Zılgıt davaları ve 'Nusret Demiral'lar

Siyah, zırh kaplı Ford Taunus, girişi Ankara Adliyesi’nin arka tarafından olan Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) önüne yanaştı. Temmuz sıcağı erken bastırmıştı ama araçtan inen kişi, devlet ağırlığındaki koyu renk takımı kadar soğuktu.

DGM binası girişindeki polisler ayağa kalktı, gelen kişiye her karşılaştıklarında olduğu üzere mutat baş selamını verdiler. Siyah Ford Taunus’tan inen adam merdivenleri çıkıp 1 ve 2 No’lu DGM salonlarının önünde biriken kalabalığı korumalarının yardımıyla yararak makamına geçerken bekleme alanından zılgıt sesleri yükseldi. Adamı, kasvetli ve ışıkları yaktırmadığı için de biraz var oluş nedeni kadar karanlık odasına götürecek koridorun başında da 4-5 basamak merdiven vardı. Adam zılgıt sesleri eşliğinde o 4-5 basamağı da çıktıktan sonra birden ardına döndü ve güvenlik için görevlendirilmiş polis amiriyle göz göze geldi, soğuk bir sesle talimatını verdi:

“Toplayın bunları!”

Polis amiri bir an kalabalığa baktı, sonra “koyu adam”a baktı, gözlerinde “hepsini mi?” sorusu vardı. Adam daha sert ifadeyle:

“Hepsini, hepsini alın!”

Polisin eli telsize gitti, bina önündeki polisler “ek kuvvet” olarak çağrıldı kalabalık grup çevrelendi; zaten gidecek yerleri de yoktu. Sloganlar ve zılgıtlara, -orada ne işi varsa, hep köşede duran- ayakkabı boyacısı tezgahının arbedede yuvarlanan afili boya kapaklarından çıkan sesleri karıştı.

“Şahıslar toplanırken” Emniyet araçları bina önünde sıraya dizilmişlerdi. Polis, tuttuğunu araçlara bindiriyordu. Kalabalık kendinden çok avukatları Hüsnü Öndül’ün Emniyet aracına bindirilmesini engelleme derdindeydi. Avukat Şenal Sarıhan belirgin sesiyle Öndül’ün gözaltına alınmasına tepki gösteriyordu ama kendisi de aynı araca bindirilmekten kurtulamadı.

Rahmetli Nurettin Kurt, elindeki Zenit marka fotoğraf makinasındaki 36 pozluk film bitmesin diye “idareli” kullanıyordu.

Bina içinde polis ablukasından kurtulanlar koridorlara dağıldı. Kimi hakim – savcı katındaki tuvaletlerin kapısını zorladı ama tuvaletler kilitliydi. Oradaki tuvaletlerin anahtarları o “kara otomobilli, zırhlı” adamın sekreterliğinde dururdu. Zaten O’nunla alay etmek isteyenler de bu nedenle kendisine “tuvalet savcısı” derlerdi. Zırhlı, siyah renkli Taunus ile gelen, polise “toplayın bunları!” emrini veren adam, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral’dı.

Ve bütün bu olup bitenleri, çömez bir adliye muhabiri olarak izleyip kendimce not alıyordum.

ZILGIT TERÖR SUÇU SAYILDI

Derdim, geçtiğimiz günlerde kalp krizi sonucu yaşamını yitiren Nusret Demiral’ın bir gününü anlatmak değil, bir anlayışı yansıtmak.

Aradan bir zaman geçti, ANKA Haber Ajansı’ndan bir haber düştü:

“Zılgıt, terör suçu sayıldı”

Ankaralı yargı muhabirlerinin “Dayı”sı Adnan Keskin mahrecini taşıyan haber özetle şöyle diyordu:

Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde, Başsavcı Nusret Demiral’ı zılgıtla protesto eden şu kadar kişi hakkında “terör örgütü üyesi olmak” ve “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçlarından dava açıldı.

Haberde, haklarında dava açılanların, DGM’de başka bir davada yargılanan sanıkların yakınları olduğu yazılıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam o davanın sanıkları da, Nusret Demiral’ın bir yıl kadar önce Meclis’ten gözaltına aldırdığı DEP milletvekillerinin temsil ettiği Kürt siyasetinin içindeki isimlerdi.

İddianamenin altında Nusret Demiral’ın imzası yoktu. O böyle “küçük işler”le uğraşmazdı. Açıkçası o iddianameyi kimin hazırladığını da hatırlamıyorum. Davayı açan, belki “Demiral’ın prensleri” denilen iki savcıdan biriydi, belki de daha sonra düz Ağır Ceza Mahkemesi’ne üye olarak gidecek ve gittikten sonra özel sohbetlerinde “Nusret abi bize çok hukuksuzluklar yaptırdı” diyecek olan isimdi.

O dava nasıl bir “devlet güvenliği refleksi” ile açıldı bilemeyeceğiz ama bildiğimiz bir şey vardı. Demiral Kürtler’i sevmezdi. Nitekim Hürriyet’ten Oya Armutçu’ya verdiği röportajında da ölümünden sonra şiir yazdığı köpeği Goldi’den bahsederken “DEP’liler köpek değildi ki… Devlet yıkmaya çalışan kişiler. Elbette ki Goldi’ye gösterdiğim sevgi ve özveriyi gösteremem” diyecekti.

“ZILGIT”TAN 7 YIL CEZA

Konumuz; Nusret Demiral’dan ziyade, “devlet güvenliği”nin O’nun temsil ettiği özel mahkemelerin kılcal damarlarına ne kadar süzüldüğü. Anlatı yöntemimiz de “zılgıt.”

Eskinin Yıldız Sarayı bahçesine kurulan çadır mahkemeleri, önceki günün; İstiklal Mahkemeleri ve Sıkı Yönetim Mahkemeleri, dünün; Geniş Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, bugünün; Anayasal Suçları Bakmakla Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri... Bunların hep kalın kırmızı çizgileri vardı. Çoğu da “evrensel hukuk” diye bildiğimiz “hakim hukuk”un batıdaki ürünleriyle bile aynıydı. Nitekim Devlet Güvenlik Mahkemeleri, ismiyle cismiyle Fransız hukukundan alınmamış mıydı?

Böyle bakıldığında Nusret Demiral’ın Meclis’teki Kürtçe yeminden sonra DEP milletvekillerini gözaltına aldırıp “idamlarını istemesi”, “tuğladan taş çektirmeyen” siyasetin, üzeri örtülsün diye çaba gösterdiği siyasi cinayetlerin faillerinin meçhul kalmasını sağlaması “kendisinden” beklenmeyecek refleksler değildi.

Bu mahkemeler de onların “Nusret Demiralları” da bunun için vardı. Hatta şu kadarını söyleyebiliriz ki daha özgür bir ülke ve dünya isteyenler, enerjilerini o mahkemeleri var eden siyasete karşı değil de “ürünlerine” karşı kullanarak aslında, elbette istemeden, “siyasetin” işini kolaylaştırıyordu.

İşte o mahkemelerin kırmızı çizgileri önceki günün “asker kaçakları”ydı, dünün “kızıl komünistleri”ydi, “kara şeriatçılarıydı”, bugünün “gezici”lerileriydi. Ama o kırmızı çizgi Kürtler’e her daim çekildi. Bu nedenle örneklem olarak “zılgıt davaları”nı aldık.

Devlet Güvenlik Mahkemeleri, tıpkı “demokratikleşme çabaları” gibi formel bir şekilde ismini değiştirip “Ağır Ceza Mahkemeleri” haline gelince “zılgıt”ı cezalandırmak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’ne düşecekti.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2011 yılının Aralık ayı başında KCK davası vardı. Sanıklarından Cengiz Doğan’ın annesi Şükriye Doğan ve halası Hayat Aktaş duruşmada zılgıt çektiler. Mahkeme Başkanı, tıpkı Nusret Demiral gibi, “Alın bunları!” dedi. “Alındılar”, ikişer gün disiplin hapsi cezası verildi. Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’ne götürüldüler.

Bundan 10 gün sonraki ceza daha amansız olacaktı. Sanık; 6 çocuk annesi Anzelha Çelik’ti. Çelik, Şanlıurfa / Suruç’ta, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişini protesto eden kalabalığa “zılgıt çekerek” destek vermişti. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. 20 yıl istenmişti ama tam 7 yıl 10 gün hapis cezası verildi. İki suçu vardı: Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve terör örgütü propagandası yapmak.

ERDOĞAN: BU ZILGATLARI BANA ATMIYORSUNUZ DEĞİL Mİ?

Zılgıt, Kürt kadınının çığlığıydı. 2017 yılında Bayburt Cezaevi’nde kalan Kürt kadınlar Siirt Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmalarına SEGBİS sistemiyle (görüntülü) katılmışlardı. Cezaevindeki koşulları zılgıt çekerek protesto ettiler; 10 kadına “suç ve suçluyu övmek”ten dava açıldı. Davanın delili, SEGBİS kayıtlarındaki zılgıttı.

Devlet, “zılgıt”a karşı bu kadar duyarlı olunca geçen yıl Aralık ayında yapılan AKP Gaziantep İl Danışma Meclisi toplantısında bir an “ne oluyor” dendi. Salondaki kadınlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sevgilerini zılgıtla gösterdiler. Erdoğan’ın bunun bir sevgi gösterisi olduğunu fark etmesi tabii anlık meseleydi ama bir taraftan da Nusret Demiral fobisi nüksedivermiş olmalı ki Erdoğan karşısındakilere soruyordu:

“Bu zılgıtları bana atmıyorsunuz değil mi? Gerekli olan yerlere atıyorsunuz değil mi?”

Kalabalık, sevgi sloganları eşliğinde zılgıtlarını devam ettirdi. Erdoğan artık emindi, bu bir tepki değildi. Onlar Kürt kadınlardı ve düğünlerinde de zılgıt çekerlerdi.

Ve “Nusret Demirallar” da onlara dava açıp, yargılarlardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ERSAN ATAR Arşivi
SON YAZILAR