ÖZGE MUMCU AYBARS
Tunç Soyer, Musa Anter ve devlet
9 Eylül’de İzmir Gündoğdu meydanı, efsanevi bir Tarkan Konseri’ne sahne oldu. Konserin gördüğü ilgi, yarattığı coşkuyu gören iktidar, halkın dışında suçlayacak birini hemen buldu: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22. Şangay İşbirliği Örgütü toplantısının gerçekleştiği Özbekistan’dan dönüp ABD’ye geçmeden önce: "Tabii bunların üzerine gitmemiz lazım. Yani bu meydan o kadar boş değil. Bunu bilmeleri gerekecek. Ecdadımıza eğer layık olacaksak bunlara hukuk çerçevesinde gereğini yapmamız lazım" dedi. İttifak ortağı da kendisine katılacaktı, aksi şaşırtıcı olurdu. Ah o ecdadımız… 1923’te kurulduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni yok sayarak, ah o ecdadımız…
O Gündoğdu Meydanı’ndaki kalabalık yerine muhalefet partisinden bir belediye başkanı seçilerek, günah keçisi ilan edilip üzerine suçlar boca edilmeye çalışacak… Senaryo benzer…
Özetle sözlerin anlamı belli, yeknesak bir kasnak gibi başka başka davalar üzerinden yaşıyoruz. Yarın öbür gün bir savcı dersine çalışacak, üzerine bir dava açılacak ve bir hukuki süreç yürütülecek… Bu hukuki sürecin doğruluğunu, muhtemel alınacak kararı, her akşam 3 ile 6 kişi arasındaki konuğun katılımıyla ince ince ele alınacak, insanlar kendi köşelerinden bağırıp duracak, bunun adına da ifade özgürlüğü koyacağız… Kendi içimize kapanmış, içinden çıkılamayan, sadece aday ismine kilitlenmiş tuhaf bir dönemin içinde değil miyiz?
Hep bunu yaşamıyor muyuz? Gezi’deki hak arayışının yükü belli insanların omuzlarında kaldıysa… Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman içerdeyse… Ali İsmail Korkmaz’ın davasında alınan kararlar ailesini nasıl yaraladıysa… Her şey o kadar basit aslında; fasit bir dairede yaşayıp, dönüp duruyoruz.
9 Eylül’den sonra Vahdettin tartışması yürürken, diğer yanda sessiz sedasız bir başka dava, 36. Duruşmasıyla Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dava 21 Eylül’e ertelendi. Musa Anter cinayeti, ki zaman aşımı 20 Eylül’de doluyor.
Musa Anter dosyası, 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da JİTEM tarafından işlenen zorla kaybetme ve katliamlarla ilgili yürüyen JİTEM ana davası ve 1993 yılında ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından öldürülen Ayten Öztürk cinayetiyle birleştirildi. 1920 yılında doğan Apê Musa (Musa Amca) olarak bilinen Musa Anter, 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da Seyrantepe mevkiinde Cumhuriyet Mahallesi 36. sokak’ta öldürüldü. Anter’in yanında bulunan gazeteci, yazar ve siyasetçi Orhan Miroğlu ise saldırıda yaralandı. Miroğlu daha sonra AKP’nden milletvekili olacaktı.
Dönemim başbakanı Mesut Yılmaz’ın isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’nda şu bilgiler yer aldı: Anter cinayetinin "Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planladığı ve işlendiği… Cinayetle ilgili 2000 yılına kadar etkin bir soruşturma yapılmadı. Anter Ailesi, 2000 yılında AİHM’e başvurdu ve 2007 yılında AİHM “yaşam hakkının hem maddi hem de usul açısından ihlal edildiğine” kararını verdi. Bahsi geçen raporda yer alan delillerin ise yetkililer tarafından göz ardı edildiği de belirtildi. 20 yıllık zaman aşımının dolması yakınken önce eski JİTEM elemanı olan Abdülkadir Aygan, Anter’in, kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM tarafından öldürüldüğünü açıklaması ve ardından tetikçi yakalanmasıyla açılabildi. Ancak dava JİTEM Davası’yla birleştirildi ve 2015’ten bu yana çeşitli engellemelerle karşılaştı. İsveç’te yaşayan “JİTEM’in en büyük eylemi Musa Anter cinayetiydi” diyen Abdülkadir Aygan’ın tamilatla ifadesinin alınamadığı ileri sürülerek dava uzatıldıkça uzatıldı… Bugünse zaman aşımı kapıda…
Uğur Mumcu’nun satırlarıyla Musa Anter cinayeti
Babamla geçirdiğimiz son yazımızda, Musa Anter cinayeti yaşandı. 20 Eylül 1992… Onun kaleminden satırlara yer vermek istiyorum çünkü bu satırlar nerelerde ayrı düşürülmeye çalışıldığını da gösteriyor.
"Musa Anter ile de geçen Mayıs ayında bir açık oturum için çağrıldığım ‘Yeni Ülke’ gazetesinin Ankara bürosunda tanışmıştık. Tanışınca da hemen Türkçülük, Kürtçülük üzerine karşılıklı şakalar yapmıştık. Musa Anter ‘Gel Uğur arkadaş, Yalçın Hoca ile beraber resim çektirip düşman çatlatalım’ demiş ‘Yeni Ülke’ muhabiri, Musa Anter, Yalçın Küçük ve benim birlikte fotoğrafımızı çekmişti.
Anılarını ve yazılarını hep okurdum. Kendi davasının inançlı, dirençli ve yürekli bir savaşçısıydı. Aziz Nesin’in kendi yaşamını anlatırken yazdığı gibi Musa Anter de ‘gözyaşlarından kahkahalar süzen’ kişilikte bir insandı.
Davasına katılır ya da katılmazsınız, savunduğu görüşlere karşı olursunuz ya da olmazsınız. Ne fark eder? Hangi ideoloji, hangi görüşü savunursanız savununuz, Musa Anter gibi insanlara saygı duymalısınız.
Musa Anter, örneklerini son yıllarda sık sık gördüğümüz türden, devre göre kişilik ve görüş değiştiren ideoloji tüccarlarından değildi. Anter, yaşamını kendi davasına adamış bir Kürt aydınıydı.
Böyle bir insana kim kurşun sıkar? Kim kıyar 75 yaşını aşan bir yaşlı delikanlıya? Türkiye’yi bir kan gölüne sürüklemek ve Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e, Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye düşman etmek isteyenler…
Hain ve alçakça kurşunlar, başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde can alıyor. Halkları birbirine kırdıracak kanlı ve uğursuz bir plan adım adım uygulanıyor. Hükümet de bütün bu olayları, kapalı tribün izleyicisi gibi izliyor.”
O zaman kapalı tribün izleyicisi olarak olayları izleyen hükümet, bugün yargıya emir verir nitelikte. Bugün elimizde bitmeyen, iğneyle kuyu kazar gibi dilekçe dilekçe giden yıllara yayılan adalet süreçleri, ağır ceza mahkeme salonlarında çuvallardan taşan pembe renkli dava dosyaları…
"İnsanlığa karşı suç” sayılması gereken davalar tozlu raflara gömülmek üzere… Oysa, “insanlığa karşı suç”u tartışmamız, yasal düzlemde tüm bu olayları ele almamız gerekirdi. Biliyorum, bu ve benzeri kayıplar toplumun kalbinde ayrı bir yerde, derin bir yerde duruyor. Devletin bütün yükü ailelere bırakıp, duyarlı avukatlar aracılığıyla sürdürülen ilmek ilmek ördüğü o davalarda, o aile yakınlarını sürekli takip etmek bilmem nereye düşüyor?