EMEK EREZ
‘Köpek’: Toplumsal normlar mı, insan doğası mı?
Toplumun gözünde ne olduğu fikri bir insanın yaşamını belirlemeye başladığında, özne kendini genellikle başkasının bakışından değerlendirerek kırılganlaşabiliyor. Özellikle kadınlar için toplumsal cinsiyetin kodları devreye girdiğinde, baskı bedenin her yerinde kendini gösteriyor, bu durum çeşitli tahakküm biçimlerinin etkisiyle kişinin yaşamını, kendini içine hapsettiği bir kafese dönüştürebiliyor.
Baskı biçimi olarak iş gören konulardan biri de anne olmak. Annelik, belirli bir yaşa gelen kadınlardan beklenen, zorunluluk hissettiren bir tahakküm şekli olarak işlediğinde, bir kurumu andırıyor ve cinsiyet normlarının parçası kılınıyor. Bunun sonucunda, norma sığmayan bedenler bir bakıma kendi kendinin denetimcisi hâline getiriliyor çünkü varlığı toplumun gözünden belirlenmeye başlayan özne, kendini buna uyduramadığında bedeni üzerindeki sözünü kaybetmeye başlıyor. Özellikle annelik gibi “kutsallaştırılan” durumlarda, kadınlar için bu yalnızlaştıran, eksik hissettiren bir yöne evrilebiliyor.
Bu nedenle, toplumsal cinsiyet normları tarafından bir ideal olarak belirlenen annelik gibi konularda, gerek sağlıkla ilgili nedenlerle gerekse kendi tercihiyle anne olmayan kadınlar, belirlenen ideale yerleşemediği için çeşitli sorunlarla baş etmek zorunda kalıyor.
Pilar Quintana’nın “Köpek” adlı kitabı, yukarıda bahsettiğimiz meseleleri düşündürüyor. Kitap, Can Yayınları tarafından Havva Mutlu çevirisiyle basıldı. Yazarın anlatısı, yukarıda bahsettiğimiz meseleleri başka katmanlarla birleştirerek, anne olma arzusu duyan fakat bu konudaki tüm denemeleri başarısızlıkla sonuçlanan bir kadının, hissettiği baskının onu nasıl dönüştürdüğüne odaklanıyor. Quintana, anlatısında metnin bu yanını çok göze sokmuyor, okurken kitabın başlarında yaratılan duygusal etki kitabın sonuna doğru hissettiklerinizle oldukça farklılaşıyor. Karakterin “tuhaf” değişimi okur açısından düşününce epey çetrefilli. Çünkü metin boyunca odaklandığınız farklı farklı temalar metni boyutlandırıyor ve ayrıntıda başka anlamlar bulmanıza sebep oluyor.
BİR HAYVANI SEVMEK ve BAŞKA ŞEYLER
Kolombiya’da, Pasifik kıyısında, bir turizm bölgesi olduğu anlaşılan, sarp kayaların, dağlık arazilerin zor şartlarında yaşayan siyahilerin yaşamına da dokunan “Köpek” kitabının anlatısı daha çok Damaris adlı kadın karakter üzerinden ilerliyor. Metnin en belirgin temalarından biri karakterin bir yavru köpeği sahiplenmesiyle ortaya çıkıyor: Hayvan sevgisi. Hatta metinde bu konu o kadar belirgin hissediliyor ki kitabı hayvan-insan ilişkisi üzerinden de okuyabilirsiniz.
Metnin karakteri Damaris, bakmak için aldığı köpekle etkileyici bir bağ kuruyor onu her şeyden korumaya, ona en iyisini vermeye çabalıyor. Yazar metinde öyle bir sevgi ilişkisi gösteriyor ki, okurken üzerinizde tesirini hissediyorsunuz. Ancak köpek büyüyüp özgürlüğünü ilan edince işler değişiyor, Damaris onu denetleyemez duruma gelince, evden kaçmaları, uzunca ortadan kaybolması ve üstüne hamile kalması işleri çığırından çıkıyor, bu öyle bir duruma geliyor ki karakter hayvandan nefret etmeye ondan kurtulmaya çalışıyor. Bu durum şunu düşündürüyor, insan tahakküm kuramadığı canlı ile ilişki kuramaz mı? Açıkçası ilk bakışta metinden çıkabilecek sorunun bu olduğu söylenebilir. Ancak ilerledikçe hatta metni sondan başa doğru düşündükçe meselenin bu kadar basit olmadığı fark ediliyor.
İDEAL ALANA YERLEŞEMEMEK
Bir kadın, bebekliği boyunca koynunda taşıdığı, onca yoksulluk içinde kendi yiyemediği şeylerle beslediği, kaybolduğunda günlerce arayıp üzüldüğü bir hayvandan nefret edecek, sonunda onu öldürecek boyuta nasıl geliyor? Bana kalırsa metnin çözülmesi gereken düğümlerinden birinin bu olduğu söylenebilir. Söylediğimiz gibi, Quintana metne yerleştirdiği, görünür kıldığı temaların altında başka bir şey anlatmaya çalışıyor ve hatta şu söylenebilir, ilk bakışta çok kolay insan doğası deyip geçivereceğiniz, insan türünün doğayla kurduğu nesneleştiren ilişkiye gönderme yapabileceğiniz bir temayla okuru “oyalıyor”. Ancak fikrimce onun derdi insan doğasının değişkenliğine dikkat çekmek veya insanın sonuçta kötü bir tür olduğuna dair bir kanaat belirlemek değil. Yazarın yapmaya çalıştığı şey, kitap özelinde toplumsal normların gerektirdiği “ideale” yerleşemeyen bir kadının, kendi içinde yaşadığı sorunların zaman içinde onda yarattığı tahribata işaret etmek.
BAŞKASININ BAKIŞI
Bana kalırsa, bu metinde üzerinde durulması gereken mesele, başta karakter için o kadar önemli olmasa da çevrenin soruları ve gözetleyen bakışı nedeniyle çocuk sahibi olmak isteyen, bunun için zor ve yoksul şartlarda elinden gelen her şeyi deneyen, sonunda “başarısız olma” veya eksik hissettirilme durumunu yaşayan bir kadının yaşadıklarının etkisiyle içine düştüğü hâl.
Metnin şu kısmında söylenen de fikrimizi destekliyor: “Damaris’in çocuğu olmamıştı. Rogelio’yla birlikte yaşamaya başladığında on sekiz yaşındaydı. Evlilikleri iki yılı doldurunca insanlar sormaya başlamışlardı: ‘Ne zaman bebek yapacaksınız?’ ya da ‘Bebek yapmak için ne bekliyorsunuz?’ diyorlardı.” Çiftin yaşamında başta belki de çok belirleyici olmayan bebek sahibi olma fikri, bu sorulardan sonra onların hayatında epey yer etmeye başlıyor, metinden sezilen bu. Çünkü karakter kitapta da söylendiği gibi sorulardan sonra bu konuda harekete geçiyor: “Sonunda Damaris hamile kalabilmek için dağlardan adları Meryem ve Kutsal Ruh olan iki tür ot toplamaya, ikisini birlikte kaynatıp suyunu içmeye başladı. Bu otların hamile kalmayı kolaylaştırdığını duymuştu.”
KIRILGANLIK
Damaris’in hamile kalamaması ile ilgili başkasının yorumlarının da onu kırılganlaştığını kitabın farklı bölümlerinde görüyoruz. Mesela, köpeğin adını Chirli koyuyor ve bu konuda kuzeniyle girdiği diyalogun söylediği bir şeyler var: “Az sonra Luzmila iğrenir gibi köpeğin adını sorunca Damaris ‘Chirli’ diye cevap vermek zorunda kaldı. Damaris ile Luzmila kuzendiler. Doğdukları andan itibaren birlikte büyüdükleri için birbirleri hakkında çok şey bilirlerdi. ‘Chirli mi? Şu güzellik kraliçesinin adı gibi yani…’ diyerek güldü Luzmila, ‘Kızın olursa ona bu adı vermeyi düşünüyordun değil mi?’” Karakterin karşılaştığı bu tarz iğneleyici cümleler onu sarsıyor. Çünkü Gamze Hakverdi’nin “Vulnus - Kırılganlık Üzerine” adlı kitabında ayrıntılı bir şekilde tartıştığı gibi, başkasının gözündeki yerinle kendi olduğun şey arasında kalmak, özellikle konu beden olduğunda “eksiklik” ve “fazlalık” hissini yoğunlaştırıyor. Quintana’nın karakteri üzerinden konuyu düşündüğümüzde, onun hamile kalamamayı bedeninin yani kendisinin bir eksikliği olarak gördüğünü gözlemleyebiliyoruz.
Ayrıca yine Hakverdi, kırılganlıkla ideal olan alana yerleşmeme arasında güçlü bir bağ olduğuna dikkat çekiyor. Karakterin yani Damaris’in durumunda ideal alan anne olma arzusu olarak belirginleşirken ona ulaşamamanın getirdiği kırılganlık metnin ayrıntılarından sezilebiliyor. Mesela, karakterin zorlu bir tedavi sürecinin ardından, artık zorunlu hâle gelmiş cinsel ilişkiye girmekten kurtulduğu için rahatladığını hissettiği anda düşündükleri, bunu açık ediyor: “Damaris bir yandan bu mecburiyetten (cinsel ilişki) kurtulmuş olmaktan dolayı rahatlarken bir yandan da kendini yenik düşmüş hissediyordu; kadınlığın yüz karası, doğanın bir ucubesi, işe yaramazın tekiydi.”
Bu cümleler karakterin hamile kalamamayı kendisinden kaynaklı bir kusur olarak yorumladığının göstergesi oluyor. Elbette karakterin hisleri sadece kendi yaşadıklarıyla ilgili değil, daha önce de bahsettiğimiz gibi, başkasının onun hakkındaki yorumlarının da üzerinde oldukça etkisi var. Örneğin: yine kuzeniyle girdiği bir diyalogda bunu görebiliyoruz: “Bir süre önce, yavru köpeği aldığı gün, Luzmila hazırladığı düzgünü Damaris’in yüzüne sürerken, cildinin güzelliğine hayran kalmıştı. Ne bir kırışık vardı yüzünde, ne de küçük bir leke… ‘Bir de bana bak’ dedi, açıklamaya çalışır gibi… ‘Tabii ya, çocuk falan doğurmadın ki sen…”
Pilar Quintana’nın, “Köpek” adlı kitabı şu sorular etrafında dolaştırıyor okuru: Karakter (Damaris) çok sevdiği köpeğini hem de hamileyken neden öldürdü? İnsanın doğasında zaten var olan kötülüğün açığa çıkmasından mı? Türümüzün doğa ve hayvanla kurduğu tahakkümcü ilişkiden mi? Yoksa toplumsalın gözünde bir kadın için ideal konum olarak kurulan anneliğe ulaşamadığı için, köpeğin hamileliğinde kendi yarasını gördüğü için mi?
Cevap her okurun kendi yorumuna göre değişecektir. Benim cevabım yazı boyunca anlatmaya çalıştığımla ilişkileniyor, köpeğin katili cinsiyet rolleri, toplumsal normlar, başkasının bakışı ve bizi o bakışın idealine yerleştirmeye çalışan gözetim ve tahakküm biçimleri.