15 Temmuz’da darbeyi görmemek 14 Mayıs’tan darbe çıkarmak

ERSAN ATAR

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın düzenlediği toplantıya katılıyor ve kürsüden şunları söylüyordu:

"15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi, halkın sokağa dökülmesi karşısında başarısız oldu. 15 Temmuz onların fiili darbe girişimiydi. 14 Mayıs da siyasi darbe girişimleridir. Bu kadar açık ve nettir.”

Hani, İçişleri Bakanı Soylu gibi deneyimli bir siyasetçi için geçerli değildir ama yine de “Bu sözler siyasetçinin o anlık söylediği sözler” olarak okunabilirdi ama Soylu aynı sözlerini sosyal medya hesabından da neredeyse noktası noktasına paylaşıyordu. Belli ki düşünülüp söylenmiş sözlerdi. Soylu ne söylediğini biliyordu.

Bu sözler yine de “İstanbul’dan yeniden aday olay bir siyasinin, tabanını konsolide etmek için söylediği sözler” olarak okunabilirdi, sözü söylemek siyasi etiğe emanet edilebilirdi belki ama ne AKP’den ne de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan, “Bunlar Sayın Soylu’nun kişisel düşünceleridir, seçimler millet iradesinin tecellisinin tek aracıdır” gibi açıklamalar gelmedi.

Söz söylendi, adresini buldu. AKP’nin propaganda yöntemini analiz edebilen herkes de bilir ki bu sözü şöyle “okuyan” çok sayıda seçmen vardır: “Kılıçdaroğlu 14 Mayıs’ta darbe yapacakmış hatta yanına HDP’yi de almış.”

Öyle ya bugün Anadolu’yu dolaşsanız “Kılıçdaroğlu teröristlere kapıları açacakmış” diyecek ve “kulaklarımla duydum” diyerek kendi halüsinasyonuna sizi de inandırmaya çalışacak çok seçmen olduğunu alan araştırmacıları bilir. Ve araştırmacılar, siyasi analistler bilir ki seçmen oyunu kullanırken önce kendini güvende hissetmek, verdiği oy nedeniyle yaftalanmayacağını bilmek ister.

Hal böyle olunca, 15 Temmuz’daki bir olayı hatırlatmak ve “15 Temmuz’un darbe olduğu devlete söylendiği halde inanılmadı(!) da devletin kurduğu sandığa atılacak oy mu darbe girişimi?” diye sormak ülkenin gazetecisine düşüyor.

Binbaşı O.K. tatilden dönüyor

Hakkındaki pek çok soru “tarihe bırakılan” 15 Temmuz yaşandığında, şimdi ilk kez oy kullanacak genç, 11 – 12 yaşlarındaydı ve ailesinin aldığı karne hediyesi bisikletle “hava atmak”la meşguldü. Veya öğle sıcağını aldırmadan “artık kolluksuz ve simitsiz yüzüyor olmanın” keyfini çıkarıyordu.

İşte 2016 Temmuz’unda bir binbaşı da Akçay’da tatil yapıyordu. O binbaşı O.K.’ydı (Açık adı daha sonra deşifre edildi ama biz yine de biraz sonra anlatacağımız yeni görevi nedeniyle isminin ve soy isminin baş harfleriyle yazıyoruz) Kara Havacılık Okulu’nda görev yapardı. O yılki tatil kampı kurasını 11 Temmuz 21 Temmuz tarihleri arasında çekmişti. Akçay’dayken telefonu çaldı. Arayan, Ankara’dan Tabur Komutanı Deniz Aldemir’di. Telefondaki kişi, “Binbaşım, CH 47 helikopterleri geldi, teslim töreni yapılacak, Cumhurbaşkanı da törene katılacak, Cuma günü görevde olmanız gerekiyor” diyordu.

Uzatmayalım, Pilot Binbaşı ailesini Akçay’da bırakıp tatilden döndü. O gece uçuş olduğu söylendi. “Yol yorgunuyum uçamam” dediyse de dinletemedi. Kendisini Ankara’ya çağıran Tabur Komutanı O’nu arabasına almış alay komutanına götürüyordu. O otomobilde konuşulanları daha sonra vereceği ifadeden, kendisinden dinleyelim:

“10:30’da Binbaşı Deniz Aldemir’in arabasıyla alay komutanına gitmek üzere bindik. ‘Telefonu kapat’ dedi ve radyoyu açtı, radyonun sesini yükseltti. Daha sonra ‘Ben senin hizmetten (o zamanlar FETÖ’ye daha ‘hizmet” denirdi) olduğunu biliyorum ama uzatmayacağım, bu gece faaliyetimiz olacak. Mesela ben Cooger helikopteriyle Hakan Fidan’ı (MİT Müsteşarı) alacağım. Sen de Murat Bolat’la uçacaksın. Çok kan akacak’ dedi. Ben kilitlendim, bir şey söyleyemedim… ‘Senin hizmetten olduğunu biliyorum’ deyince vatan aleyhine bir şey yapılacağını anladım… Alay komutanının yanına gittik, ben oradan geri döndüm. Tümen karargahına uğradım ama içim hiç rahat değildi. Taburdaki herkes normal günmüş gibi davranıyordu. Murat Bolat akşam 19.00 gibi bulaşacağımızı söyledi.”

MİT’e gidip ihbar ediyor

Şimdi ilk kez oy kullanacak olan genç bilmez ama o günlerde Ankara’da darbe söylentileri ayyuka çıkmıştı. “Genelkurmay’da 35 paralel paşa” başlıklı yazılar yazılıyor, Ankara’nın gazetecileri akşam Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor mu yanmıyor mu diye kontrol ediyordu. Bu yöndeki bilgilerin hem devlette hem de toplumda dahası vardı.

O dönemdeki söylentiler ve hatta bilgiler Binbaşı O.K.’nın da kulağına geliyordu. Binbaşı durumdan şüphelendi. Bu, öyle 17/25 Aralık sürecindeki gibi gözaltı, tutuklama faaliyeti değildi. Ama binbaşı yine de emin olmak, öğrenmek istedi. Öğle saatleri olmuştu ki öğrendikleri ona yetiyordu, darbe olacaktı. Bu durumun birilerine bildirilmesi gerekirdi. Amirlerine bildirse olmazdı, öyle ya darbeyi asker yapacaktı. Önce toplu taşıma aracına sonra da ticari taksiye bindi, MİT’in yolunu tuttu. Yolda giderken Yenimahalle’de (MİT yerleşkesi orada olduğu için MİT’e ‘Yenimahalle’ denirdi) muhataplarına neler söyleyeceğini kafasında toparladı. Açıkça “darbe” demeliydi, saklamamalıydı. Sonrasını ifadesinden aktaralım:

“Kimlerin bu işin içinde olduğunu bilmediğim için sıralı amirlerime de bu durumu söyleyemedim. Daha sonra üzerimi değiştirerek saat 13.55 gibi izinsiz mesaiyi terk ettim. Deniz Binbaşıya ‘ben uçamam’ şeklinde mesaj attım ve telefonu uçak moduna aldım. Otobüsle Ankamall AVM’den bir önceki duraktan inerek taksiye bindim. Taksiciye MİT’in yerini sordum, ‘Kirazlıdere mi, Yenimahalle mi?’ diye sordu. Ben de genel merkeze gitmek isteğimi söyleyince ‘Yenimahalle’ye götüreyim’ dedi. Saat 14.20 gibi MİT’in kapısına bıraktı beni. Kapıdaki görevliye kimliğimi göstererek ‘TSK içindeki paralelcilerle ilgili bilgi vermek için geldim’ dedim. Kimliğimi aldı telefon görüşmesi yaptı. 14.30’u biraz geçe beni içeri aldılar, güvenlik kapılardan geçtik ve toplantı odasına vardık. Gelen 2 kişiye ‘bir helikopter Hakan Fidan’ı alacak, diğer helikopterin ne yapacağını bilmiyorum’ dedim. Bana ne olabileceğini sordular. Ben de büyük bir faaliyet olabileceğini hatta darbe faaliyeti olabileceğini söyledim. Bu kişi bana ‘Hakan Fidan’ı almaktan kasıt ne?’ diye sordu. Ben de ‘çok kan akacak’ dediklerine göre bu faaliyetin iyi niyetli bir faaliyet olmadığını kendilerine söyledim. Hatta kendilerine YAŞ kararlarında FETÖ’cülere karşı büyük bir temizlik olabileceği sürekli yazılıyor, bu nedenle YAŞ öncesinde bir darbe faaliyeti olabileceğini söyledim.”

‘Hakan Fidan’a bildiriliyordu’

Binbaşı O.K.’nın verdiği bilgiler anında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a aktarılıyor, Fidan kendisine yeni bilgi verildikçe durumun ciddiyetini görüyor, kendisine o dakikalardaki görüşmede geçen yeni bilgiler aktarıldıkça binbaşının muhatabının “rütbesini” yükseltiyordu. MİT’teki o anları daha sonra 15 Temmuz’u kitaplaştıracak olan Erdoğan’ın avukatı Hüseyin Aydın’dan aktaralım:

“Binbaşı O.K’nın verdiği bilgiler, ivedi bir şekilde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a aktarıldı. MİT Müsteşarı, o sırada kurum içinde bir toplantıdaydı. Durum kendisine iletilince toplantıdan ayrılarak ilk mülakatı yapan memurları dinledi. MİT’e gelen ihbar, benzerlerinden farklıydı. İhbar; yer, zaman ve kişi bilgisi dahil teyit edilebilir somut veriler içeriyordu. Ayrıca daha önceki suikast ihbarlarından farklı olarak ihbarı, bizzat eylemin muhtemel faili ulaştırıyordu ve bu kişi TSK mensubu bir subaydı. Bu nedenle MİT Müsteşarı Hakan Fidan, ihbarı önemsedi ve kıymetlendirmeye değer buldu.”

Avukat Hüseyin Aydın, bu anlatımlarında “darbe” sözcüğünü kullanmıyordu ama Binbaşı O.K., daha sonra kendisinin ifadesini alan savcılara, “darbe sözcüğünü kullandığını ısrarla” aktarıyordu.

Hatta bu ifade tam da şöyle yazılıyordu: İfadenin alındığı odada dönemin Ankara Başsavcısı Harun Kodalak ve soruşturmayı yürüten Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen ve katip ve tabi bir de O.K vardı. O.K. önce "faaliyetin darbe olabileceğini söyledim" diyordu. Başsavcı ve Vekili, O.K'nın ne dediğinin farkında olup olmadığını teyit etmek için, "Darbe sözünü telaffuz ettin mi, emin misin?" diye sordular. O.K. da tereddütsüz, "darbe sözünü kullandım" diye yanıt verdi ve o meşhur ifade böyle yazıldı.

Fidan, Akar’a gidiyor

Binbaşı O.K. Yenimahalle’den, kendisine bir dinleme cihazı takılarak ayrılmıştı. “İrtibatta kalalım” denmişti. MİT’teki personele durumu bildirecekti. Hatta mesajlarının şüphe çekmemesi için MİT personeli telefonunda “pastacı” olarak kayıtlı olacaktı. O.K. “pastacı” ile yazışacak hatta arayıp durumu bildirecekti ve öyle de yapıyordu.

İddia ciddiydi ama MİT ve Genelkurmay arasındaki trafik önce niyeyse “ikinci adamlar” düzeyinde işledi. MİT Müsteşarı Hakan Fidan Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler’i aradı, “Bize bir subay geldi, ciddi şeyler söyledi, ben şimdi size yardımcımı gönderiyorum, o size aktaracak” dedi. Fidan’ın yardımcısı saat 16:00’da Genelkurmay’a geldi, durumu Yaşar Güler’e anlattı. Güler de Hulusi Akar’a aktardı. Artık darbe olacağını bilenlerin sayısı artıyordu. Akar MİT Müsteşarı Fidan’ı aradı, Genelkurmay’a davet etti. Daha saat 16:30’du ki Fidan Genelkurmay’a giriş yaptı. Genelkurmay’da toplantılar yapıldı ve Hakan Fidan Genelkurmay’dan uğurlandı.

Aranmayan Akar, “ulaşılamayan” Fidan

Ülkede darbe yapılıyordu ama Fidan randevusuna sadıktı; Diyanet İşleri Başakanı Mehmet Görmez ve Suriyeli muhalif lider Muaz el Hatib ile “iş yemeğini” iptal etmemişti.

Ülkede darbe yapılıyordu ama Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar yardımcılarını askeri birliklere gönderiyor, “Gidin bakın bakalım olağanüstü bir durum var mı, varsa bana bildirin” diyordu. Askeri birliklere dağılan komutanlar “durum normal” raporu veriyor, Akar “Bir daha bakın bakalım, oralardaki subaylarla çay için, ağızlarından laf almaya çalışın” diyordu.

Ülkede darbe yapılıyordu ama ne ülkenin Başbakanı aranıyor ne de tatildeki Cumhurbaşkanı “rahatsız ediliyordu”.

Ve işin ilginç tarafı ülkenin Cumhurbaşkanı’nın da kulağına bazı şeyler geliyordu ama ülkenin Genelkurmay Başkanı’na, “Hulusi, orda neler oluyor?” diye sormuyordu. Belki de binbaşı O.K.’daki “darbeyi asker yapacaksa askerle bir şey paylaşmak doğru olmaz, MİT’e bildirmeli” tedirginliği Cumhurbaşkanı’nda da vardı.

Cumhurbaşkanı da öyle yaptı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı aradı. Fidan Suriyeli muhalif ve Diyanet İşleri Başkanı ile “yemekli toplantı”daydı. Gündüz “yoldan geçen bir binbaşı”nın söyledikleri yine o saatlerde de toplantıda olan Fidan’a dakika dakika aktarılıyordu da niyeyse Cumhurbaşkanı kendisine ulaşamıyordu. Ve niyeyse Cumhurbaşkanı’nın da aklına, “Bari MİT Müsteşar Yardımcısı’nı arayayım” demek gelmiyordu. Hani arasa, “Sayın Cumhurbaşkanım durum bu” diyecekti. Nihayetinde Müsteşar Yardımcısı da günün trafiğini tam da ortasındaydı.

Belki bütün bu görüşmeler gerçekleşse ne “enişte”ye iş düşecek ne de yarın Ruslar’a “Darbeyi Erdoğan’a biz haber verdik” kozu bırakılacaktı.

Ve belki de darbe girişimi daha önceden önlenecek, sonrasında “Hakan Fidan, Hulusi Akar’a ‘darbe’ dedi mi demedi mi” sorusu da dahil birçok sorunun hala cevapsız kalmasına gerek bile kalmayacaktı.

Ve belki de “Allah’ın lütfu”nun faturası ülkeye bu kadar ağır olmayacaktı.

Darbede darbeyi görememek, seçimde darbeyi görmek

Bütün bu anlattıklarımız uzun 15 Temmuz gününde saat 20:00’den önce oluyordu. Daha ne tanklar yürümüş, ne uçaklar havalanmıştı, ne Meclis bombalanmış ne de insanlar ölmüştü.

Özcesi; darbe olurken darbenin yaşandığından tereddüt ediliyordu ama İçişleri Bakanı Süleyman Soylu günler, haftalar sonra olacakları darbe girişimi olarak nitelendiriyordu. Ve o olacak olan ne “MİT Müsteşarı’nın alınması”ydı ne de “çok kan akacak faaliyet”ti. Demokrasinin; dünya üzerinde Antik Yunan’dan beri geçerliğini halen koruyan, yerine başka bir yöntem icat edilmemiş tecelli yöntemi olarak kabul edilen “seçim”di. Ve AKP de bu yolla iktidara gelmişti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ERSAN ATAR Arşivi
SON YAZILAR