ERSAN ATAR
Mersin'e Tersinden Bakmak
Bir gazetecinin, daha olay olduğu anda, “biraz sonra neler yazacağını biliyor olması” kadar tehlikeli ve sorunlu bir şey yoktur.
Bu tehlike üç boyutludur. Birincisi mesleği adınadır; gazeteci olayı, “biraz sonra yazacakları” doğrultusunda gözlemler ve hatta araştırır da. Araştırdığını zanneder. Oysa ki adına “araştırma” dediği faaliyetleri; biraz sonra yazacaklarını renklendirme, “diğerlerinden” ayrıştırma, bir adım öne çıkma çabalarıdır. Bilir ki biraz sonra diğer meslektaşları da “olay olduğu anda ne yazacaklarını” biliyorlardır. Gazeteci burada kötü niyetli de olabilir, iyi niyetli de olabilir. İyi niyetli olsa bile yaptığı bu çalışmaların adı aslında “araştırma” değildir; öğretilmiş ezberleri soslamaktır. Bu “ezberler”i gazeteciye birisinin oturup öğretmesi şart değildir. Gazeteci bu “ezberleri”, -iyi niyetli olsa bile- sosyal, siyasal ve ekonomik atmosferden, kendisi bile farkında olmadan derlemiştir. Bu derleme, tıpkı bir sebzenin, meyvenin hava kirliliği yoğun olan bir ortamda yetişmesi gibidir. Bu gazetecinin üreteceği bilgi dolaşıma girer ve kirli atmosferin bir parçası, besleyicisi haline gelir. Bir sonraki gazeteci de artık, ezberlerini o kirli havanın etkisiyle oluşturacaktır. İyi niyetli olsa bile.
Bir gazetecinin, “daha olay olduğu anda, biraz sonra yazacağını biliyor” olması okur için, renkli, göz alıcı bir zehirli iksirdir. Hele gazeteci yazdıklarını iyi “soslamışsa” tüketimi de iştah artırıcıdır, okur hep “aynısından” ister.
O haber, okurun da işine gelir; bildiği tattır ve hazmı kolaydır. Ne de olsa okur da gazetecinin atmosferini solumaktadır ve o “kirli havada” yetişmiş bir meyvedir. İklim koşullarındaki ani değişim okurun işine gelmez çünkü bütün “zırh”ları o iklim koşullarına uygundur. Bu aslında iyi niyetli gazeteciyi de zorlar ve iyi niyetli gazeteci artık bütün faaliyetlerini “araştırma” zanneder. Özcesi; bu bir sarmaldır.
Bir gazeteciye, “daha olay olduğu anda, biraz sonra yazacaklarını” biraz haber kaynağı (kolluk vs) biraz da olayın faili öğretir. Fail, olayı daha tasarlarken kaçış yollarının nereler olduğunu planlamaktadır. O fail, delilleri nasıl yok edeceğini hesaplamıştır. Suçu kimlerin üzerine nasıl atacağının taşlarını döşemiştir. Fail ne kadar zekiyse kendini koruyacak atmosfere o kadar dengeli zehir salar; ne etkisiz olacak kadar eksik, ne de zehrin kokusu daha solunduğunda anlaşılacak kadar fazla. Fail ne kadar zekiyse, olayı soruşturacak kamu gücünün de o kadar işini kolaylaştırır. Çünkü kolluk, olaydan sonra artık bir “film senaryosu”nu tamamlıyordur. Olayı, failin bıraktığı yerden alır ve “sondan başlayan bir film” gibi olayın başlangıcına gitmeye çalışır. İşte failin zekası, iyi niyetli olsa bile kolluğun yazacağı senaryoya malzeme vermesiyle, onu yönlendirmesiyle ölçülür. Artık gazeteci de okur da o senaryonun içinde bir oyuncu, bir figürandır. Filmin oyuncuları fail ve kolluktur.
Mersin / Mezitli’deki Tece Polisevi önündeki olaylar olduğu anda çoğu gazeteci “biraz sonra neler yazacağını” biliyordu. Okur da neler okuyacağını biliyordu. Failin de, gazetecinin de, kolluğun da okurun da işi kolaydı. “Biraz sonra” sunulacak; tanınan, bilinen menüden seçilmişti: PKK.
Kolluk, siyaset, gazeteci ve hatta okur, sunulan yemeğin sosunun tadını biliyordu. Sunan, “müşteri”sine bunu nasıl satacağını en son 10 Ekim Ankara Gar Katliamından biliyordu. Çözüm sürecini zehirleyen, Ceylanpınar’daki iki polisin öldürülmesi olayından deneyimliydi. Ankara Güvenpark patlamasında üstünde çalışmıştı. Bütün bu deneyimlerden sonra sunum Mersin’de artık “usta işi”ydi.
Bütün olup bitenleri anlayabilmek için “atmosfer nasıl kirlenir” ona bakmak gerekir. Elbette bu anlatacaklarımız Mersin’de yaşananları çözecek değil, gazetecinin böyle bir görevi de yoktur.
10 EKİM’DEN TANIDIK MENÜ
“Gazetecinin, daha olay olduğu anda biraz sonra ne yazacağını bildiğini” gösteren pek çok örnek verilebilir elbette. Ama çok örnek, “sunum”un içindeki malzemeleri daha doğru anlatmamızı zorlaştıracağı için ağırlıklı olarak “10 Ekim Katliamı”nı ele almayı uygun bulduk. Hem ne de olsa patlamadan hemen sonra olay yerindeydim ve sonrasında “neler olup bittiğini” hep öğrenmeye çalıştım.
Patlamanın yaşandığı zaman, uzun yıllardır çalışmakta olduğum Sabah Gazetesi’nde yargı muhabirliği yapmaya çalışmaya devam ediyordum. Ne olduğunu sonrasında anlayabilmek için, “olay yerine er veya geç mutlaka gitme”nin yararlı olacağını, yıllarca soruşturma kovalamış, dava takip etmiş bir gazeteci olarak bilirdim. Olay yerine vardığımda bir güvenlik şeridi bekliyordum ve içeri alınmayacağımızı düşünüyordum ama öyle değildi. Kabul etmeliyiz ki olayın büyüklüğü nedeniyle böylesi bir tedbir belki mümkün de değildi. Ama bir şeyler oluyordu. Polis olay yerine gaz sıkıyordu; alan pusluydu. Tüm alanı görmek bu nedenle zordu. Sonrasında tanıklarının günlerce yemek bile yiyememelerine neden olan ortamı da düşünürsek atılan gaz nefes almayı da zorlaştırıyordu. Ama gazetenin acelesi vardı: Saldırıyı kim yapmış?
Bu sorunun cevabını kimden alacaktınız? Gazeteci olarak olay yerine gelen polisten, savcıdan. Ve biraz da olayın meydana geliş şekline göre bir sonuca varmaya çalışacaksanız olayın halen ölmemiş mağdurlarından. Tanıklar ve mağdurlar anlatıyordu: Şöyle halay çekiyorduk, şöyle patlama oldu, şöyle ikinci patlamayı duyduk.
Polis ve savcı anlatıyordu: “Her ihtimalin üzerinde duruyoruz. Bir provokasyon da olabilir.” Kilit cümle buydu. “PKK” demeye çalışmanın anlık çekingen cümlesiydi. Gar önündeki kolluk, “Bir provokasyon da olabilir” cümlesinin gerisini getirmenin kendi işi olmadığının farkındaydı. Öyle ya böylesine büyük bir katliamın “failleri”ni açıklamak bir polis müdürünün, alanı şöyle bir dolaşıp adliyeye dönecek olan savcının işi olamazdı. Cevabı siyasetteydi.
Sahne, o sırada daha kamera arkasında “olay her yönüyle soruşturuyor” diyerek bir sonraki sahneye hazırlanan siyasetten önce medyaya bırakılmıştı. Sufle kolluktan geliyordu: Sosyal medya didik didik ediliyordu. “Bomba Ankara’da patlayacak” paylaşımlarını yapanların ten renkleri, doğum yerleri araştırılıyor, bunların PKK ile yolları bir şekilde kesişmişse mutfaktan hemen o yemek çıkarılıp basına ve okura servis ediliyordu. Bu yemeğin tadına aşina olan ve garsondan hep, “her zamankinden olsun” diyen okur bunlarla doyuyordu. Bu servis bir iki gün sürdü. Bir kısım okursa artık “her zamankinden” istemiyordu.
Siyaset kostümlerini giymiş, sahneye çıkmaya hazırdı ama işi zordu. Gazeteci olayı sosyal medya paylaşımları üzerinden PKK’ya bağlayabilir, gazeteciye bu bağlantı kurdurulabilirdi ama siyasetçinin daha “ayakları yere basan(!)” açıklamalar yapması gerekirdi. Hem bir taraftan da kendini patlatan canlı bomba, “canlı bomba” olduğu gerekçesiyle yakalaması varken Gaziantep’ten çıkıp Ankara’ya gelmiş, getirilmişti. O halde ortaya karışık bir “menü” hazırlanmalıydı adına “kokteyl terör” denmeliydi.
Siyaset bunu şöyle bir söyleyip çekilecek, senaryoda sahne yeniden “gazeteci”lere bırakılacaktı. Çalıştığım gazetede o bir iki gün boyunca bu “kokteyl terör”ün tarifi arandı. Malzemelere bakılarak yemeğin tarifini çıkarmak zordu: IŞİD, PKK, DHKP-C, MLKP.
“Şefin özel spesiyali” gibi, her malzemeden vardı. Ama olmuyordu; Suriye’de birbiriyle çatışan PKK ve IŞİD aynı tabakta durmuyordu. DHPKP-C ve PKK’yı yan yana getirmek zordu. Ama yine de bu “servis”in yapılması gerekiyordu. Sadece “PPK”yı kabul etmeyen yani “her zamankinden” istemeyen okur da bu iki gün o “kokteyl”le doyuruldu.
Her iki hedef kitle de doyduğuna göre artık başrol karakterinin çıkıp tarifi vermesi gerekiyordu ama bu birden olmamalıydı, daha önceki iki sunumu tüketenlere, “biz ne yedik” dedirtilmemeliydi: “Ankara saldırısında bir isme çok yaklaştık, önceliğimiz DEAŞ.” Açıklamayı yapan dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’ydu. Hani daha sonra şu açıklamayı yapacak olan Davutoğlu:
“Şimdi, anketler geliyor… Öncesinde, beyanname (seçim beyannamesini kastediyor) sonrasında anket yaptık. Şimdi Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var. Birçok anket var… Saldırıdan sonra da yüzde 44 bandına doğru yükselme trendi devam ediyor. Önemli olan burada bizim hedefimiz Ak Parti’nin tek başına iktidarı getirecek sonucu elde etmesi…”
Davutoğlu’nun bu sözleri; önce PKK olarak sunulan, sonra “IŞİD, PKK, DHKP-C, MLKP” kokteyline dönüşen sunumdan memnun olan kitlelerin “doyurulduğu”nun sağlamasıydı. Sonrasında “tarif”in sadeleşip sadece IŞİD’in sunulmasında artık hiçbir beis yoktu. AKP’nin tabanı artık kahvehanelerde, “Gar saldırısını PKK yapmamış, IŞİD yapmış” diyecek olan çıkarsa da “Ha IŞİD ha PKK hepsi aynı değil mi? Hepsi dış güçlerin maşası değil mi” diyebilirdi. Ve karşısındaki kişi, “Orası da öyle” deyip okey taşlarını dizmeye devam etmek zorunda kalmaz mıydı?
AKP’nin siyasi gücünü sürdürmesinde, biraz da bu “kahvehanedeki rakibini susturma” yeteneği olan tabanına gerekli tartışma malzemelerini iyi veriyor olması etkili değil miydi? 17/25 Aralık’ta da bu böyle olmamış mıydı? “Tapelerinin montaj olduğu bilgisi”ne sahip olan bir tabandan daha güçlü kim olabilirdi. Hem o taban ve onunla siyasi tartışmaya girecek olan rakibi, muhtar seçimlerinde bile “adam yiyor ama hizmet de ediyor” kültürüyle büyümemişler miydi? “Bal tutan parmağını yalar”, o tabanın atasının sözü değil miydi?
MERSİN’DEKİ CEVAPSIZ SORULAR
Okur olarak sizde şu an, “konudan uzaklaştığımız” düşüncesi olması ihtimal dahilinde. Aslında tam da konunun içindeyiz ama tamam, yine de Mersin’e dönelim:
Mersin’de şu anda “bildiklerimiz” neler önce onları sıralayalım:
-Mersin’in Mezitli ilçesi Tece Mahallesi’ndeki polisevine saat 23.00 sıralarında silahlı saldırı düzenlendi. Polisler saldırıya karşılık verdi. Saldırıda, nizamiyedeki iki polisten Abdülkadir Öztürk yaralandı, Sedat Gezer yaşamını yitirdi.
-Bu saldırıyı düzenleyen iki kadındı ve PKK’lıydılar. Birinin ismini artık hepimiz biliyoruz: Dilşah Ercan. Birinde sırt çantası vardı. Bu anlar kamera tarafından da kayıt altına alındı.
-Bu iki PKK’lı kadın polisevine gireceklerdi ama başarılı olamayınca kendilerini patlattılar. Bir bekçinin aldığı kayıtlardaki görüntülere göre ise kadınlardan biri, olayda yaşamını yitiren polisin ateşi sonucu etkisiz hale getirildi.
Olay gayet açıktı. Hatta o kadar açıktı ki 2 dakika 50 saniye boyunca saldırganlar görüntü içindeydi. Polisevi önündeki kameradan alınan 2 dakika 50 saniyelik görüntülerde, iki saldırgan başta nizamiyeye kısmen uzak bir noktada biraz duraksıyorlar, ardından sinerek yavaş yavaş nizamiyeye yaklaşıyorlardı ve silahlarını gizleme ihtiyacı duymuyorlardı. Nitekim, elinde tabanca olduğu anlaşılan biri, 1’inci dakikanın sonlarında nizamiyeye birkaç metre kadar yaklaşıyor ateş ediyordu. Diğeri daha görüntünün başladığı noktaya yakın bölgedeydi, yola yakındı ve yavaş hareket ediyordu. Birinci saldırgan gayet açık bir hedef olarak 15 saniye sonra yani görüntüdeki zamana göre 1 dakika 15 saniye sonra diğer arkadaşının yanına dönüyor. Bu sırada 1 dakika 31’inci saniye sonrasında bir polisin kaldırım taşını kendine siper ederek ateş ettiği görülüyor. Bu sırada az önce nizamiyeye tabancayla gelen ve ateş ettikten sonra yola yakın bölgeye arkadaşının yanına dönen saldırganın elinde uzun namlulu silah olduğu görüntülere yansıyor. Nitekim bu saldırganın 1’inci dakika 50’nci saniyelerde vurulduğu anlaşılıyor ve elindeki silahı atarak yere düştüğü kayıt altına alınıyor. Bu aşamada yine elinde uzun namlulu silah olan diğeri az önce 1 dakika 31. saniyede kaldırım taşını siper eden polisin de bulunduğu noktaya yaklaşıyor ama hedefi nizamiye yönü olmaya devam ediyor. Ardından da ateş etmeyi bırakıyor, yaklaşık 20 saniye süreyle etrafını kollayarak, ateş etmeden açık hedef halinde dolaşıyor, bir ara az önce elindeki silahı atarak yere düşen arkadaşının bulunduğu yöne yöneliyor, bir gözü arkadaşında olacak şekilde nizamiyenin yan tarafına doğru geçip görüntüden çıkıyor.
Failleri “belli” olabilir ve bu konuda söz söylemek, bizim işimiz değil. Biz ulaşabildiğimiz bilgilere bağlı kalmak zorundayız; en azından elimizde başkaca bir veri yok. Ama bazı soruları da sormak zorundayız:
-Faillerden biri olay yerinde etkisiz hale getirildiyse ve sırtında çanta olan oysa her ikisinin de kendilerini patlattıkları bilgisinde, en azından bir eksiklik yok mu?
- Vatandaşların balkonlarından çektiği diğer görüntülerden iki güçlü patlama olduğu anlaşılıyor. Bu patlamalardan birinin araçta olduğu ve aracın buna bağlı alev aldığı bilgisi veriliyor. Saldırganlardan, sırt çantası olan polisevinin önünde kameranın görüş alanında etkisiz hale getirildiyse ikinci patlamayı kim gerçekleştirdi?
- 2 dakika 50 saniyelik görüntülerde nizamiyenin yan tarafına doğru giderek kameranın görüş açısından çıkan saldırgan hiç ateş etmeden yaklaşık 20 saniye süreyle etrafını kollayarak nizamiye önünde nasıl dolaştı? Polisevinde sadece nizamiyedeki iki polis mi vardı?
- Her iki saldırgan da açık hedef halindeydi ve en az 2 dakika 50 saniye boyunca bu iki açık hedeften sadece birinin –o da 1’inci dakika 51’inci saniyede- yere düştüğü görünüyor. 1’inci dakika 31’inci saniyede kaldırım taşını siper alarak açık alanda olduğu ve o bölgeye hedef küçültüp sürünerek gitmesinden atışa engel bir durumunun olmadığı anlaşılan polis nasıl oldu da hiçbir sütre ardında olmayan ve birkaç metre yakınında olan saldırganlara isabet ettiremedi?
-Saldırı önce “polisevinde patlama” olarak duyurulurken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Mersin’e gidişinden sonra nasıl sadece “silahlı saldırı”ya dönüştü? Patlamalar neden konuşulmadı?
-Bu tür olaylardan sonra patlayıcıların hangi türde olduğu bütün ayrıntılarıyla kamuoyu ile paylaşılır hatta bomba düzeneklerinin nasıl olduğundan bile bilgi sahibi olunurdu. Saldırganların kendilerini patlattığını doğru kabul etsek bile bu patlayıcıların türü, miktarı neydi?
-Olaydan sonra yapılan açıklamada, saldırganların yanlarındakilerin dışında uzakça bir noktada patlayıcı dolu bir çantanın daha olduğu ve kontrollü bir şekilde patlatıldığı bilgisi paylaşıldı. Bu bilgi sorunluydu. Bu hengame içinde o çanta nasıl kontrollü patlatılabildi? Bomba imha ekipleri nasıl tertibat alıp da o çatışma alanına girebildiler ve imha ekipleri karakolda var mıydı? Karakolda varlarsa nizamiye önünde açık hedef olan saldırganların etkisiz hale getirilmesinde arkadaşlarına neden yardım etmediler?
Siz okur olarak bu yazıyı okurken saldırıyı PKK üstlendi. Ama bu üstlenme açıklamasındaki "bilgiler" bile yukarıda sıraladığımız soruların baki olduğunu ve siyasetteki tartışmaları da ilgilendiren yeni sorular sorulması gerektiğini gösteriyordu.