Sinan Ateş cinayeti ve daha önce izlenmiş bir filmin bölük pörçük sekansları

Bazen bir filmi izlemeye başladıktan kısa bir süre sonra “Daha önce izlemiştim galiba” düşüncesi gelişir. Film önünüzdeki ekranda akıp giderken, ilk versiyonunu izlediğiniz günkü haliniz gelir gözünüzün önüne, “ Ben o zaman kaç yaşındaydım, ne yapıyordum” şeklinde hafif bir iç sorgulama başlar.

Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı Sinan Ateş’e yapılan suikasttan sonra da öyle oldu. Cinayet sonrası gelişmeleri takip eden kişilerde, yıllar önce skandal düzeyinde yaşanmış bir olayı hatırlatmış olabilir.

***

3 Kasım 1996 yılında Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında, balina kasa Mercedes’in içinde hayatını kaybedenlerden birinin Abdullah Çatlı olduğu anlaşılınca yer yerinden oynamıştı. Kaza sırasında ölen diğer kişinin eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ olduğu ve yaralı olarak kurtulanın ise dönemin Doğru Yol Partisi Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak olduğunun ortaya çıkması üzerine de, büyük bir skandala dönüşmüştü.

ekran-resmi-2023-01-10-16-02-13.png

DÜN GİBİ- Ne zaman bir yerde ‘devlet-mafya-emniyet’ işbirliğinden söz edilse, akla hemen 1996 yılında Susurluk’ta meydana gelen kaza geliyor.

Çatlı, Kocadağ ve Bucak adlarının bir arada olması Türkiye’de ilk defa ‘Mafya-Siyaset-Emniyet’ üçlemesinin örgütlü işbirliğini ortaya çıkarmıştı.

26 yıl önce meydana gelen ve bugün de halen tartışılmaya devam eden bu trafik kazası, bir anlamda Türkiye'nin yakın tarihi açısından dönüm noktası oldu.

Çünkü kazayla kalınmadı, bir çok illegal ilişkiler de ortaya dökülmeye başlandı. O güne kadar karanlıkta kalmış bir çok olay gün yüzüne çıktı.

Bugün flashback görüntüler şeklinde hatırlanabilen bazı gelişmeler şöyledi:

Dönemin İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar’ın Özel Harekat Dairesi kökenli polislerden oluşan yasa dışı özel bir ekip kurmuş olduğu ortaya çıktı.

Aracın bagajından bulunan UZİ markalı silahlar ve mermileri için resmi düzeyde, "gizlice ve sessizce birilerini öldürme ihtiyacına cevap veren tesirli suikast silah ve mühimmat" tespiti yapıldı.

Kamuoyunda ‘Susurluk Çetesi’ diye anılan oluşumun, MİT ajanı Tarık Ümit’i 1995’de, Kumarhaneciler Kralı Lütfi Topal'ı ise 1996'da arabasında öldürdükleri anlaşıldı.

'Yeşil' lakaplı Mahmut Yıldırım, Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Yaşar Öz, Oğuz Yorulmaz, Ziya Bandırmalıoğlu gibi isimler deşifre oldular.

Ve İstanbul DGM Başsavcılığı olaya el koymak zorunda kaldı. Kamuoyu baskısı sonucu dönemin hükumet ortağı Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'dan istifa etmesini istedi.

Susurluk Çetesi'nin yargılanması 1997'de başladı ve 2001'e kadara sürdü, 10 sanık için 4-6 yıl arasında hapis cezası verildi. Mehmet Ağar'ın dokunulmazlığı olduğu için yargılanması ve hapis cezası alması biraz daha zaman aldı.

***

Bu gelişmeler çorap söküğü gibi kendiliğinden yaşanmadı. Dönemin majör medya organları olan gazete ve televizyonların özellikle haber programlarının evrensel düzeyde gazetecilik örneği sergilediler.

Çok ilginçtir, Milliyet Gazetesi’nde o dönemde yayınlanan bir sünnet düğünü fotoğrafı ‘Susurluk Çetesi’nin organik varlığının deşifre olmasına neden oldu. Fotoğrafta, Abdullah Çatlı, İbrahim Şahin ve Ayhan Akça, salonun pistinde kendilerinde geçmiş halde oynamaktaydılar.

ekran-resmi-2023-01-10-16-02-59.png

TEK KARELİK SKANDAL- Susurluk Çetesi’nin deşifre olmasında büyük etkisi olan bu fotoğrafı, Milliyet Gazetesi’nde o dönemde muhabir olan Mahmur Övür tarafından çekilmiş olduğu kalmış aklımda…

Dönemin Radikal Gazetesi’ni ise medya organları içinde başat bir örnek olarak göstermek yanlış olmaz. Mehmet Y. Yılmaz yönetimindeki gazetenin habercilik ve köşe yazarları düzeyinde gösterdiği performansını unutmak olmaz.

Medyadan sonra ikinci önemli faktör, sivil toplum kuruluşları oldu. Özellikle “ Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemi, kamuoyunun gelişmelere olan ilgisinin sürekli diri tutulmasını sağladı.

O da gariptir, birkaç arkadaşın sohbetinden ortaya çıkan eylem daha sonra dünya direniş modelleri literatürüne girdi, ABD, Yunanistan ve Filistin de tekrarlandı.

Susurluk Kazası sonrası skandallar peş peşe sıralandığı 1996 yılının sonuna doğru Mebuse Tekay, Ergin Cinmen, Ersin Salman, Yüksel Selek, Ali İzar’dan (belki birkaç kişi daha) oluşan bir arkadaş grubu kendi aralarında “ Ne yapmalı, nasıl yapmalı?” yaptıkları düşünce fırtınası, “ Her akşam saat 21.00’de 1 Dakika Karanlık Eylemi’ne dönüşür.

Ve ekip, 15 Aralık 1996 günü bu düşüncelerini “Hukuk devleti olmanın sorumluluğu ve zorunluluğu olarak suç örgütlerinin ortaya çıkarılması” şeklinde kısa bir çağrı metnine dönüştürerek, eylem planlarını açıklarlar.

Eylemin kişilere, siyasi parti veya bir örgüte mal olmaması için duyuru metni “ Yurttaştan Yurttaşa” başlığı altında anonim bir hareket olarak lanse edilir ve elden ele, kulaktan kulağa yaygınlaşır. Eylemin şiddetten içermeyen ama etkili sonuçları olan bu biçiminin bir ‘Kitle İletişim Formülasyonu’ olarak reklamcı Ersin Salman’ın tarafından tasarlandığı çok sonra ortaya çıkacaktır.

Her akşam ‘Işıkların bir dakika söndürülmesi’ fikrinin Avukat Cinmen’e ait olduğunu ise halen kimse bilmez, ben de yeni öğrendim.

Ergin Cinmen karar alma sürecini şöyle anlatıyor: “ Aramızdaki sohbetlerde eylem biçimi olarak bir çok öneri ortaya konuluyordu. Diğer teklifler de çok etkiliydi ama benim “her akşam aynı saatte 1 dakika karanlıkta kalma” fikrim daha çok rağbet gördü ve öyle karar aldık.”

Bu oluşum sürecinin kamuoyundan saklanma nedenini ise şöyle açıklıyor:

“ Eylemin kişileşmemesi konusunda çok kararlıydık. Yıllarca bana bu detayı soranlara, aslı olmayan bir hikayeyi anlatmak zorunda kaldım. O dönemde TV’lerde çok görünüyor olmam nedeniyle yaşlı bir teyzenin adliyede duruşma sıramı beklerken yanıma geldiğini “ Evladım neden sessiz kalıyorsunuz, her akşam ışıklarımız söndürerek hepimizin katılabileceği bir eylem yapsanıza” dediğini, fikrin böyle ortaya çıktığını söyledim.”

Ve ilk olarak 1 Şubat 1997’de saat 21.00 de başlayan eylem, kısa sürede kamuoyu tarafından büyük ilgi görür.

ekran-resmi-2023-01-10-16-03-16.png

İLK GECENİN COŞKUSU -Eylemin başladığı günün ertesinde Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan haber

Artık her akşam saat 21 olduğunda ışıklar söndürülüp, insanlar pencerelerinden sarkarak, balkonlara çıkarak tencere/tava çaldığı eğlence haline gelir.

Öyle ki, eylem kısa sürede her akşam aynı saatte cadde ve sokaklardaki toplu gösterilere dönüşür, hatta bazı şehirlerde etkinlik komiteleri kurulur.

Gelişmeler nedeniyle siyasi çevrelerin ve Genel Kurmay’ın rahatsızlığını dile getirmeleri çok uzun sürmez.

Eylemle ilgili küçük suiistimal ve provokasyon belirtileri ortaya çıkınca, 1,5 ay sonra eyleme ara verdiklerini açıklarlar.

Ancak eylem durmadığı gibi, her akşam saat 21.00 de ışıkları söndürme şeklinde ortaya konan eylem, tamamen yurttaşın kendi inisiyatifiyle 1 dakika boyunca ışıkları açıp kapayarak flash etkisi yaratma şovuna dönüşmüştür bile…

Sonunda amaç hasıl olur, “ Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık Eylemi’nin sosyolojik ve hukuki sonuçları ortaya çıkar.

Genellikle ‘haklar ve ödevler’ üzerinden tanımlanan ‘Vatandaşlık’ kavramı yerine, sivil ve daha kapsayıcı olan karşılığı ‘Yurttaşlık’ versiyonu kullanıma girer.

Sivil İtaatsizlik’ ilk defa bu dönemde kavramsallaşır.

Ve hukukçuların sesi nihayet duyulur. ‘Siyaset-mafya-emniyet’ yapılanmalarını mevcut ceza mevzuatıyla yargılamanın mümkün olamayacağı şeklindeki görüşleri mucize kabilinden sonuç verir. 1999 yılında ‘Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu” çıkarılır.

İşte yukarıda kısaca özetlenen hikaye, aslında bir tretman, döneminde büyük gişe yapmış bir filmin sekansları gibidir.

***

Eski Ülkü Ocakları Eski Başkanı Sinan Ateş’e suikast olayı da, Susurluk Kazası’nda olduğu gibi daha ilk günden ‘mafya-siyaset-polis’ üçlemesi işaretini verdi ama toplumsal etkisi nispeten zayıf kaldı.

Olayın üzerinden on günden fazla bir süre geçmesine rağmen tam deşifre olmadı, cinayetin neden işlendiği ve kimler tarafından azmettirildiği henüz netlik kazanmış değil.

Sebebini anlamak zor değil. Konuyu deşeleyecek medya organının sayısı artık çok az. Kısa Dalga’da Ersan Atar ve Ayşe Yıldırım’ın ve DW Türkçe'de Alican Uludağ’ın yazılarından çok yararlandım.

Ama konuya ana akım medya malum nedenlerle fazla rağbet etmiyor. Bir dönem olduğu gibi, olaylarla ilgili gelişmeler TV’lerin akşam haberlerinde gümbür gümbür yer almıyor.

Sivil toplum kuruluşlarının olaya uzak kalmalarını anlamak da zor değil.

Her ne kadar bu olayda da ‘mafya-siyaset-emniyet’ işbirliğinden söz ediliyorsa da, Sinan Ateş’in öldürülmesinin MHP/Ülkü Ocakları eksenindeki iç çekişmeden kaynaklandığı öngörülüyor.

Yani kısaca ortada henüz tretmana dönüşecek kadar bir hikaye malzemesi yok, sadece bölük pörçük sekanslar var.

Yine de, Sinan Ateş’in öldürülme olayındaki gelişmelerle, sonuçları açısından Susurluk Kazası arasındaki bazı benzerlikler, ister istemez ‘daha önce izlenmiş film’ çağrışımına neden olabiliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ADNAN EKİNCİ Arşivi
SON YAZILAR