SAMİM AKGÖNÜL

SAMİM AKGÖNÜL

Seçme ve eleme: Fransa’da neler oluyor? Neler olacak?

1988 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimleriydi, François Mitterrand yedi sene önce mucizevi bir şekilde sosyalistlerle komünistleri birleştirmiş, Gaulist sağa karşı zafer kazanıp solu iktidara taşımıştı. Ama 1988’de hem Komünistler iktidar koalisyonunu terk etmiş hem de 7 yıllık iktidardan sonra Mitterrand yıpranmıştı. Seçimleri kaybetmek işten bile değildi. Mitterrand bir kurt politikacı olarak Liberal sağın adayı genç Jacques Chirac’a karşı yeni bir politikacıyı el altından destekletti. Jean Marie Le Pen, “Millî cephe” partisinin adayı olarak %14 oy aldı ve on yıllar boyunca sağı büyük bir açmazda bıraktı. Mitterrand solu, sağı bölerek kurtarmıştı ama bir de canavar yaratmıştı.

Jean Marie Le Pen, “aşırı sağın” temsilcisi olarak 1980’lerden 2011’e kadar korkuluk görevini layıkıyla yerine getirdi. 2011’de koltuğunu kızı Marine Le Pen’e bıraktığında 2002 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura çıkmış ama Jacques Chirac’a yüzde 84 gibi bir skorla kaybetmiş ve 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise ilk turda yüzde 10 oy alarak ikinci tura çıkamamıştı. Kızının görevi “aşırı sağ” olarak görülen partiye daha saygıdeğer bir görünüm vermek, sağcı oyları kaybetmeden, yani geleneksel temaları unutmadan (göç, suç, egemenlikçilik, Avrupa karşıtlığı…) partiyi en azından görünürde merkeze çekmek oldu.

Bu operasyonun başarıya ulaştığı söylenebilir. Millî Cephe (Front national) olan partinin ismi Milli buluşma (Rassemblement National) olarak değiştirildi, partideki Yahudi karşıtı, neonazi unsurlar geri plana itildi vs. 2012 seçimlerinde Marine Le Pen ilk turda elendi (Nicholas Sarkozy ve François Hollande ikinci tura çıktı ve Hollande kazandı) ama Le Pen siyasi hareketin en yüksek oyunu alarak %18’e ulaştı. 2017 seçimlerindeyse ikinci turda yarışmayı başarmakla kalmadı, ikinci turda tarihi bir rekor kırarak %34 oy aldı. Derin bir siyasal geçmişi olmayan 39 yaşındaki Emmanuel Macron %66 ile seçimi kazanmıştı ama aşırı sağın (artık “popülist sağ” ismi veriliyordu) oynadığı “rakibini kazandırma”- rolü artık sınırlarına ulaşmıştı. Söz konusu popülist sağın iktidara gelme riski doğmuştu. 1980’lerde yaratılan canavar, fazla palazlanmıştı.

İşte bu etapta, Macron Mitterrand’ı taklit etti. Nasıl 40 sene önce Mitterrand Gaulist sağı bölmek için el altından Le Pen’i desteklettiyse, Macron kendisine yakın iş adamı Vincent Bolloré’ye sağın da sağında, Eric Zemmour isminde bir “gazeteci” şovmeni destekletti. Böylece Zemmour Bolloré’nin sağladığı finansmanla görünür bir kampanya yürüttü (televizyonlar, mitingler, yazılı basın….) Zemmour’un dili Marine Le Pen’in utangaçça merkeze çektiği dilden daha sivri, daha radikal oldu. Özellikle göçmenler ve Müslümanlar “olağan şüpheliler” olarak kampanyada Zemmour sayesinde geleneksel yerlerini tutabildiler. Ve böylece son anketlerde Zemmour %10’lara kadar ulaştı. Ancak elbette köklü ve örgütlenmiş bir partiyi arkasına alan Marine Le Pen gene de anketlerde yüzde 17 civarında oy oranına sahip, en azından son anketler bunu gösteriyor. Macron ise gene birinci turda %25 oy alabilecekmiş gibi görünüyor.

Burada minik bir teknik bilgiyi eklemek istiyorum. 1958’de kurulan 5. Cumhuriyet rejiminde Cumhurbaşkanlığı seçimleri 7 senede bir (septennat), Genel seçimler 5 senede bir yapılıyordu. Böylece bir Cumhurbaşkanının görev süresinin hemen hemen ortasında genel seçimler yapılıyor, seçmene Cumhurbaşkanının gücünü dengeleme imkânı veriliyordu. Dolayısıyla Genel seçimler Cumhurbaşkanlığı seçimleri kadar önemliydi. Sık sık, cohabitation denilen dönemler yaşanıyor cumhurbaşkanı ve başbakan farklı siyasal akımlardan olabiliyordu. 1995’te (Le Pen’e karşı) cumhurbaşkanı seçilen Jacques Chirac bu sistemi 2002 seçimlerinden önce değiştirdi ve cumhurbaşkanının görev süresini 5 seneye indirdi (quiquinnat). Artık Genel seçimlerle cumhurbaşkanlığı seçimleri yakın tarihlerde gerçekleştiriliyor ve böylece cohabitation tehlikesi bertaraf edilmiş oluyor (2022’de milletvekili seçimleri 12 ve 19 Haziran tarihlerinde yapılacak yani cumhurbaşkanlığı seçimlerinden 2 ay sonra).

Bu yeni sistemin getirdiği beklenmedik bir sonuç var. Eski sistemde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda herkes kendisine en yakın bulduğu adaya oy verir (seçme) ikinci turda ise kendisine en uzak adaya karşı oy verirdi (eleme). Ancak artık özellikle geleneksel liberal sağ / sosyalist parti ikileminin yıkılmasından beri bu ilke geçerliliğini kaybetti. İkinci tura çıkan aday önemli olacağından “vote utile” (işe yarayan oy) kavramı seçimleri etkisi altına aldı. Örneğin eski sistemde yüzde 1 oy alacak bir adaya oy vermek siyasal bir anlam taşırken artık bu oy ikinci tura geçecekleri belirleyeceğinden “tehlike” arz ediyor.

Macron’un taktiğinin bu yeni ortamda beklenmedik sonuçları olabilir mi? Asıl soru burada. Emmanuel Macron’un ikinci tura kalacağı kesin ancak rakibi kim olacak? Eğer BÜTÜN sol, sosyalist ve merkez sol, sosyalist aday Jean Luc Mélenchon’un ardında toplanırsa şu anda anketlerde yüzde 15 gibi görünen Mélenchon ikinci tura çıkabilir. Ancak arkasında fazla bir oy rezervi olmayacağından Macron’un ikinci turda kazanması hemen hemen kesin olur.

Beklenildiği gibi Marine Le Pen ikinci tura çıkarsa işler daha çetrefilli. Zira eğer popülist sağın oylarını bölmekle görevli Zemmour’un uç sağcı söylemi Le Pen’in “merkez” bir politikacı olduğu imajını yarattıysa, ikinci turda neden sağcılar ve merkez sağ Le Pen’in arkasında toplanmasın? Babasının karşısında Chirac yüzde 84’le seçim kazandığında Le Pen hareketi şeytanla bir tutuluyordu. Artık kızının liderliğinde ve Avrupa’daki genel popülist ortamda durum farklı. Küçük de olsa Le Pen’in kazanma şansı olabilir ki bu Fransa için bir siyasal ve sosyolojik deprem olur. Uzun lafın kısası, eskiden cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en önemli turu ikinci tur iken artık birinci tur da ikinci tur kadar önemli. Bakalım Macron / Le Pen / Mélenchon üçgeninde kaybedenler ve kazanan(lar) kimler olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SAMİM AKGÖNÜL Arşivi
SON YAZILAR