SAMİM AKGÖNÜL
Saraçhane is the new Taksim
“Hafıza mekanı”, toplumsal tarihçilerin sık sık başvurdukları bir kavram. Kavram 1984-1992 yılları arasında Fransız tarihçi Pierre Nora'nın (1931-) yönetiminde yayınlanan 3 ciltlik Les Lieux de Mémoire eserinden hareketle kullanılması yaygınlaşan bir tahlil aracı.
Pierre Nora, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarihin artık devletlerin ya da hükümdarların güdümünde değil toplumsal hafızanın şekillendirdiği tarihsel yaklaşımların dayatmasıyla yazıldığı kanısındaydı. Artık tarihçi, hükümdarın emrindeki bir Vak‘anüvis değil, toplumsal hafızanın şahidi ve eleştirmeni olarak görülüyor.
İşte bu toplumsal hafıza, ya da Maurice Halbwachs’ın (1877-1954) deyimiyle kolektif hafıza, boşlukta oluşup aktarılamaz. Özdeşleşeceği bir “şeye” ihtiyaç duyar. Bu “şey” elbette somut bir nesne olabileceği gibi (örneğin bütün dinlerdeki rölikler ya da kutsal emanetler) soyut semboller de olabilir. Örneğin bir şarkı, bir el işareti, bir slogan, bir olay veya bir kurum da olabilir. Çırpınırdı Karadeniz ya da Çav Bella, İzmir marşı ya da bir başkadır benim memleketim toplumsal hafızanın nesneleridir, aynı “Yeter Söz Milletin” ya da “Seni Başkan Yaptırmayacağız”ın işlevi gibi. Elinizle V işareti, yumruk veya Rabia işareti yaparsanız toplumdaki kodlar bunların manasını hemen çözer.
Daha da önemlisi kişiler, kahramanlar, şairler kendi fiziksel varlıklarının ve gerçekten yaptıkları şeylerin ötesinde toplumsal hafızanın nesnesi haline gelebilirler. Nasrettin Hoca ya da Hacı Bektaş, 2. Abdülhamit ya da Atatürk kolektif hafızanın tetiklenmesi görevini yerine getirirler zira bu şahıslarla ilgili kodlar geniş kitleler tarafından paylaşılır.
Ama elbette toplumsal hafızayı tetikleyen, koruyan ve aktarımını sağlayan en önemli nesne mekandır. Hafıza mekânı, coğrafi mekânlıktan çıkıp bir hafıza ortamı haline gelir. Bu ortam sadece yere basılan bir zemin değil, seslerle, kokularla, renklerle, şekillerle hafızayı hem tekrar tekrar inşa eder hem korur, hem de aktarımını sağlar. Bu hafıza ortamları, toplumsallaşmanın olmazsa olmazıdır diyebiliriz. Kaybolurlarsa, yasaklanırlarsa toplumsallık yara alır.
Kavram daha çok kentselliği çağrıştırıyor. Ama bu demek değil ki kırsalda hafıza mekânı olamaz. Örneğin 2011 Uludere cenazesi bir hafıza ortamı yaratmıştır diye düşünüyorum, ya da geleneksel yayla şenlikleri toplumsal hafızayı elbette şekillendirir. Ancak hafıza ortamı gene de kentsel bir kavram. Her şehrin kendine özgü hafıza ortamları olduğu doğrudur. Uluslara ya da sosyal sınıflara ait daha sembolik ortamlar da var elbette.
Türkiye’nin en belirgin hafıza mekânı ve ortamı galiba Taksim. “Taksim” başlı başına bir kavram. Gezi parkından başlayıp Galatasaray meydanına uzanan bu ortamda politik ve sınıfsal hafızayı şekillendiren iki olay gerçekleşti. 34 kişinin öldüğü 1 Mayıs 1977 olayları ve Mayıs-Haziran 2013 Gezi parkı direnişi. Bu iki kırılma ânının dışında daha periyodik şeyler de var. Her 1 Mayıs’ta “Taksim’e çıkma” çabaları ve polis şiddeti, 2003’te 30 kişiyle başlayıp 2013’te 100 000 kişinin katılımıyla fenomen haline gelen ve 2015’ten beri “yasaklanan” LGBT onur Yürüyüşleri, 1995’ten beri Plaza Del Mayo’dan esinlenip Galatasaray meydanında düzenlenen “Cumartesi Anneleri” toplanması, Meydandaki “Yılbaşı kutlamaları” polemikleri ve hatta, şimdi inanması güç olsa da 2011-2018 arasında geçekleştirilen Ermeni soykırımı anmaları kolektif hafızada iz bırakan olaylar, hareketler, akımlar. 2022’de artık Taksim’in “yasaklı” olması, kamuoyundaki Taksim ve çevresinin artık “Araplaştığı” algısı ve 2013’den beri her kitlesel harekete yapılan ağır polis baskısı Taksim’in Hafıza ortamı rolünü oynamasını engelliyor. Bu durum, dolayısıyla, Türkiye’de zaten zayıf olan ortaklık duygusunu, Ernest Renan’ın “Her gün yapılan plebisit” dediği ortak yaşam iradesini zayıflatıyor.
Biliyoruz. Siyaset boşluğu sevmez, toplum da sevmez. Bir ortamın yasaklanmasıyla ortaya çıkan vakum başka bir ortamla hemen dolar. Ve bu ortam tabii ki de deniz doldurularak inşa edilmiş, kontrol altında yapılan yapay mitinglerle, geniş, ruhsuz, kokusuz, renksiz beton platformlarla yapılamaz. Ne yapılırsa yapılsın, isterse sayın Cumhurbaşkanı takla atsın Yenikapı toplumsal hafıza ortamı olamayacak. Zira orada kalabalık olsa da yaşam yok. Orada slogan olsa da Polis, yani şehir yani “politika” yok. Taksim’in boşluğunu asla dolduramaz. Orada toplanma doğal değil.
İki sene arayla iki miting Saraçhane meydanını yeni bir hafıza ortamı yapmak üzere. Yani şehrin politik hafızası tekrar eski şehre kayıyor. Öğrenci hareketleriyle bilinen Beyazıt Meydanı, Halide Edip’in meşhur konuşmasıyla hatırlanan Sultanahmet meydanı turistlere terkedilmiş, eski şehir İstanbullulardan çalınmıştı. Ekrem İmamoğlu’nun belediye başkanlığı ile İstanbullular tekrar Konstantiniyye’ye geri dönüyorlar. Müze gezmek için değil, Kapalıçarşı’dan bilezik almak için de değil, siyasal iradelerini korumak ve politikaya dahil olmak için. Ancak hafıza ortamı uzun vadede ortaya çıkan bir kavram. Ekrem İmamoğlu Cumhurbaşkanı olduğunda üçüncü mitingini gene aynı yerde yaparsa ve milyonlar bir devrin kapanışını kutlamaya buraya gelirse söz konusu miting popüler kültürde aktarılan bir olay olabilir ve Saraçhane İstanbul’un yeni hafıza ortamı haline gelebilir. Şimdiden ilk mitingin “kolları sıvama” görüntüleri kült olma yolunda. Ama o da yetmez, oraya bir anıt dikilmesi gerek hafızayı korumak için, o anıta güvercinlerin pislemesi gerek, aşıkların önünde randevulaşması, dolandırıcıların saftiriklere anıtı satması. Yaşam, Ekrem İmamoğlu sayesinde Saraçhaneye kayarsa ancak orası hafıza ortamı haline gelir.