YAĞMUR KARAGÖZ
Öfkeyi soğuran bir dünya portresi: Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri
Murat Fıratoğlu’nun yazıp yönettiği Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, başarılı bir festival yolculuğunun ardından sinemaseverlerle vizyonda buluştu. Prömiyerini gerçekleştirdiği 81. Venedik Film Festivali’nin Orizzonti bölümünden Jüri Özel Ödülü ile dönen film, 31. Adana Altın Koza Festivali’nin yanı sıra Ankara Film Festivali’nde de En İyi Film ödülüne layık görüldü.
Film, borçlarını ödeyebilmek için yakıcı güneşin altında domates kurutma işinde çalışan Eyüp'ün yevmiyesini ödemeyen amiri Hemme ile yaşadığı tartışma sonrası bir gününe odaklanıyor. Kavga sonrası evinden aldığı silah ile Siverek sokaklarında Hemme’ye ulaşmaya çalışan Eyüp, yol boyunca engellerle karşılaşır. Çok acelesi vardır ama onu ilk motoru yarı yolda bırakır; sonrasında gülleri ve denizi anlatmaya doyamayan bir amca, çay ısmarlamaya hevesli bir esnaf, namaza giden bir tanıdık, karpuzu ile yolda kalan aheste bir ihtiyar, son model şerit takip sistemli arabası ile şeritsiz yollarda malını mülkünü anlatmaya doyamayan bir kuzen, uyuklayan bir bakkal, hatta Heidi… Eyüp’ün telaşı karşısında herkes çok sakin ve yavaştır.
Eyüp’ün iç çatışması ile başlayan yolculuk; karşısına çıkan insanlar, yollar ve hikâyeler ile evrilir. Sabah beline tabancasını takan Eyüp ile gün sonunda kendini halay çekerken bulan Eyüp artık aynı kişi değildir. Yönetmen verdiği söyleşilerde komik bir film yapmayı planlamadığını ve mizah unsurlarını kullanmadığını belirtiyor. Gerçekten de Eyüp’ün eve girişiyle uyanan en küçük bebeğinden karpuzu yolda kalan amcaya evinde o karpuzu kesip ikram edişine kadar her sahnede Eyüp’ün öfkesinin sönüşünü izliyoruz. Bunlara tanık olan izleyiciler olarak (belki de sinirimiz bozulduğu için) bizi güldüren şey, o yüksek kademeden öfkenin aslında ne kadar kırılgan olduğunu fark etmemiz oluyor. Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri komik bir film olmaya çalışmıyor, fark etmeden ruhuna büründüğümüz Eyüp’le birlikte öfke perdemiz gözlerimizden kalktıkça aslında ne kadar gülünecek şey olduğunu görüyoruz.
Fıratoğlu’nun doğup büyüdüğü kentte geçen filmin oyuncu kadrosu da yönetmenin akrabalarından ve bölge halkından oluşuyor. Domates hasadında çalışan işçiler, parkta oynayan çocuklar, yol kesenler, Eyüp’ü yolda yakalayanlar... Hepsi o bölgenin insanları. Filme sirayet eden bu yerel halkın samimi tavırları filmin atmosferini ve mizahı güçlendiriyor. Geniş açıyla pastoral tonlarda izlediğimiz tarlaların akabinde karşımıza çıkan çarpık, sıkışık kent manzarası da yalnızca bir arka plan değil ve hikâyenin bir parçası. Fıratoğlu, Eyüp’ün öfkesiyle başlayan yolculuğunu merkeze alırken bölgenin sosyal ve ekonomik gerçeklerini amatör oyuncular ve doğal mekânlar kullanarak sade bir dille anlatmayı başarıyor.
Abbas Kiarostami Sineması’na bin selam
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’ni izlerken aklınıza kuşkusuz sıradan insanların hikâyelerini minimalist bir üslupla anlatan Kiarostami filmleri geliyor. Bireyin varoluşsal sorunlarını ve gündelik anlarındaki şiirselliği öne çıkaran Kiarostami’nin esintilerine Fıratoğlu’nun filminde de yakalıyoruz.
Kiarostami sinemasındaki karakter ve doğa kullanımı, bireylerin yaşamlarındaki küçük detaylar ve onların içsel yolculuğu Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’nde de karşımıza çıkan bir anlatım tarzı. Sapsarı Siverek tarlalarında ilerleyen motor, gülleri anlatırken mest olan amca ile Kirazın Tadı’nı hatırlıyoruz. Bu benzerlikler eski bir dost ile buluşmak gibi, yüzümüzde hafif bir tebessüm bırakıyor.
Yine de bu benzerlikler filmin özgünlüğünden çalmıyor. Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, izleyicinin sinema donanımından bağımsız olarak aslında karakterin duygularıyla bir tür dans gibi. Çok fazla kelime kullanmayan Eyüp, suskunluğuyla tahmin ettiğimizden daha fazla şey anlatıyor ve filmin görselleri de aynı yönteme başvuruyor. Eyüp’ü sadece bir kez kontrolü kaybetmiş hâlde görüyoruz ama dış dünyanın ağır aksaklığı, daha o gün sona ermeden bunun sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Sıcağın, Siverek sokaklarının, ağaçların, kola kutusunun, bozuk motosikletin bile Eyüp’e öğrettiği aslında hakkını arayan bir insanın öfkesini soğuran bir dünya portresi.