AZMİ KARAVELİ
Neyin kazası, neyin kaderi, neyin fıtratı?
Bartın faciasına geçmeden önce öncelikle doğal afetler ve “işin fıtratında var, kader bu” meselelerini açalım.
Depremden başlayalım, evet bir doğal afettir kabul, hatta önlenemez olması nedeniyle “kader”dir de ama aynı şiddetteki iki depremde 1999’da sayısını bilmediğimiz insanımız hayatını kaybederken Japonya’da (16 Mart 2022 Fukuşima depremi) 4 kişi ölüyorsa bunun adı cinayettir. Depremlerde dayanıklı zeminde ve binalarda oturduğunuz müddetçe sorun olmadığını uzaktan da olsa biliyoruz. Uzaktan diyorum çünkü bizde durum hiç de öyle değil, rantsal dönüşüm bizde temel şiardır, zemini bozuk ya da binaları çürük olan bölgelerden çok Kadıköy gibi bölgelerdir o “dönüşümün” merkezleri.
Sel felaketi doğal afettir kabul ama siz dere yataklarına yapılaşmaya izin verirseniz hatta teşvik ederseniz, Bozkurt örneğinde olduğu gibi, selin geleceğini bilerek anons geçtiğiniz uyarılarda halkı bölgeyi tahliye etmeleri yerine onların arabalarını kurtarmaları için dışarı çıkmalarına vesile olursanız sayısı bilinemeyen sayıda insan hayatını kaybeder ve bunun adına da doğal afet denmez. Bu düpedüz cinayettir.
Gelelim iş “kazalarına”…Bütün dünyada hemen hemen bütün iş kazaları önlenebilir niteliktedir çünkü bütün kazalar ön görülebilir. Yaptığınız her iş için, her çalışma postası için tehlike risk analizi yaparsınız, önceden alınması gereken protokolleri çalışma ortamına asarsanız, çalışanlara uyulması gereken kuralları el kitapçıklarıyla verirseniz, filmler hazırlarsanız, sürekli ama sürekli eğitimlerle konuyu desteklerseniz, güvenlik konusunda patronundan en alt seviyeye kadar sıfır taviz politikası uygularsanız ölümcül iş kazalarını önlersiniz.
Çalışan, işiyle ilgili herhangi bir risk görmesi durumunda çalışmama hakkı olduğunu bilirse kazalar da minimize olur. Tabi bu oturmuş bir işçi sağlığı ve güvenliği kültürünün oturduğu toplumlarda geçerlidir. Kaza olduktan sonra hemen arama kurtarma ekiplerinin bölgeye gitmeleriyle, yaralılara ambulans uçak tahsis edilmesiyle böbürlenmek değildir aslolan. Kazaların olmamasını sağlayacak, proaktif önlemlerin alındığı bir çalışma ortamı tahsis etmektir insana saygı duymak, değer vermek…
Son derece agresif yıl sonu kar hedeflerini tutturmak için yasal süreleri aşan çalışma ortamlarında, sadece kişisel koruyucu donanımlar (gözlük, baret, eldiven, kulaklık, çelik ayakkabı) takılırsa bu iş sağlığı güvenliğini hallettiğini düşünen patronların, geçen yüzyıl başlarına uzanan iş anlayışının esareti altında sürüyor iş hayatımız. Sendikaların da ne yazık ki bu konuda dirençli bir politika oluşturamadıklarını kabul etmemiz gerekir.
Bartın’da yaşananlar bu açılardan bakılınca elbette cinayettir. Almanya’da taşkömürü madenleri 2018 yılında kapanmışken insanları üç kuruşa geçinme derdi uğruna yerin 7 kat altına mahkum etmenin adı kaza olamaz. Grizu patlamalarının son yıllarda madenciliğin gelişmiş olduğu, Kanada’da, Avustralya’da, İskaninav ülkelerinde olduğunu hiç duydunuz mu? Fıtrat mıtrat hikaye, duyamazsınız. Gaz ölçümlemelerini düzenli kontrol etmezseniz, sağlıklı havalandırmalar, sığınaklar, en az 24 saat içinde yaşayabileceğiniz yaşam odaları yapmazsanız buna kaza diyemeyiz.
Son 20 yılda dünyada yaşanan maden kazalarına en fazla maruz kalan ülkeler arasında Türkiye’nin liderliği Çin ile birlikte paylaşmasının utancı hepimize yeter. Bartın dahil son 16 kazanın beşinin Türkiye’den olması tesadüf değil.
Birinci sırada 301 canımızı yitirdiğimiz Soma var. 30 işçinin hayatını kaybettiği, yine Bartın’daki gibi TTK’ya ait Karadon faciası da listede. Kaza sonrası hazırlanan rapora göre, galeri açmak için yapılan dinamit patlatma işleminden sonra açığa çıkan metan gazının tahliye edilmemesi patlamaya sebep olmuştu. Gerekli yalıtımı yapılmayan makinelerden çıkan elektrik ise madendeki gazın alev almasına yol açmıştı. Bu gerekçeler çok açık ki gerekli yatırım yapılırsa “kaza”nın önlenebileceğine dikkat çeken saptamalar.
Lakin Cumhurbaşkanımızın cumartesi günü yaptığı şu açıklamalardan anlıyoruz ki bu “kazaları” kader olarak görmenin çok daha ötesine geçmişiz biz. “Bizim mevcut bu tür ocaklarımızın içerisinde Amasra Kömür İşletmeleri bizim şu anda en ileri imkanlara sahip olan ocak olmasına rağmen… Tabii birileri bununla dalgasını geçebilir ama önemli değil. Bizim kader planına inanmış insanlarız, kader planına inandığımız için de bunun ne dünü ne bugünü ne de yarını hiçbir zaman olmayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım.”
Amasra’da en ileri teknoloji kullanılmış olsaydı, bir bu kaza olmazdı, çünkü gelişmiş ülkeler taşkömürünü ya terk ettiler ya da gerekli tedbirleri alarak devam ediyorlar. İki, kimse dalga geçmiyor ama önlenebilir kazalara da “her zaman olacaktır” demek, ölenleri “şehit” ilan ederek ne kadar şanslı olduklarını söylemek, belki toplumsal infiali önlemek yönünde bir adım olabilir, ancak elbette kabul edilebilir olmaktan uzaktır.
Önceki aylardan bir yazıdan çok uzun bir alıntı yapmak isterim: “Türkiye'deki yabancı şirketlerde, misal maden şirketlerinde neden fazla iş kazası olmuyor, neden ölümlü kaza yok denecek kadar az? Bu küresel şirketler insanları çok mu seviyor gerçekten? Elbette alakası yok, mesele hesap işi aslında.
Madenlerde ve büyük endüstri yapılarında 2-3 vardiya usulüyle çalışılır ve üretimsiz geçen her bir saatlik, bir günlük kaybın dolar ya da başka para birimi üzerinden hesaplandığı tabelalar işyerinin muhtelif yerlerine asılır. İnsana "saygı"nın temelinde aslında bu yatar, tamamen “duygusaldır” yani sistem.
Bir kamyon kazasının ardından: Freni boşalan Türkiye
Çok uluslu firmalar aynı zamanda dünyanın birçok büyük borsasına da kotedir ve dünyanın herhangi bir yerinde yaşanacak kaza ya da çevresel felaket onlar için üretim, maddi değer ve daha az önemli olsa da itibar kaybı anlamına geldiği için en ince detayına kadar iş güvenliği konuları hesaplanır. Başka deyişle asıl olan rasyonel bir yönetim anlayışıdır. İş güvenliğine yatırım yapınca vahşi kapitalizmin vahşiliği değişmiyor. Sadece küresel firmalar dünyada mecburen daha rasyonel hareket etmeye başladılar.
Biz ise 'vahşi'liği kelimenin tam anlamıyla, gerçek boyutuyla yaşıyoruz. Erdoğan Soma katliamı sonrası boşuna “İngiltere'de 1862 'de yaşanan göçükte 204 kişi ölmüştü.” dememişti. Birçok sektörde iş sağlığı güvenliği hala o yılların standartlarında çünkü.
Bugün yerli patronlar ya da işveren olarak Devlet, oyunu hala eski kurallarıyla oynadığı için canlarımız ölüyor. "Her yıl şu kadar büyüdük" diye böbürlenirken dünya kapitalizminin nereye gittiğini dahi okuyamayanların elinde konuştuğumuz şu konulara bakın: Her sektörde taşeronlaşma, köle gibi saatlerce çalıştırma, çocuk işçiler, sudan ucuza çalıştırılan düzensiz göçmen işçiler, iş cinayetleri, sigortasızlar, düşük maaştan gösterilen çalışanlar… Bugün kadife eldiven giymiş, vahşiliğin dozajını göstermelik olarak yarım tık aşağı çekmiş küresel kapitalizmin fersah fersah gerisinde olduğumuz için binlerce insanımızı kaybetmeye devam ediyoruz.
Mevzuatların esnekliği, denetimsizlik, yasaların sürekli ertelenmesi, patronların ve devletin iş sağlığı güvenliği alanına yatırım yapmak istememesi iş kazalarında bizi Avrupa’nın lideri yaparken, dünyada da ilk sıralardaki yerimizi koruyoruz. Haydi o zaman bunla da övünün, bu da sizin eseriniz çünkü. “Siz de suyunu çıkarttınız ama her şeye de politik yaftası yapıştırıyorsunuz” diyenlere inat, bütün iş kazaları elbette ve kesinlikle politiktir.”
İstanbul’da patlama oluyor, vali doğalgaz patlaması diyerek İSKİ’yi işaret ediyor, sonra bu açıklamadan vazgeçiliyor, belki “terördür” deniyor. Bartın’da iş cinayeti oluyor, ilk önce trafo kaynaklı olduğu açıklanıyor, sonra sanki böyle bir faciada sehven açıklama yapılması gayet normalmiş gibi düzeltme yapılıyor. İşte tam da bu gayrı ciddilik ortamıdır her şeyin müsebbibi…