
YAĞMUR KARAGÖZ
Rantsal dönüşüme karşı Ertil’in mücadelesi: Bir Garip Rüya Rengi
Yasemin Akıncı’nın 2024 yapımı "A Strange Colour of Dream" (Bir Garip Rüya Rengi) belgeseli dünya prömiyerini yaptığı Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde (IDFA) seyircisiyle buluştu. Film, İstanbul’da yaşanan kentsel dönüşüme, evi sağlam olmasına rağmen yıkım kararı verilen emekli mimar Ertil Ayaydın üzerinden bakıyor.
Eşinin vefatının ardından günlerini dijital çizim programlarıyla hayali bina projeleri tasarlayarak geçiren Ertil’in mücadelesi yaşadığı apartmana gelen kentsel dönüşüm projesi ile başlıyor. İstanbul Şişli’de değerli bir köşede bulunan bina depremde çökme riski taşıdığı için yeniden yapılmak isteniyor. Ancak daha ilk bakışta Ertil, 12 araba sığdırmak için otopark haline getirilen bodrum katında kolonların olmadığını görüyor. Depremde yıkılma riski olduğu için dönüştürülmek istenen binanın yeni tasarımında kolon yok. İnşaat şirketinin cevabı da “Pardon unutmuşuz.” “Bu bir resim değil nasıl unutursun!” diyerek öfkelen emekli mimar bu projenin tek gayesinin kâr elde etmek olduğuna inanır.
Türkiye – Fransa ortak yapımı olan “A Strange Colour of Dream”in Türkiye ayağındaki yapımını Aslıhan Altuğ ve Kıvılcım Akay üstleniyor. "Ertil’in yaşamını, direnişini ve İstanbul'un değişen çehresini mercek altına alan ve IDFA 2024’e Türkiye’den seçilen tek belgesel olan A Strange Colour of Dream’in yönetmeni Yasemin Akıncı ile filme dair söyleştik.
Emekli mimar Ertil Ayaydın’ın hikâyesini anlatmaya nasıl karar verdiniz? Senaryoyu yazma ve beyaz perdeye aktarma süreci nasıl gelişti?
Bir süredir Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş yıllarında yaşanan değişimlerin gündelik hayattaki yansımaları ile ilgileniyordum. Şapka kanunu çıktığında ayna karşısında ilk Avrupai şapkasını takan memurun ne hissettiğini hayal etmeye çalışıyordum. Bu metaforun izinde eski ve yeni yaşam alışkanlıklarının bir aradalığını görebileceğim gündelik bir yaşam alanı olarak eve bakmak istedim.
Ev dışarıya ve içeriye bakan iki yüzünün olması açısından belgesel formuna daha uygun bir mecraydı. Dedem Ertil, hem aileden biri hem de modernist bir mimar olarak bana bu konuda eşlik edebilecek en yakın kişiydi.
Bir gün bir aile toplantısı sırasında çekim yaparken oturduğu binanın kentsel dönüşüm projesinde yıkılacağını öğrendim. O gün asıl hikayenin orada olduğunu hissettim. Yine dışarıdan gelen ani bir değişim söz konusuydu ve filmi tarihsel bir boyuttan çıkararak bireyin değişimle olan ilişkisi üzerinden kurmak istedim.
Bu bahsettiğim çekim 2014'te idi. 2014ten bu yana film bol bol form ve üç kere isim değiştirdi, Salon Salamanje, modernleşme ile yoğrulduğum zamanlar, ardından daha portresel çalıştığım Ertil, Komplikasyonlar Mütehassısı ve en son filmi ilk hayal ettiğim zamanlarda sürekli okuduğum ve ikilik kavramı ile çokça uğraşmış Tanpınar'ın Ne İçindeyim Zamanın şiirinden bir mısra olan, Ertil'in anıları ile hayalleri arasındaki haline daha çok alan açtığını düşündüğüm Bir Garip Rüya Rengi.
Belgesel aynı zamanda titiz, özverili ve detaycı çalışmaları ile Komplikasyonlar Mütehassısı unvanını alan Ertil’in tasarımlarına, emeklerine ve hafızasına odaklanıyor. Onun işlerine gösterdiği özen ne kadar büyükse inşaat şirketinin sunduğu proje bir o kadar gelişigüzel. Pencere yok, karanlık mutfak, unutulan kolonlar… Bu problemi aslında sadece Süme Palas’ta değil tüm yeni yapılarda görüyoruz. Türkiye’nin modernleşme sancıları ekseninde eskinin itinası karşısında yeninin özensizliği hakkında ne düşünüyorsunuz, film bize ne söylüyor?
Hikayenin başlangıç noktası kentsel dönüşüm olsa da sonrasında Ertil'in mücadele etme biçimine odaklanmak istedim. Yıllara yayılan süreçte binanın sağlam olduğu kanıtlandı, tekrardan davalar açıldı ve farklı zamanlarda davanın değişen yüzleri ile Ertil'in değişimini kayda almış oldum. Bir noktadan sonra dava ve müteahhitlerle ilgili olayları ikinci planda bıraktım. Denetimsizlik ve plansızlık her zaman Türkiye'nin gündeminde olan bir konu. Yıkma kavramı da yeni değil, eskiyi yıkıp yeniyi koyma fikri -ideolojik veya ekonomik- bir şekilde hayatımıza nüfuz ettiğinde, nerede ve nasıl duruyoruz, buna kişisel bir hikâyeden bakmak istedim.
Cumhuriyetin erken yıllarından aile fotoğrafları, arşivler, salona düşen doğanın izdüşümü çiçekler, kuşlarla edilen kahvaltı… Ertil, evi dışında aynı zamanda hafızasını, anılarını korumak istiyor. Bir aidiyet mücadelesi de var. Anılarını rantsal bir dönüşüme teslim etmek istemiyor. Ertil’in bu yönü hikâyenizi nasıl şekillendirdi?
Ertil uzun yıllardır bir koleksiyoner gibi davranıyor, bugün oturduğu ev için bu tavrı karşımıza çıkıyor, aynı şekilde seneler boyunca objeler biriktirmiş ve amatör bir fotoğrafçı olarak muazzam bir arşiv tutmuş.
Güzel sanatlar akademisinde öğrenci iken kendi yapmış olduğu gönyeler, ilk kullandığı 90 model Macintosh bilgisayar, kariyeri boyunca yaptığı projeler hâlâ rulolar halinde bürosunda... Çektiği film ve fotoğraflarda sürekli çevresini kaydetmiş; biz ailesi, yaptığı işler, gezdiği şehirler, doğadan topladığı detaylar. Bunların hepsinin filmde yer alması mümkün değildi ama bir şekilde bu arşivin de arşivlendiği bir hikaye kurmak istedim. Kendi işlerini çektiği VHS’lerdeki yapılara gidip aynı kareleri aynı açılardan yeniden çektim, bir nevi kamerasının bugünde uzantısı olarak.
Fakat Ertil nostaljiden uzak bir mimar. Geçmişle kurduğu sıkı ilişkinin yanında ütopist bir yanı da var. Onu hayata en çok bağlayan Sahipsiz Projelerim adını verdiği üç boyutlu hayali projeleri. Artık müşterisi olmamasına rağmen her gün bürosuna gidip çizim yapıyor. Bu filmle anılarının yanında hayalleri de rantsal dönüşüme karşı kolektif hafızamızın bir yerinde dursun istedim.
Belgeselin sonuna doğru yıkılan binadan alınan taşların yolculuğunu da izliyoruz. Taşların yolculuğunu da filme ekleme fikri nasıl oluştu?
Ertil'in ne ile mücadele ettiğini bizzat görmek için merkezden çıkmam gerekiyordu. Taşın hikâyesi filmin çekimlerinin sonlarına doğru dahil oldu. İstanbul'un her yerine yayılmış alıştı(rıldı)ğımız inşaatların yanında Fikirtepe inşaatları yeniden başlamıştı, Finans merkezinin inşaatı bitmek üzereydi, Galataport devam ediyordu.
Yıkılıp yeniden yapılan bu manzarada aslında taşın farklı formlarından bahsetmiş oluyoruz, onun içinde yaşıyoruz veya onun üzerinden rant ağları kuruyoruz, mimar, müteahhit ya da sıradan bir birey olarak. Bu film aracılığıyla taşın sadece taş olduğu hali bulmak istedim. Ertil gibi taş da film boyunca farklı hallerden geçiyor; taş ocaklarından moloz yığınlarına. Taşın dönüşümünün hikâyesini Ertil'in hikâyesine paralel olarak kurma fikri sanırım bu dönüşüm karşısındaki çaresizliğimizi anlama çabası olarak gelişti.
A Strange Colour of Dream, 2024 yılında Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali'nde (IDFA) dünya prömiyerini yaptı. Filmin festival yolculuğu nasıl ilerleyecek, ya da Ertil’i bir dijital platformda görecek miyiz?
İlk gösterimin IDFA'da olması filmin görünürlüğü bakımından önemli bir avantajdı. Sonrasında başka film festivallerinden ve dağıtımcılarından teklifler almamıza ön ayak oldu. Yakın dönemde hem Türkiye'deki ilk gösterimimizin hem de yurtdışı gösterimlerimizin duyularını yapmaya hazırlanıyoruz. Festival gösterimlerini önemli ölçüde tamamladıktan sonra, önümüzdeki sene bir dijital platformla anlaşma sağlamamız olasılıklar dahilinde.