Ukrayna Savaşı, ABD ve Müttefikleri - 2

Geçen yazıda Ukrayna savaşının ABD ile Batılı müttefikleri arasındaki ilişkileri sıkılaştırdığını, AB’nin militarizasyona geçmek zorunda kaldığını, bunun da küresel sistem içinde önemli bir kırılma noktası olduğunu tartışmıştım. Devamla, kapitalist merkez içindeki Rusya karşıtlığında oluşan stratejik uyumun, ABD’nin ikinci halka müttefikleri arasında görülmediğini, hatta merkez-kaç eğilimleri hızlandırdığı tespitinde bulunmuştum. Bu yazıda, Batı çekirdeğinin (ABD-Kanada-AB-Japonya, G. Kore, Avustralya, Yeni Zelanda) dışında kalan bölgelerde ABD müttefiklerinin nasıl ve neden ABD politikasını birebir takip etmedikleri konusu üzerinde duracağım.

SORUN HEGEMONİK DÜŞÜŞ MÜ?

ABD hegemonyası, mutlak anlamda bir düşüş içinde değil. Bütün dünyayı saran son enflasyonist baskılara rağmen ekonomisi büyüyor, işsizlik pandemi sonrasında yine yüzde 3.6 civarına indi, savunma harcamalarına ayırdığı payda bir düşüş yok, hatta artarak devam ediyor, sıkıntılara rağmen dünyada ABD kadar ittifak ilişkisiyle bağlı, yani birine yapılan saldırının diğerine de yapıldığının kabul edildiği başka bir ülke yok. ABD hegemonyasına en büyük meydan okuyucu olan Çin’in bu anlamda tek bir müttefikinin bile olmadığını düşündüğümüzde tablo daha net ortaya çıkıyor. Çin, Rusya ile bu türden bir ittifak antlaşması imzalamaktan kaçınıyor.

Öte yandan, ABD’nin geçmişte (bundan 15-20 yıl öncesi) olduğu gibi küresel sistem üzerindeki etkisinde göreli bir düşüş var. Bunun birinci nedeni, Çin’in ekonomik ve uzun vadeli stratejik, Rusya’nın da askeri güç ve enerji konularında daha atak olmaları, ABD’nin bıraktığı her boşluğu doldurmaya başlamaları gibi gelişmelerdi. ABD’nin bu iki güç üzerinde etkisi çok azalmıştı.

İkinci olarak, küreselleşmenin etkisiyle çevrede yaşanan ekonomik büyüme, eskinin ABD güdümündeki ülkelerinin hareket alanlarını genişletti. Tabii, ABD müttefiklerinin Çin ve Rusya’yı dengeleyici olarak kullanmaları da ABD’nin işini zorlaştırmaya başladı. 2010’larda küresel sistemdeki bu dinamik kendisini daha doğrudan hissettirmeye başladı.

Pakistan ve Filipinler Çin ile yakınlığı derinleştirirken, Körfez ülkeleri, Mısır, Güney Afrika gibi ABD’ye yakın ülkeler Rusya ile ilişkilerini geliştirdiler. Bu ülkeler en azından dönemin koşulları gereği dış politikalarını çeşitlendirdiler.

Örneğin, 2010’lardan sonra Suudi Arabistan yöneticileri Moskova ve Pekin’de görmenin, Netanyahu ile Putin arasındaki yakın ilişkiyi izlemenin şaşırtıcı olmadığı bir döneme girdik. Birleşik Arap Emirlikleri’nin ABD’nin rahatsızlığına rağmen Suriye ile diplomatik ilişki kurması, Erdoğan’ın S-400 füze sistemini satın alması bu türden gelişmelerin örnekleri arasında. Bu arada Türkiye’nin, Rusya’yı dengeleyici olarak kullanma siyasetini uygulayan tek ülke olmadığını ama bunu yaparken en çok bedel ödeyen yapan ülke olduğunu bu arada eklemek gerek.

Bunlar ABD dış politikasına aykırı eylemlerden bazıları. ABD bir yandan içte ağırlaşan toplumsal sorunlar, orta sınıf memnuniyetsizliği, kutuplaşma ile uğraşırken öte yandan hem Batılı müttefikleri, hem Çin ve Rusya, hem de çevredeki müttefikleriyle ilişkilerini aynı anda yönetmekte zorlanmaya başladı. ABD’nin müttefikleri zaman içinde kendi özerkliklerinin sınırlarını test ederek sınırları görmeye başlayıp, zaman zaman bu sınırları zorlayabiliyorlar.

UKRAYNA SAVAŞI PAZARLIKLARI

Rusya’nın Ukrayna işgali AB ülkeleriyle Japonya gibi ABD müttefikleri için coğrafi yakınlık, aradaki bağlar gibi nedenlerle şok etkisi yarattı. Rusya’nın Çin ile işbirliği ve dış politikasında giderek dozu artan militarizasyon, 2008 Gürcistan, 2014 Kırım, 2015 Suriye’den sonra bir sıçramayla Avrupa kıtasındaki bir ülkenin işgaliyle başka bir boyut kazandı, nitelik değiştirdi. Ama Hindistan, Pakistan, Mısır, Güney Afrika, Körfez ülkeleri için böyle bir sorun yoktu. Dolayısıyla, bu ülkelerin hareket alanları daha genişti. Ayrıca, savaş nedeniyle ABD’nin kendilerine ihtiyacının arttığı hesabını yaptılar ve bu krizi yeni bir pazarlık için zemin olarak gördüler. İşgalden bir süre sonra, ABD Katar’dan Avrupa’ya daha fazla LNG gönderilmesini talep ederken, BAE ve Suudi Arabistan’dan petrol arzını artırmalarını istedi. Böylece, yükselen petrol fiyatlarını kontrol altına almaya çalışıyordu. Ne var ki, Katar görüşmelerde bulunup teknik zorlukları öne sürerken, diğer iki ülke lideri Biden’ın telefonuna çıkmadılar bile.

Suudi Arabistan daha da ileri giderek, tam işgal hızlanmışken Çin’e petrol satışını Yuan ile yapabileceğini açıkladı. Selman, Kaşıkçı cinayeti yüzünden kendisiyle doğrudan temas kurmayan Biden’dan gördüğü muameleyi düzeltmesini bekliyor, Ukrayna savaşı yüzünden ABD’nin kendisine duyduğu ihtiyacın arttığı hesabını yapıyordu. BAE ise Yemen savaşı üzerinden pazarlık yapıyor, bu nedenle geçici üye olduğu Güvenlik Konseyi’nde Rusya ile ilgili kararda çekimser kalıyordu. Ancak, ABD’den öyle bir baskı geldi ki BAE, Genel Kurul’daki oylamada bu kez Rusya aleyhine oy kullanmak zorunda kaldı.

Mısır da BM’de Rusya aleyhine oy kullanırken, açıklamalarında işgal ifadesini kullanmaktan kaçındı, Arap Birliği Rusya’yı kınamayan bir açıklamayla yetindi.

ABD’nin Ortadoğu müttefiklerinin temel sorununun, Washington’un ağırlığı Hint-Pasifik bölgesine vermeye başlaması ve güvenlik endişesi taşıyan bölge rejimlerinin bu yüzden hem ABD’ye mesaj vermek istemeleri, hem de dış politikalarını çeşitlendirmeye çalışmaları olduğu düşünülüyor.

ABD’nin geleneksel müttefiklerinden Meksika, Genel Kurul’da Rusya’yı kınayan karara olumlu oy verse de, yaptırımlara katılmayacağını duyurdu. Böylece ABD’nin Rusya’ya karşı bir kuzey Amerika bloku oluşturma çabasını boşa çıkardı.

Güney Afrika Cumhuriyeti hükümeti ise Rusya’nın tezlerini yineleyerek savaştan NATO’nun genişlemesi yüzünden Batı’yı sorumlu tuttu.

Ukrayna savaşını fırsat bilerek ABD ile yeni bir pazarlık yapmaya çalışan liderlerden biri de Erdoğan oldu. Kabil havaalanını işleterek Biden yönetiminin gözüne girmeye çalışan ama bu konuda istediğini alamayan Erdoğan için Ukrayna krizi daha önemli bir işbirliği alanı yarattı. Kriz bağlamında ABD bu çabaya karşılık verdi. Şu anda Rusya ve Ukrayna işgali öncelikli konuydu ve ABD için NATO ittifakı içinde uyum görüntüsü daha çok önem taşıyordu. Bu konu ayrı bir yazıyı hak ettiği için burada bu kadarlık bir değinme yeterli olur.

İMRAN HAN UKRAYNA KRİZİ KURBANI MI?

Pakistan Soğuk Savaş yıllarından beri ABD müttefiki bir ülke olsa da, Hindistan ile rekabeti yüzünden Çin’e yakın duran bir ülkeydi. ABD’nin Hindistan’ı, Çin’den uzak tutma politikası başarılı olsa da bunun Pakistan’ın Çin’e daha fazla yakınlaşması gibi bir maliyeti oldu ve ABD bu durumu kabullenmek zorunda kaldı. Bir yandan 60 milyar dolarlık bir bütçeye sahip ve içinde boru hatları, liman, santral gibi altyapı yatırımları olan Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru Projesi, öte yandan silah alımları Pakistan’ı Çin’e daha çok yakınlaştırdı. Pakistan “tek Çin” politikasını destekliyor, Hong Kong, Uygur ve Tibet sorunlarında Çin’i destekliyordu. 2018’de iktidara gelen eski popüler kriket oyuncusu İmran Han hükümeti Çin ile ilişkileri geliştirirken ABD’ye karşı eleştirel tutum almaya başladı. Öyle ki, ABD’nin Quad Dörtlüsü (ABD, Hindistan, Japonya, G. Kore) karşısında Rusya, Çin, Pakistan ve İran’dan oluşan bir dörtlü oluştuğundan söz edilmeye başlandı. İmran Han içeride belli bir popülarite yakalamıştı ama tüm dünyada yaşanan ekonomik sorunlar bu ülkeyi de etkilemeye başladı ve Pakistan bir süredir IMF ile borç görüşmeleri yürütüyordu. Tabii en fazla borcu, toplam borcun yaklaşık üçte biriyle Çin’eydi.

Biden yönetiminin düzenlediği ve video konferansıyla yapılan toplantıya katılmayı reddeden, Pekin’de Kış Olimpiyatlarına katılan, BM Genel Kurulu’nda Rusya konusunda yapılacak oylamada AB üyesi ülke büyükelçilerinin aleyhte oy kullanması çağrısına, “sizin köleniz değiliz” diye tersleyerek cevap veren, ABD’nin topraklarında drone saldırılarına izin vermeyen İmran Han zaten yeterince sorun çıkarmış sayılıyordu. Bir de 23 yıl sonra Moskova’yı ilk kez ziyaret eden Pakistan başbakanı olarak o günün de 24 Şubat’a, yani Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği güne denk gelmesi herhalde ABD’nin canını çok sıktı. Bu noktada Putin’in işgali ile görüşmeyi aynı güne denk getirerek Pakistan’ı zor durumda bırakmak gibi bir oyuna başvurduğu da dikkatlerden kaçmıyor.

Pakistan BM Genel Kurulu’nda Rusya oylamasında çekimser kalırken ve İmran Han bu konuda tarafsız olduklarını açıklarken, Genelkurmay Başkanı Rusya’yı kınayan bir konuşma yapıyordu. Pakistan iç yapısındaki fay hattı belli olmuştu. Ardından parlamentoda İmran Han hükümetinin koalisyon ortağının taraf değiştirerek güven oylaması yapmak istemesi üzerine Han parlamentoyu fesh ettiğini açıkladı. Anayasa Mahkemesi ise bu kararı iptal etti ve yapılan güven oylamasıyla hükümet düştü, yerine Şerif ailesinden, geçmişte başbakanlık yapmış olan Navaz Şerif’in kardeşi Şehbaz Navaz başbakan oldu. Bu durumu dış güçlerin komplosuna bağlayan İmran Han gelen tepkiler üzerine bu iddiasını geri çekti ama mitinglerle kitlesini canlı tutmaya devam etti.

Pakistan’daki hükümet değişikliğini ABD’ye doğrudan bağlayan herhangi bir veri yok. Hatta, yeni başbakanın abisi Navaz Şerif döneminde Çin ile ilişkilerin güçlendiği de söyleniyor. Sonuçta, İmran Han’ın bir şekilde siyaseten tasfiye edilmesinin ABD’nin işine geldiği ortada, ABD’nin bu tür müdahaleler konusundaki sicili zaten biliniyor. Sonuçta, Pakistan örneği dış politikada özerk çıkışların sınırlarını göstermesi açısından önem taşıyor.

ABD ile yakın ilişkilerdeki ülkelerin bundan sonra Rusya’yı ABD’ye karşı ne ölçüde dengeleyici olarak kullanabileceği Ukrayna savaşının gidişatına bağlı olacak. Savaş uzar ve Rusya askeri ve ekonomik olarak çok daha fazla zayıflar ve dünya kamuoyu giderek Rusya karşıtı olmaya başlarsa, artık Rusya’ya dayanarak ABD’ye mesafe koyma imkanlarında daralma olabilir. Örneğin, artan yaptırımlar, Rus silah sanayinin kritik ürünleri almasında sorun yarattığında gelişmiş silahları üretmekte zorlanabilir.

Dolayısıyla, Ukrayna savaşı yalnızca büyük güçler arasındaki dengeleri değil bu güçlerin çevre ülkelerle ilişkilerini de etkiliyor ve bu süreç devam edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İLHAN UZGEL Arşivi
SON YAZILAR