ÜNAL ÇEVİKÖZ

ÜNAL ÇEVİKÖZ

Çok merkezli uluslararası sistem ve bölgesel yansımaları

Geçen hafta uluslararası sistemin "çok-kutuplu" bir yapıya sahip olduğu algısının günümüz gerçeğini yansıtmaktan uzak olduğunu belirtmiştik. Bu konuyu biraz açalım.

Uluslararası ilişkiler disiplininde uluslararası sistemi tanımlayan teoriler arasında güç dengeleri ve savaşların çıkma olasılığını "kutup"lar üzerinden tanımlayan teori, uluslararası sistemin genel olarak üç tür kutup düzeni üzerinden oluştuğunu anlatır; tek-kutupluluk, çift-kutupluluk, çok-kutupluluk. Oldukça kısa ve yalın bir tanımlama ile, çok-kutupluluk ikiden fazla devletin "eşit askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel etkiye sahip olduğu güçler dağılımını" tarif eder. 19. Yüzyıldaki Avrupa güç dengesi genel olarak bu tarif için gösterilen örneklerden biridir. Bu ifadeden hareket edildiğinde, tek-kutupluluk ve çift-kutupluluk için ayrı bir tarife ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. Soğuk savaş dönemi, ABD ile SSCB arasında oluşan dehşet dengesine dayalı çift-kutupluluğa örnek idi, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ise ABD'nin tek kutup olarak kaldığı ileri sürüldü.

Bu anlatı uluslararası sistemi kutuplar üzerinden tarif ederken aynı zamanda bu sistem içinde etkileşim halinde olan aktörleri de devletler olarak kabul eden bir anlayışı yansıtmaktadır. 21. Yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmaya hazırlandığımız bir dönemde, ABD'nin tek-kutuplu bir sistemde hegemon göründüğü döneme yükselen bölgesel güçler, bölgesel örgütler, devlet dışı örgütler gibi aktörlerin meydan okudukları görülünce, içinde bulunduğumuz dönem tek-kutuplu sistemden çok-kutuplu sisteme geçiş süreci olarak tarif edilmeye başlandı. Oysa, yukarıda yaptığımız tariften de anlaşılacağı üzere, çok-kutuplu sistem güç merkezleri arasında simetri olduğunu varsaymaktadır. Bugünün uluslararası sisteminde güç merkezleri arasında bir simetri olduğunu varsaymak ise oldukça zordur.

Birden fazla güç merkezinin var olduğu, ancak bu merkezlerin etki, erişim ve kapasiteleri bakımından birbirlerine eşit olmadıkları bir yapıda bu merkezleri eşit varsayan "kutup" ifadesi ile tarif etmek yerine, sisteme çok-merkezli (polycentric) demek bugünün uluslararası ortamının anlaşılmasına daha yardımcı olan bir bakış olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, çok-merkezlilik tarifi, çok-kutupluluğun katı ve eksik yapı tarifinin aksine, güç dinamiklerinin çeşitliliğini ve akışkanlığını vurgulayarak, küresel etkileşimin asimetrik doğasını öne çıkaran bir ifade olmaktadır. Bugünün ortamında bu çok-merkezli yapının aktörleri de sisteme çoğulcu bir yapı kazandırmaktadırlar. Örneğin, ABD, Çin, AB, ASEAN, yükselen ekonomiler ve BRICS gibi yapılar etkin ekonomik merkezler olarak anılırken, NATO, ABD, Rusya, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Afrika Birliği gibi güvenlik merkezlerinden söz edilmekte, BM, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), AGİT gibi kurumsal merkezler de bu dağılımda yerlerini almaktadırlar.

Küresel sisteme böyle bakınca, alt bölgesel sistemlerin de benzer yapılar içinde olduğunu görmezden gelemeyiz. Türkiye'nin yakın coğrafyasında Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgesine bakılınca, burada da bir çok-merkezlilik göze çarpıyor. Bu merkezlerin en başında elbette Türkiye geliyor. Ancak, Suriye'de yaşanan son gelişmelere baktığımızda, bölgemizde bir diğer merkezin İsrail olduğunu yadsımak mümkün değil. Bölgemizin diğer etkin devlet aktörleri olarak Mısır, Suudi Arabistan ve İran'ı da dikkate almak durumundayız. İsrail'in bir yılı aşkın bir süredir savaştığı devlet dışı aktörler olan Hamas ve Hizbullah'ın yanı sıra, bugün Suriye'de hala varlığını koruduğu ileri sürülen IŞİD de bu çok-merkezli yapının aktörleri olmaya devam ediyorlar. Bölgesel örgütler olarak da, İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği gibi aktörlerin yanı sıra, değişik amaçlarla bir araya gelen devletlerin oluşturdukları koalisyon türü yapılar, işbirliği girişimleri de bu çoğulcu ve çok-merkezli yapıya ayrı bir özellik kazandırıyor. Örneğin, Doğu Akdeniz Doğal Gaz Forumu gibi...

"Kutup" tanımlamasından hareket eden kimi uluslararası ilişkiler uzmanları çok-kutuplu sistemlerde savaş ve çatışma olasılıklarının düşük olduğunu ileri sürerken, bazıları da kaygan ve değişken yapıya sahip çok-kutuplu sistem yerine çift-kutupluluğun savaş olasılığını daha azalttığını savunmuşlardır. Çok-merkezli sistemlerin de çoğulcu ve değişken ittifaklara yol açabilen bir yapısı olduğunu kabul etmek gerekir. Örneğin, önümüzdeki dönemde İsrail'in İbrahim Anlaşmaları ile başlattığı Arap ülkeleriyle yakınlaşma sürecinin ne şekilde gelişeceği belli değildir. ABD Başkanı Trump'ın Filistinlilerin Gazze'yi terk etmeleri gerektiği iddiası önce Suudi Arabistan tarafından reddedilmiştir. Mısır ve Ürdün de iki milyona yakın Filistinliye yurt olma hevesi içinde gözükmüyorlar.

Yakın coğrafyamız, özellikle Suriye'de yaşanan rejim değişikliğinin ertesinde yeni kırılmalarla karşılaşmaya aday görünüyor. Ne yazıktır ki, bölgemiz küresel aktörlerin müdahalesinden arındırılamıyor. ABD Başkanı Trump'ın İsrail Başbakanı Netanyahu ile Vaşington'daki buluşmasından sonra ortaya çıkan söylemler, bölgemizin bu çok-merkezli yapısının çatışmaların yatıştırıldığı bir ortama evrilmesi yerine aksine çatışmacı bir ortama doğru ilerleyeceği izlenimi veriyor. Böyle bir gelişmeyi engellemek için bölgesel aktörlerin daha yakın, yapıcı ve uzlaşmacı diyaloglar içinde olmaları gerekir. Trump'ın "Gazze'ye sahip çıkacağız" ifadesini, Grönland, Kanada, Panama kanalı hakkında söylediklerinden farklı bir anlayışla yorumlamakta yarar olduğunu düşünüyorum. Her hal ve karda, Gazze'ye ABD'nin değil bölgesel aktörlerin sahip çıkması, bölgemizin çok merkezli yapısının çatışmaları önleyici bir işlev üstlenmesini kolaylaştıracaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ÜNAL ÇEVİKÖZ Arşivi
SON YAZILAR