aktörler Türkiye olmadan, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmadan, onunla işbirliği yapmadan onun içinde bulunduğu bölgelerde herhangi bir kazanı elde edemezler, politika yürütemezler. Davutoğlu’nun Türkiye olmadan bölgesinde “yaprak kımıldamayacağı” iddiası bunun dışavurumlarından biriydi. Türkiye’nin coğrafi konumunun önemli olduğu bilinen bir durum ama bunun kendisi Türkiye’yi ve AKP’yi değerli kılmıyor. Mesela ABD, bir süredir Türkiye’ye stratejik olarak daha az dayanıyor, daha az işbirliği yapıyor, medyaya bazı uzmanlar, medya aracılığıyla İncirlik Üssü’nü Yunanistan’a kaydırabileceği söylentisini yayıyor. IŞİD liderleri Bağdadi ve Kureyşi, Türkiye sınırına yakın yerlerde tespit edilirken, operasyonlarda, yakıt ikmali ve uzun uçuş riskini göze alıp Türkiye’ye haber vermiyor, dibindeki İncirlik üssünü kullanmıyor. Yunanistan’a askeri yığınak yapıp, istediği gibi Türkiye’yi yedekleyebileceğini gösteriyor. Keza İsrail de Türkiye’yi çok hızlı bir biçimde stratejik olarak yedekleyebildi. Türkiye ile stratejik/savunma ilişkilerinin en bozuk olduğu dönem, en güvenli olduğu dönem oldu.
Dolayısıyla, AKP tipi bir vazgeçilmezlik illüzyonu, bizim yalnızlığımız bile çok değerlidir yanılsaması daha baştan sorunluydu ve sorunlu da işledi. Bu tür coğrafya kaderdir ve yerimizi hiçbir şey tutmaz türü bir “Türkiye merkezlilik”in, hem de küresel gerilimlerin arttığı bir dönemde işlememesini bir tek AKP başarabilirdi.
Sorunsuz Çember Mümkün Mü?
Türkiye’nin arasını bozduğu ülkelerle ilişkilerini düzeltmesi her zaman mümkün. Ama bunun Türkiye dışında bazı koşulları ve bedelleri olacak. İkili ilişkileri düzeltmenin yolu iki tarafın da bundan kazancı olması. Şu anda Türkiye dışındaki ülkelerin, özellikle İsrail ve Mısır’ın böyle bir acelesi yok.
Yunanistan istikşafi görüşmeler sürecini başlattı ama o da Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarına son vermesi karşılığında. Bu ülkeyle ilişkilerde herhangi bir ilerleme yok.
Çemberin Batı halkası epey sorunlu şimdilik. Mısır ve İsrail süreci ellerinden geldiğince zamana yayıyorlar ve bu devam edecek. Bu biraz da bileği göstere göstere bükme süreci. Bütün ülkeler Türkiye’nin hem ekonomik güçlüklerinin, hem de diplomatik yalnızlığının gayet iyi farkındalar. Bu politikanın istisnası da var. İlki Birleşik Arap Emirlikleri. BAE, bir süredir Türkiye gibi dış politikasında sorunsuz bir döneme geçiş yapmaya çalışıyor. Petrol üretimi gibi konularda arası Suudilerle iyi değil. İran İsrail, Suriye gibi ülkelerle ilişkilerini düzeltmeye, geliştirmeye çalışıyor. BAE’nin dış politikasını çeşitlendirme çabası, AKP’nin bozulan ilişkileri düzeltme çabasıyla örtüştü. Zaten ilişkilerin kendisinde tarihsel ve yapısal bir sorun yok. Yapay olarak gündem olmuş gereksiz bir çekişme yaşandı.
AKP, BAE’yi 15 Temmuz darbe girişiminin ardında olmak, 3 milyar dolar mali yardım sağlamakla suçladı. Ama buna dair şimdiye kadar tek bir belge, görüşme, temas, para transferi, ziyaret, görüntü, konuşma vs kamuoyuyla paylaşılmadı. Bir tane bile darbeci mesela BAE’ye gitmedi mi? Darbe girişimine karışmakla suçlanan BAE yönetimine yakın Filistinli Dahlan ile darbeciler arasında yapılmış bir tane telefon görüşmesi yok mu? Varsa da bunlar şimdiye kadar açıklanmadı. Darbenin arkasında BAE iddiası, oradan ABD’ye uzanmaya yarayacak bir dolambaçlı yoldu. Ama bu süreçte BAE ve emiri hakkında çok ağır laflar edildi. Erdoğan’ın kalkıp onun ayağına gitmesi ise AKP ve seçmeni açısından bir sorun yaratmadı. BAE’den bir özür talep edilmeden, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la ilişkiler konusunda bize yansıyan bir pazarlık yapılmadan normalleşme, dış politikada yalnızlığı aşma ihtiyacının boyutlarını gösterdi.
Bu normalleşmenin ekonomik boyutları da olabilir. Ama bu da tek başına yeterli görünmüyor. Daha önce sözü edilen 10 milyar dolarlık yatırım henüz hayata geçmiş değil. Örneğin, Katar’ın sağladığı finansman yetmedi ya da artık Katar, dolaylı yollardan kur müdahalesine katkı sağlamaktan vazgeçtiği için mi BAE ile ilişkiler düzeltilme yoluna gidildi, AKP dış politikası lider odaklı gittiği ve kapalı kapılar ardında pazarlıklar yapıldığı için bilmeye imkan yok.
AKP iktidarı bir yandan yalnızlığı kırmak, bir yandan Biden yönetiminin Ortadoğu politikasına uyum sağlamak ve bir yandan da ekonomik çöküşü yavaşlatmak için yeni bir arayışa girmiş görünüyor.
Bu üç noktada da istediğini alabilmesi kolay değil. Biden yönetimi hala AKP liderliğine mesafeli. Erdoğan’ın Ukrayna krizindeki ABD yanlısı tutumuna rağmen Biden’dan bir türlü bir telefon gelmedi. Rusya, giderek Türkiye’nin tutumundan rahatsız olmaya başladı. Denge politikası çöktü ama AKP hükümeti henüz Ukrayna dışında kimseye yaranabilmiş değil.
Bölge ülkeleri Türkiye büyüklüğünde ve kapasitesindeki bir ülkenin içine düştüğü yalnızlığı ve bundan çıkmak için verdiği uğraşı ibretle izliyor olmalılar. Türkiye büyüklüğünde bir ülkenin ekonomisini, Katar ya da BAE’nin düzlüğe çıkarmasının imkanı yok. Tek katkıları döviz kurunu geçici olarak stabilize etmek olabilir. Yapısal sorunlara bu türden geçici önlemler sonuç vermiyor. Türkiye’yi bu küçük ülkeler karşısında edilgen konuma itiyor.
Türkiye gibi bölge devi sayılabilecek bir ülkenin bozulan ilişkileri düzeltmek için cumhurbaşkanının, daha önce kendisini devirmeye çalışmakla suçladığı bir ülkenin başkentine gitmesi, Mısır’ın önüne bir ön koşul listesi koyması, İsrail’in daha ilişkiler düzelmeden Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a güvence vermesi korkunç düzeyde bir çöküştür. Burada asıl problem, sorunsuz çember oluşturmak değil, sorunun içeride olması, gereksiz yere, daha en başta bir fayda sağlamayan sorunlu bir çember yaratılmış olmasıdır.