EMEK EREZ
Motorcular, Hippiler ve kültürel politikanın ‘trajik sınırı’
“Sanat haricinde, yalnızca etnografi yıkılmış -sadece kümeleşmiş çıktıların kayıt altına alınmasıyla dümdüz edilmiş- tarihleri deneyimlendikleri an içinde her zaman gelişme halinde ve kırılgan şekliyle gösterebilir…” Paul E. Willis klasik metni, “Aykırı Kültür”ün (çev. Gökben Demirbaş, Ayrıntı Yayınları) hemen girişinde bu cümleyi kuruyor. Etnografik çalışmalar araştırmacıya çok fazla etik sorumluluk yüklese de toplulukları anlamanın, onlar hakkında kalıplaşmış önyargıları yıkmanın, temas edince bir şeylerin farklı yorumlanabileceğini göstermenin önemli yöntemlerinden fikrimce.
Çünkü Willis’in de işaret ettiği gibi “çıktıları kayıt altına” almanın ötesine geçen, deneyimlenmiş anların öznel yorumlarını, tanıklıkları, kişilerin ve grupların kendilerine has varolma biçimlerini, yarattıkları kültürel edimlerin ne ifade ettiğini anlamanın yolunu açıyor. Bu nedenle kültürel çalışmaların, tek başına yeterli olmasa da ve kendi mikro alanında kalıp dünyayla ilişkilenme biçimleri açısından, Willis’in deyimiyle “trajik sınırlar”ı aşamasa da pek çok tartışmanın önünü açtığını inkâr edemeyiz.
Bu açıdan Willis’in “Aykırı Kültür” kitabının dünyadaki yerini koruması sürpriz değil. Yazar metinde 1960’ların iki önemli kültürüyle okuru karşılaştırıyor: Hippiler ve Motorcu oğlanlar. Bu iki grup, yarattıkları kültürün biçimleri, görünümleri, müziğe bakışları, toplumla, geleneksel kodlarla ilişkileri açısından, metinde ayrıntılıca ele alınırken, sadece kültür üzerinden tanımlanan “aykırı” olarak nitelenebilecek toplulukların neyi eksik yaptığını da düşünme şansı buluyoruz. Çünkü Hippiler ve Motorcular radikal bir kültürel biçim yaratıyor gibi görünüyor. Ancak ortaya koydukları pratikler kendi kültürel alanlarında gerçekleştiği için her ne kadar otoriteye, sisteme, verili olana karşı gibi görünse de dışa taşamıyor, sistemle tam bir kopuş gerçekleştiremiyor, bireysel alanda kalıyor ve dönüştürücü olamıyor. Willis’in araştırmasının da bana kalırsa en ilgi çekici yanlarından biri, bunun nedenleri hakkında düşündürmesi.
MOTORCULAR
Willis’in katıldığı gruplardan biri bahsettiğimiz gibi Motorcular, işçi sınıfından oluşan, kültürlerinde rock’n’roll müziğin ve motosikletin öne çıktığı bir topluluk olarak bahsedilebilir onlardan. Ayrıca, maskülinite, sertlik, motor bilgisi de kültürlerine has biçimler olarak eklenebilir. Bu özellikleriyle pek çok açıdan “aykırı”, toplumdaki alıntılanışlarında dışlanmış olarak değerlendirilseler de onların yarattıkları kültür genel bir otorite ve sistem karşıtlığı olarak yorumlanamıyor. Çünkü uyuşturucuya bakışları toplumun genel kanısından çok ayrışmıyor veya kadınlara yaklaşımları tamamen genel ahlâki normlarla ve toplumsal cinsiyet rollerine göre biçimlenmiş görünüyor. Kendi dışlanmış konumları toplumdaki ötekileştirilmiş gruplarla ilişkilerini etkilemiyor, ırkçı yaklaşımları neredeyse hiç değiştirmeden alıp sahipleniyorlar.
Metinde yer verilen görüşme notlarına da yansıdığı gibi, motor onlar için bir beden parçası ve kimlik gibi işlev görüyor. Willis’in cümlelerinin ifade ettiği gibi, “motorcu oğlanların motosiklete hâkimiyeti ile sergilenen ontolojik güvenlikleri değil, nitelikleri ve işleviyle makinenin kendisi de onların tartışmasız bir gerçeklik içinde somut kimlik anlayışlarını ifade etmektedir.” Bu anlayışta biz olmak, kendine varlık alanı açmak için motor işlevsel hâle geliyor. Yaratmaya çalıştıkları kültürel erkekliğe de yaslanan “sert” imajı en iyi ifade eden makine olmasının da motorla ilişkilerinde rolü olabilir bana kalırsa. Çünkü “makineyi evcilleştirmek” ona hükmetmek onların ortaya çıkardıkları yaşam tarzı odaklı kültürel biçimle epey ilişkileniyor.
Ayrıca, oluşturdukları katı, sınırları belirgin bir kültürel yapı ve o alanı korumak tüm bu bahsettiklerimizle kesişen bir yan taşıyor, Willis’in cümleleriyle söylersek; “siyah tenler, garip huylar, garip yemeklerin hepsi başka türlü bir yaşamı, yaşamı anlamanın başka bir yolunu, dünyada olmanın başka bir biçimini seslendiriyorlardı. Fazla yakın bir temas veya fazlasıyla imgesel bir anlama çabası, bu garip tanımların bazılarının kendi yaşam tarzlarına ithali ile onlara bulaşabilirdi. Bu durum dünyalarındaki katılığın bir kısmının altını oyabilirdi.”
Motorcular için kendi yarattıkları kültürel biçimi korumak oldukça önemli başkasıyla temas Willis’in de ifade ettiği gibi bozulma, “bulaşma” endişesi ortaya çıkarıyor ve bu durum davranışlarında gelenekçi bir yapı oluşmasına da sebep oluyor. Bu sadece başka kişi ve gruplarla ilişkilerinde değil mesela müzik kültürlerinde bile karşımıza çıkıyor. Çünkü onlar için belirli bir yaşam var, buna uymayan her şey, yeni bir müzik veya dans türü yarattıkları kültürel biçim için bir tehdit olarak algılanabiliyor.
HİPPİLER
Willis’in araştırmasının bir diğer grubu “Hippi” veya “kafa” olarak tanımlanan ve 60’larda epey iz bırakmış bir gençlik kültürü. Bu grup, motorcularla kıyaslandığında daha otorite karşıtı, felsefi bakış açıları ve sisteme yönelik eleştirileri olan bir topluluk olarak görülebilir ancak yine sınırları belli, yaşam tarzı odaklı bir kültür.
Bunların yanı sıra Hippilerin, bireyin kendini bulması üzerinden şekillenen bakış açılarıyla, çalışmaya, ilerlemeciliğe, teknolojik-akılcılığa getirdikleri eleştiriyle dönemlerine damga vurmuş, alternatif yaşam kültürü oluşturmuş bir topluluk olduğu da inkâr edilemez.
Willis’e göre Hippiler için bu bahsettiklerimiz bir sosyal çevre olarak iş görüyor; baskılanan kültürler içinde akılcı-teknik düzene karşı eleştirileri ve neyi baskıladığını veya yok ettiğini ifade ettikleri bir biçimler seti, bir sosyal çevre olarak kullanılıyordu.” Onlar için bu çerçevenin epey önemli olduğu yapılan görüşmelere de yansıyor özellikle akılcı-teknik sistem eleştirisi değişmez kesinliklerle kültürlerinde yer ediyor, her şeyin insani ilişkilerin, doğaya bakışın bozulmasının tek sebebi olarak yorumlanıyor.
Zaman anlayışlarında sadece şimdi hâkim geçmiş veya gelecek çok anlam ifade etmiyor, şimdinin ötesi yok sadece anda deneyimlenenin önemi var. Görünüm onların kültürünün en önemli parçalarından, kıyafetlerinde yazarın ifadesiyle “zenginlik sembolleri yoksulluk sembolleriyle birlikte” yer alıyor. Uzun saç önemli, saç doğal bedenin bir parçası orada ve olması gereken çünkü kendiliğinden uzuyor ayrıca onlara ayrıcalıksız gruplara yakınlık ve onlarla özdeşleşme imkânı tanıyor. Ancak genel olarak orta-sınıf bir yaşam sürüyorlar ve uyuşturucu hayatlarının önemli bir parçası. Bu nedenle yoksullardan olmaktan çok onlar gibi görünmenin bu kültürde belirgin olduğunu söylenebilir.
Willis bu durumu şöyle anlatıyor, “Kıyafetin tutarlı bir sınıf nosyonundaki rolünü reddetmek üzere pahalı parçalar özellikle lekelenmiş veya kirletilmiş ya da buruşturulmuştu. Ucuz parçalar, rengi solmuş gömlekler, yıpranmış kot pantolonlar, deri ceketler veya yelekler yoksullukla ilişkilerini reddetmek üzere güzelce yıkanıp temizlenmişti.”
NEDEN DÖNÜŞTÜRÜCÜ OLAMADILAR
Hippiler ve motorcular 1960’ların iz bırakmış, kültürel biçimler yaratmış, yukarıdan bir belirlenim olmadan yaşam tarzlarıyla bir fark olarak kendilerini kurabilmiş iki topluluk olarak karşımıza çıkıyor. Yaşadıkları dönemin kodlarıyla ele alındığında ayrıksı bir görünüm çiziyorlar. Ancak yaşam tarzı ve kültür üzerinden belirledikleri sınırlar dünyanın gerçekliğine temas edememelerine neden oluyor.
Mesela işçi sınıfından gelen motorcular Willis’in ifadesiyle, “…işçi sınıfı temalarını geliştirseler ve belirginleştirseler de bu içgörüleri çalışma şartlarına uyarlama konusunda adım atmadılar. Daha insani çalışma şartları için talepte bulunmadı veya değişime öncülük etmediler; ya da serbest zamanlarında ilgilendikleri teknolojiyle teknolojinin en muazzam uygulaması olan, çalışma yaşamında makineleşme arasında herhangi bir bağ kurmadılar.” Katı ve sınırları belirgin kültürleri başka işçi gruplarıyla ilişkilenmelerine engel oldu belki bu nedenle de kendi dünyalarının dışını göremediler.
Hippiler için de benzer bir durum söz konusu yine yazarın cümleleriyle ifade etmek gerekirse: “Yoksul ve dışlanmışlarla bağ kumuşlardı, onların ruh hallerini sempatiyle sonuna kadar yaşadılar, bunu kahramanca ve yaratıcı biçimde ileriye taşıdılar, fakat değişim için örgütlemediler: nihayetinde onunla avundular, öfkelenmediler.” Çünkü bu grubun da sınırları çok belirgindi, özgürlük anlayışları sadece kültür ve yaşam tarzı üzerinden şekilleniyor, dünyanın gerçekliğini dışarıda bırakıyordu. Özellikle hippi kültürünün dünyayı ele alış biçimi ve eleştirileri şimdinin radikal teorileriyle kesiştirilebilecek kadar keskin bana kalırsa ama sadece kültür üzerinden şekillenen eleştiri yaygın ve dönüştürücü bir pratiğe dönüşemiyor ve bir dönem içinde kalıp sadece kendi kültürel alanında o grup için anlamlı hâle geliyor.
Willis bunu şöyle değerlendiriyor: “Bu kültürler temel çelişkilere nüfuz etti, onları açığa çıkardı ve kısmen ve yerel olarak çözdü fakat bunu temel yapıları başkalaştırmayan, özel, bağlantısız ve enformel bir yolla yaptılar. Bu kültürler, sessiz bağlamlarında, neredeyse sanki temel yapılar değişmiş gibi -imgelemde tadını çıkarırken gerçeğe dönüştürmeye girişmeyerek- yaşadılar. Bu ileriye yapılan erken yolculuk, çoğunlukla kültürel politikanın itici gücüdür; ama aynı zamanda trajik sınırıdır.”
Otoriter ve kurumsal yapılara dokunmadan belli kültürler üzerinden yaratılan deneyimler her ne kadar ayrıksı görünse de genellikle kendi içlerinde kalıyor, dönüştürme çabası içermiyor, gerçek dünyadan kopuk bir kültür olarak “trajik sınırı” aşamıyor. En azından Willis’in “Aykırı Kültür”de yaptığı alan araştırması üzerinden bu yorumu yapabiliyoruz.