İmamoğlu’nun kravatı ve mahkeme kararında olmayan cümleyle gelen siyasi yasak

İmamoğlu o gün o kravatı çıkarmayacaktı. Tarih 6 Mayıs 2019’u gösteriyordu. Ankara’dan, Yüksek Seçim Kurulu’ndan (YSK) İstanbul seçimlerinin iptal edildiği haberi gelince Beylikdüzü’nde karşısındaki kalabalığa önce, “Size bir söz söyleyeceğim” deyip, konuşmakta olduğu kürsünün önüne gelmişti. Önce kravatını çıkardı, sonra ceketini çıkarıp kollarını sıvadı, tekrar kürsüye geçip kollarını iki yana açarak devam etti:

“Yolumuz uzun, heyecanımız yüksek, gençliğimiz var. Biz adalete susamış, demokrasiye inanmış Türk gençliğiyiz… Bu ülkede karar vericiler; gaflet, dalalet ve hatta ihanet içinde olabilirler…”

Sözleri neyse de o gün o kravatı çıkarmayacaktı. Hoş, kravatı yüzünden de başı az derde girmedi; Binali Yıldırım ile katıldığı ortak televizyon programında Yıldırım kırmızı beyaz kravatlıyken mavi beyaz kravat taktı diye “Yunan” olmadığı mı kaldı. Bordo – mavi kravat taktı diye “hangi şehrin belediye başkanı olduğu hatırlatılmak zorunda kalınmakla” mı “tehdit” edilmedi.

Ama yine de o gün, 6 Mayıs 2019’da o kravatı çıkarmayacaktı. Ne işler açtı o “kravatsızlık” halleri. Belki “kravatılı” olsa, siyasi yasaklı hale gelmeyecekti. Belki de mahkeme, “kravat indirimi” yapardı da cezasında indirim olurdu ve siyasi yasak gelmezdi. Ama olmadı, çıkmıştı o kravat bir kere.

İmamoğlu'nun suçunun tehlikesi neydi?

İşin ironi tarafı bir yana, bugün İmamoğlu kararında hiç konuşulmayan bir yönü konuşacağız. Kararın her şeyi konuşuldu; Bölge Adliye Mahkemesi’nde istinafta mı kesinleşir, Yargıtay’da temyizde mi kesinleşir tarafı da dahil her yönü konuşuldu. Konuşuldu, çünkü onlar kararda yazılanlardı. Ama kararın eke yönü vardı ki hiç konuşulmadı. Çünkü o mahkeme kararında ne “alt sınırdan neden uzaklaşıldığının bir işareti vardı ne de “iyi hal” indirimi. Evet, kamuoyunun “kravat indirimi” diye bildiği “iyi hal” indirimi. Bizim de söze “kravat”la başlamamız da bundandır.

Şimdi yazının en sıkıcı tarafına geldik ama kısa sürecek, önemli;

Ekrem İmamoğlu hakkındaki 2 yıl 7 ay 15 günlük hapis cezası şöyle verildi: Mahkeme önce, İmamoğlu’nu “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçundan 1 yıl 6 ay hapse mahkum etti. Oysa bu cezanın alt sınırı 1 yıldı. Hakimler ceza verirken alt sınırdan neden uzaklaşırdı? Suçun işleniş biçimine bakardı, suçun işlenmesinden kullanılan araçlara bakardı, suçun işlendiği zaman ve yere bakardı. İmamoğlu’nun konumuna göre en önemlisi de; suçun konusunun önem ve değerine bakardı, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığına bakardı.

Öyle ya “suçun konusunun önemi” ağırdı: Bu ceza, İmamoğlu’nun siyasi yaşamını baltalayacaktı. Meydana gelen zarar ver tehlike büyüktü: İmamoğlu, AKP’nin elinden sadece İstanbul seçmenin oyunu almamıştı, şehrin rantını almıştı. Tarikatlara aktarılan paraların musluğunu kesecekti. Bundan daha ağır bir zarar mı olurdu? İmamoğlu belki de Cumhurbaşkanlığı’na yürüyordu. Bundan daha “tehlikeli”si mi olurdu.

Hakim de haliyle alt sınırdan yani 1 yıldan, yüzde 50 uzaklaşmıştı. O kadarı da yeterdi zaten, fazlaya da gerek yoktu.

Hakim, 1 yıl 6 aylık, "alt sınırdan uzaklaşılmış" cezayı, “suçun basın önünde işlenmiş olması” nediyle 1/6 oranında artırarak 1 yıl 9 aya çıkardı. Sonra da “ahmak” sözünün YSK üyelerine karşı olduğunu iddia etti ve 1 yıl 9 aylık cezayı da yarı oranında artırarak 2 yıl 7 ay 15 gün hapse yükseltti.

Bu adımların hepsi kararda vardı, ama bir şey yoktu; katile, çeteye, hırsıza hatta yeri geldiğinde tecavüzcüye uygulanan “takdiri indirim”, nam-ı diğer, “iyi hal” indirimi, kararda yoktu. Zaten o nedenle de hiç konuşulmadı. Kimse de mahkeme bu indirimi niye yapmadı diye sormadı. Kimse hakime, “İmamoğlu’nun cezası niye alt sınırdan, ne tehlikesi vardı, ne ağırlığı vardı suçun” diye sormadı.

İmamoğlu "iyi halli" değil miydi?

Cezanın, alt sınır olan "1 yıl" yerine "1 yıl 6 ay"dan başlamasının sırrını çözdüysek şimdi şu soruya yanıt bulmamız gerekiyor: İmamoğlu'na neden "iyi hal" indirimi yapılmadı? "İyi hal indirimi" diye bildiğimiz "Takdiri indirim" nedir, kimlere yapılır, kimlere yapılmaz?

Açalım TCK’yı, eksilerin deyimiyle “karakaplı”yı. Madde 62. Başlık: Takdiri indirim nedenleri:

“Fail hakkında cezayı hafifletecek takdiri indirim nedenlerinin varlığı halinde… Cezaların altıda birine kadarı indirilir.”

Devam ediyor “karakaplı”. Öyle ya bu takdiri indirimin hangi koşullarda yapılacağını da açıklaması gerekir:

“Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları veya cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri göz önünde bulundurulabilir. Ancak failin duruşmadaki mahkemeyi etkilemeye yönelik şeklî tutum ve davranışları, takdiri indirim nedeni olarak dikkate alınmaz. Takdiri indirim nedenleri kararda gerekçeleriyle gösterilir.”

Parça parça gidelim.

Failin geçmişi: 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin hakimi, İmamoğlu’nun geçmişine bakmış bir indirim sebebi görememiş. Takdiridir.

Sosyal ilişkileri: AKP’lilerle fotoğrafı olan hakim, İmamoğlu’nun “sosyal ilişkileri”ne bakmış, yine bir indirim sebebi görememiş. Takdiridir.

Fiilden, yani “ahmak” sözünü söyledikten sonraki ve yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışlarına bakmış, İmamoğlu’nun Soylu’dan bir özür dilemediğini görmüş olmalı ki “uslanmamış bu” deyip indirim yapmamış. Takdiridir.

Evet geldik, “karakaplı”daki en kritik ibareye; failin geleceği üzerindeki olası etkileri: Hakim bakmış ve kendince demiş olmalı ki, “Ben şimdi burada indirim yaparsam cezayı 1 yıl 9 aya geri çekmem gerekir. O zaman da ertelemem gerekir. Bu fail (İmamoğlu) yarın bir gün, ceketini cumhurbaşkanlığı için çıkarmaya kalkar, buna izin veremem. Bu cezayı bu kadar alsın ki gelecekte de ceketini çıkarıp kollarını sıvamaya kalkışmasın.”

Hakim iç sesini ve “dış sesleri” iyi dinlemiş olmalı ki İmamoğlu’nun cezasında “failin geleceği üzerindeki olası etkileri” nedeniyle de 1/6’lık “iyi hal” indirimini çok görmüş. Aslında bu indirimin yapılmaması bile davanın neden açıldığını çok iyi gösteriyordu ama biz yine de “hakimin takdiridir” diyelim, takdiri okura bırakalım.

Yasak gelmeyecek miydi?

Soru şuna dönüştü: Mahkeme, İmamoğlu’nun cezasının başlangıcını 1 yıl 6 ay yerine, alt sınır olan 1 yıl yıldan başlatsa ve “iyi hal”den de 6’da 1 oranında indirseydi ne olurdu, siyasi yasak gelmez miydi?

Yine “karakaplı”ya göre cevaplayalım:

Öncelikle biraz önceki satırlara tekrar dönelim: Alt sınırdan uzaklaşma.

TCK’da “cezaların belirlenmesi” maddesi vardır. Numarası da 61’dir. Madde, “Hakim somut olayda, suçun işleniş biçimini suçun işlenmesinde kullanılan araçları, suçun işlendiği zaman ve yeri suçun konusunun önem ve değerini, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, failin güttüğü amaç ve saiki” der ve devam eder: Hakim bunlara göre temel cezayı belirler.

Oysa karara baktığımızda hakimin bunlardan sadece birine bakıyor. Karardan aynen aktaralım:

“Sanığın üzerine atılı kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçu sabit görüldüğünden sanığın eylemine uyan TCK’nın 125/3-a maddesi uyarınca, sanığın kişiliği, suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman dikkate alınarak sanığın 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına”

Karakaplızarar der, önem der, değer der, tehlike der ama karara baktığımızda hakim bunların hiçbirini saymaz. Onun yerine “cezanın alt sınırının belirlenmesi”nde hiç de sayılmayan sanığın kişiliği yazar ve karar burada kendini ele verir. Dedik ya kararın önemi de değeri de AKP’nin İstanbul’u kaybetmesinde, İmamoğlu’nun belki de Cumhurbaşkanlığı’na yürümesindedir. Öyle olunca hakim ne yapsın, “takdirini” o değerlerden, o önemden yana kullanıp cezanın alt sınırını 1 yıl yerine 1 yıl 6 ay olarak belirler.

Bütün bunlardan sonra gelelim TCK’da, “hapis cezasının ertelenmesi” hükmüne. Maddesi de 51’dir. Der ki bu madde:

“İşlediği suçtan dolayı 2 yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm edilen kişinin cezası ertelenebilir.”

“Karakaplı”, hakime “erteleyebilme” takdiri sunuyorsa bunun koşullarını da sıralamış olması gerekir değil mi? Sıralamış:

-(Fail) Daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı 3 aydan fazla hapis cezasına mahkum edilmemişse.

-Tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaat oluşmuşsa.

Baktığımızda İmamoğlu’nda her iki koşul da var: Önceden bir mahkumiyeti yok, sonradan da sağa sola “ahmak” diyerek laf ettiği vakıa değil.

Dönelim sorumuza; 2 yıl 7 ay 15 günlük hapis cezasında 1/6 indirim yapılıp ceza 1 yıl 9 aya inseydi ne olurdu?

İki cevabı var:

1) Hürriyeti bağlayıcı ceza, yani bildiğimiz hapis cezası, 2 yılın altına düştüğü için ertelenebilirdi. Öyle ya “karakaplı” öyle buyuruyor.

2) Ceza 2 yılın altında kalacağı için,hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilirdi. Bu karar verilmiyorsa da doyurucu gerekçeleri gösterilmek zorunda kalınırdı.

Birinci durumda cezanın bütün sonuçları erteleneceğinden, siyasi yasak da ertelenmek zorunda olacaktı.

İkinci durumda zaten bir bakıma “hiç karar verilmemiş” gibi olacağından bugün siyasi yasağı konuşmuyor olurduk.

Sonuç olarak; Mahkeme, Ekrem İmamoğlu’nun cezasının alt sınırını 1 yıldan fazla belirledi ve kamuoyunda “kravat indirimi” olarak bilinen “iyi hal” indirimini yapmayarak cezayı 2 yılın üstünde tuttu. Böylelikle cezanın ertelenmesi veya hükmün açıklanmasının ertelenmesinin önüne geçti. Nihayetinde de İmamoğlu’na siyasi yasak geldi.

İmamoğlu o kravatı o gün çıkarmayacaktı. Belki de “suçu” yanlış işledi: Katil olacaktı, hırsız olacaktı belki o zaman “iyi hal” indirimini alırdı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ERSAN ATAR Arşivi
SON YAZILAR