İLHAN UZGEL
ŞİLİ’DE KİM KAZANDI?
Şili’de sol muhalif blok Aprebue Dignidad’ın parçası olan Geniş Cephe’nin adayı olarak girdiği seçimlerde faşizan rakibi Antonio Kast’ı, 12 puan farkla geçerek seçilen Gabriel Boric bütün dünyada ilgi çekti. Türkiye’de, iktidarın bütün beceriksizliklerine, yaşanan ekonomik yıkıma rağmen, Millet İttifakı’nın bebek adımlarla ilerleyebilmesi, Latin Amerika’daki gibi bir dönüşümün imkanları konusunda da merak uyandırdı. Yalnızca Şili’de değil, Orta ve Latin Amerika’nın Honduras, Nikaragua gibi diğer ülkelerinde de solun iktidara gelmesi/iktidarda bulunması, Brezilya’da Lula’nın tekrar seçilme ihtimali, 2000’lerde çokça tartışılan “Pembe Dalga”nın geri geldiği yorumlarına neden oldu.
Şili’nin Hikayesi
Şili’deki Allende iktidarı, onun ABD destekli Pinochet darbesiyle devrilmesi ve ardından ABD öncülüğünde neoliberal politikaların deneme alanı haline getirilmesi biliniyor ve yeterince tekrar ediliyor. Burada Türkiye örneğinden de iyi bildiğimiz, yoğun bir özelleştirme, sağlık, eğitim, emeklilik gibi alanların özel hale getirilmesi, kamu harcamalarının kısılması gibi uygulamaların Şili’de daha tavizsiz uygulandığını hatırlatmamız yeterli. 1990’dan sonra ise Concertacion sol kesimden partilerin oluşturduğu koalisyon istikrarı sağladı ama sol kanadın temsilcisi Michelle Bachelet döneminde bile neoliberal uygulamalar sürdü. Allende’nin sosyalist partisi zaten Marksizm ile yollarını çoktan ayırmıştı. Bu dönemde Şili, Chavez’in başlattığı Amerikan karşıtı Bolivarcılık’a mesafeli dururken, Latin Amerika ülkeleri arasında ekonomik gelişmişlik, küreselleşmeye eklemlenme, kişi başına gelir gibi alanlarda bir başarı hikayesi olarak anlatıldı. Gerçekten de bir istatistiki veri olarak kişi başına gelirin 13 bin dolar civarında olduğu, Türkiye’nin aksine yatırım yapılabilirlik açısından uluslararası derecelendirme şirketlerinden yüksek rating’ler alan, borsası yükselişte olan bir ülke oldu Şili. Hatta, başta komşu Peru ve Bolivya olmak üzere bölge ülkelerinden giderek artan bir göç dalgasıyla karşılaştı. Burada da kapitalizmin kendisine dair diyalektik bir ilişki kendisini gösterdi. İstikrarlı bir ekonomik büyüme olmasına rağmen Şili gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden biri haline geldi. Kısacası, sözü edilen ekonomik başarı başta bakır ve önemi son dönemde giderek artan lityum gibi doğal kaynakların çevrenin yıkıma uğratılması pahasına çıkarılması, yoğun bir emek sömürüsü ve gelir dağılımı bozukluğu sayesinde mümkün oldu.
Artan Toplumsal Rahatsızlık
Önce 2006’da ve devamında 2010’larda toplumsal rahatsızlıklar birikmeye başladı. 2011, 2013 ve son olarak Ekim 2019’da bütün ülkeyi saran, toplu taşım ücretlerinin yüksekliğine tepki olarak başlayan, içine başta öğrenciler toplum kesiminin bütün ezilen, mağdur bileşenlerinin yer aldığı kitlesel gösteriler yaşandı. Gabriel Boric de 2011’den itibaren bu gösterilerde yer alan bir öğrenci lideri olarak dikkat çekti. Zaten 2019 sonu bütün dünyada Hong Kong’tan Irak’a Bulgaristan’dan Fransa’ya, Sırbistan’dan ABD’ye dek toplumsal gösterilerin yaşandığı bir dönemdi ve bundan neredeyse bir tek Türkiye muaf kalmıştı. Eğitimin paralı olması, öğrenci borçlarının yüksekliği, özel emeklilik sisteminin yaratığı ağır mağduriyetler, ülkenin hala yönetildiği Pinochet rejiminin 1980’de yaptığı anayasa yerine yeni anayasa yapılması gibi sorunlar toplumsal tepkileri artırmıştı. Dolayısıyla, 2019 kitlesel gösterileri yalnızca hükümete yönelmiyor, sistemik bir değişim, neoliberal uygulamaların tasfiye edilmesi talebiyle ortaya çıkan bir toplumsal beklentiye işaret ediyordu. Tepkileri dindirmenin yollarından biri yeni bir anayasa hazırlamaktı ve bu talep referanduma götürülerek yeni bir tür kurucu meclis oluşturuldu, başına da Mapuçi yerli liderlerinden bir kadın olan Elisa Antileo seçildi. İlk kez yerlilerin kendilerinin doğrudan seçtiği 17 temsilci de kurucu mecliste yer aldı. Sağ koalisyon ilk yenilgisini burada aldı ve gidişat belli oldu.
Sol Bir Devrim Mi?
Boric’in ikinci turda sağcı ırkçı aday Kast’ın uyuşturucu kullanma suçlamasından, “komünistlerin oyuncağı” olduğuna kadar Trump ve diğer otoriter sağcılarda gördüğümüz çarpıtma, hileye başvurma çabalarına rağmen seçimden başarıyla çıkması kuşkusuz hem ülke tarihi, hem de Latin Amerika sol hareketi için önemli bir dönemeç. Şili açısından bir defa, artık Pinochet sonrası kurulan ve onun ekonomik programını, 1990’ların küresel ekonomi politiğine uygun bir şekilde siyaseten liberal bir düzende sürdüren modelin sona erdiğini gösteriyor. Concertacion, yani post-Pinochet demokrasi ittifakı bitti. Ama Boric’in temsil ettiği siyasetin devrimci veya radikal olmadığı da ortada. Hatta, küresel sistemin ne kadar dışına düştüğü bile tartışmalı. Bu tartışma, hiçbir şekilde Şili halkının gerek Pinochet sonrası siyaset sınıfına gerekse küresel kapitalizmin dayattığı ekonomik modele karşı yürüttüğü mücadeleyi, hatta Boric ve onun temsil ettiği siyasal hareketin başardıklarını önemsiz kılmıyor. Dahası, içimizde keşke burada da Boric gibi, iktidarın çöküşe geçtiği bir ortamda, muhalefeti toparlayan, kitlelere umut olan bir lider beklentisi de yaratıyor. Onun zaferi tabii ki, Kast gibi faşizan bir siyasetin önünü kesmesi açısından çok önemli bir kazanım. Ama bu durum Boric’in kazandığı zaferin küresel bağlamını, kapitalizmin bir süredir içinden geçtiği dönüşümü gözden kaçırmamıza neden olmamalı.
Kapitalist Restorasyona Doğru Mu?
Küresel kapitalizmin uzun süredir bir kriz içinde bulunduğu, bunun Covid-19 ile daha da ağırlaştığı, 2019 sonunda merkez ve çevre ülkeleri yatay kesen ve bütün dünyayı saran bir hoşnutsuzluğun yükselmekte olduğu biliniyor. Yalnızca çevre ülkelerde değil, ABD gibi vahşi kapitalizmin hakim olduğu kapitalizmin merkezi bir ülkede bile Biden yönetimiyle birlikte artık sosyal devlet anlayışına bir kayış gözleniyor. ABD’de Bernie Sanders tarafından temsil edilen “demokratik sosyalizm”in yükselmesi, sönümlenmiş olsa da yüzde 1 hareketi, orta sınıfın bitmeyen sıkıntısı, küresel ölçekte kapitalizmin ciddi bir rıza üretim sorunuyla karşı karşıya olduğunu gösterdi. Kontrollü, sistem içi, sermayeyi artı değerinden fedakarlık etmeye zorlayacak ama kontrolsüz bir altüst oluşa tercih edilecek bir restorasyon da zorunlu olmaya başladı.
Boric, diğer öncülleri gibi radikal sayılabilecek bir çizgiden başlayarak giderek uzlaşmacı bir söyleme kaymak zorunda kaldı. Kendisinden önceki sol hükümetleri neoliberalizmle uzlaşmakla suçlarken, kendisi de radikal bir yol izlemeyecek. Bunda muhtemelen iç ve dış güç merkezleriyle uzlaşmak kadar, daha geniş bir seçmen kitlesine ulaşma çabası da rol oynamış olmalı. Örneğin, merkez bankasının bağımsız olacağını vurguladı, yabancı sermayeye açık olduğunu söyledi, ayrıca özelleştirilen kurumlar da kamulaştırılmayacak. Boric şaşırtan bir şekilde, içeride insan hakları ihlalleri ve özellikle göstericilere yönelik sertliğiyle bilinen polisi kolladı. Sistem zaten mecliste çoğunluğu olmayan Boric yönetimi için fren mekanizması olarak çalışacak. Bu arada küresel trende uygun olarak kadınların temsili, yeşil ekonomi, LGBT hakları, yerlilerin temsil ve hakları gibi konuları öne çıkardı. İnsan hakları konusunun önemine ayrı bir vurgu yaptı. Bu noktada Şili Komünist Partisi ile ilk ayrım dış politika konusunda çıktı ama o da tatlıya bağlandı. Boric hem Venezüela’daki insan hakları ihlallerini eleştirerek Chavez/Maduro rejimini otoriter olarak tanımladı, hem de Nikaragua’da Daniel Ortega’yı eleştirdi. Bunun üzerine Komünist Parti Ortega’nın seçilmesini destekleyen bir açıklama yayınladı. Fakat daha sonra revizyona giderek Boric’in başkan olduğunu ve onun izlediği dış politikaya bağlı kalacağını açıkladı.
Boric’in ABD karşıtı sol bloğa bağlı olmayacağı, hem ABD hem de sermaye için rahatlatıcı olmalı. Zaten ABD medyasında ve çeşitli düşünce kuruluşlarında bazı eleştiriler görülse de Boric için henüz sert ve olumsuz bir yorum çıkmadı.
Boric’in seçimleri kazanması, Batı sistemine karşı bir hamle değil. Günümüzde Batı içindeki ekoloji, toplumsal cinsiyet, demokrasi ve insan hakları ile sosyal devlet anlayışına dönme çabalarının bir parçası. Bunlar Batı sisteminin tercihi olduğu için özellikle karşı çıkacak değiliz. Ama bunun altında akıllıca bir fikrin yattığını da bilmek var. Bu denli neoliberalizm vurgusu, kapitalizm ile neoliberalizm arasında bir kopuş yaratmaya başlıyor. Bu zafer havası Boric’in temsil ettiği siyasetin neoliberalizme karşı ama kapitalizmden vazgeçmeyen, küresel kapitalist sistemden kopuş getirmeyen bir anlayış olduğu, bu anlamda kapitalizmi, sıkıştığı noktada yeniden ürettiği gerçeği önümüzde duruyor. Bu yolla, hem radikal solun önü kesiliyor, hem de genel olarak radikal olmayan sol daha da “ılımlılaştırılarak” dönüştürülüyor. Bu süreci geçen yazıda bahsedilen, doğrudan olmasa da, Yunanistan bağlamında Syriza ve Çipras örneğinde de görmüştük. Kapitalizm kendi restorasyonunu sol siyaset üzerinden yaparak hem rızayı geri almaya, hem de solu sistem içine çekip dönüştürmeyi hem de toplumsal rızayı yeniden üretmeyi başarıyor.
Türkiye’de ise biz şu anda, maalesef bu noktanın bile çok uzağında bulunuyoruz. Türkiye ve Orta ve Latin Amerika ülkeleri birçok açıdan benzer özellikler gösterir. En temelde çoğu Türkiye gibi çevre/yarı-çevre ülkeler. Türkiye’nin farkı 20 yıldır kökü siyasal İslamcı ama her renge bürünen, bir siyasi bukalemun olan bir iktidar tarafından yönetiliyor olması, Latin Amerika’daki dönüşümün buraya uğramaması. Bu gidişle Türkiye’de muhalefet Latin Amerika’da 20 yıl sonra geri dönen ikinci “Pembe Dalga”yı da uzaktan seyredecek.