AKP’nin müttefikini tanıma klavuzu: Kazdıkça domuz bağı çıkan davanın öyküsü

Takvimler, 20 Mayıs 2013’ü gösteriyordu. AKP İstanbul İl Başkanlığı önünde toplanan kalabalık sloganlar atıyordu: Zalimler için yaşasın cehennem… Biz mustazafların sesiyiz… Cezalar bizi yıldıramaz.

Bir hatibin sesi yükseliyor ve şöyle diyordu: Bize 15 yıl önce parti kurun, gazete açın, siyasete girin diyenler bugün dernek yöneticilerimize ve yazarlarımıza ceza veriyor.

Hatip, HÜDA-PAR’ın o zamanki Genel Başkan Yardımcısı Sait Şahin’di. Nitekim Şahin’in ismi, partinin internet sitesinde halen “Kurucu Üyeler” arasında duruyor. Daha sonra Hizbullah’ın legal yapısı olduğu için kapatılacak olan Mustazaflar ile Yardımlaşma Derneği’nin (Mustazaf-Der) yöneticisi. Yargıdan şikayet ediyordu. Şikayet gerekçesi kendisi ve partili arkadaşlarına verilen hapis cezasıydı.

Bugün, işte bu davanın dosyasında biraz derince bir kazı yapacağız. Kazdıkça göreceğiz ki domuz bağları çıkacak. Ve kazdıkça, bugün daha anlamlı hale gelen bağlantılar çıkacak.

Bu davayı anlatabilmek size önce bir koridordaki akşam saatlerini, yaşayan tanık olarak anlatayım. 3 Ocak 2011’di. Hemen hemen her gün gittiğimiz Yargıtay’da, o bizce bilindik koridorda bir gariplik vardı. Bir telaş. Ceza Dairelerinin bulunduğu blokta birinci katın koridoru. Yargıtay 9. Ceza Dairesi buradaydı. Gazeteci olarak Yargıtay’da ne var ne yok diye bakmak için giderseniz ve o koridora uğramazsanız eksik bırakmış olurdunuz. Ama o telaş nedeniyle bir türlü o koridordan ayrılamıyorduk. 9. Ceza Dairesi akşam saatlerinde müzakere halindeydi ve Daire’nin Yazıişleri Müdürü bir müzakere odasına giriyor, bir “kalem”e dönüyordu.

Daha sonra FETÖ üyeliğinden yargılanıp, “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına hareket ettiği” için yargılanıp mahkum olacak olan Daire Başkanı Ekrem Ertuğrul’un yüzü o gün başka bir kızarıktı. Ne zaman kritik bir karar verecek olsa yüzünden belli olurdu. Hizbullah davası görüşülüyor ama ağızları bıçak açmıyordu. Uzatmayalım Ankara’daki hemen hemen tüm yargı muhabirleri alınan kararı bir türlü öğrenememiş, neredeyse gece yarısı evlerimize elimiz boş dönmüştük. Kokusu ertesi sabah saatlerinde çıktı. Ekrem Ertuğrul’un yüzünden okunan telaşının bundan olduğunu biz de ertesi sabah öğreniyorduk. Güneydoğu’da Hizbullahçılar teker teker tahliye oluyordu. Gerekçe de 10 yıllık tutukluluk süresinin aşılmasıydı. Tahliye olan, daha domuz bağlarının hafızalarda taze olduğu günlerden bilinen isimlerdi. Hizbullah’ın lider kadrosuydu: Başlarını Edip Gümüş çekiyordu.

Anlatacağımız, derin kazı yapacağımız dava Yargıtay’daki bu dava değil. İşte bu davadan sonra olup bitenlerin davası.

Hizbullahçılar tahliye olmuştu ama Türkiye’de kalmamalıydılar. İşte hikayemizin kahramanları Sait Şahin, Mehmet Bahattin Temel ve Fikret Gültekin burada kendini göstereceklerdi. Daha sonra Hizbullah’ın legal görünümü olduğu gerekçesiyle kapatılacak olan Mustazaf-Der’in ve şimdi 14 Mayıs’ta AKP’nin müttefiki olacak olan Hür Dava Partisi’nin bazı yöneticileri: Parti Genel Başkan Yardımcıları Sait Şahin (Hani girişte adını andığımız, ‘parti kurun dediniz kurduk’ diyen Sait Şahin) ve halen partinin internet sitesinde “kurucu üye” olarak duran dönemin Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bahattin Temel ile Fikret Gültekin.

İstanbul Başsavcılığı, bu üç parti yöneticisi ve daha birçok kişi hakkında, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin salıverdiği Hizbullahçıları yurt dışına kaçırdıkları gerekçesiyle dava açmıştı.

Zeynep abla ve ötesi

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın iddianamesinde neler yoktu ki. HÜDA-PAR yöneticilerin Hizbullahçıları Avrupa'ya, Suriye’ye, Lübnan’a, İran’a nasıl kaçırdıklarını anlatan ihbarlar, bunun için kurulan paravan şirketler.

En eğlenceli tarafını anlatalım. Bu sanıklar telefonlarının dinlendiğini, yazışmalarının takip ediliyor olabileceğini tahmin ediyor olmalılardı ki isim kullanmıyorlardı. Kendilerince şifreler oluşturmuşlardı. Hizbullah’ın Avrupa sorumlusu olan Ali Demir Türkiye’deki bu isimlere mail gönderiyordu:

-Allah‘ın izniyle kardeşlerle kucaklaşmak nasip olacak, ancak sabır göstersinler. T.C‘de kalmaları sorun teşkil edecek. Kardeşler muhakkak en kısa zamanda ayrılsın. Edip abi ve Cemal‘i buraya bekliyoruz.

Edip dediği, Yargıtay’ın kararıyla salıverilen Edip Gümüş’tü. Cemal dediği de Cemal Tutar. Belli ki onlar Avrupa yolcusuydu. Ali Demir, HÜDA-PAR’ın o dönemki Genel Başkan Yardımcısı Sait Şahin’e yazdığı mesajında devam ediyordu:

-Gerekirse şüpheleri başka yöne çekeyim. Benim de bir müddet buradan ayrılmam gerekebilir. İlk etapta Şam‘a gidilebilir. Biz pasaportları oraya göndeririz. Pasaportlar için ihtiyaç olan fotoğrafları kardeş en kısa sürede getirsin. T.C‘den çıkışı istişare etsinler. Biz buraya gelecekler için sonrasını ayarlayacağız...

Kardeş dediği, AKP’nin 14 Mayıs’taki müttefiki HÜDA-PAR’ın o dönemdeki diğer Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bahattin Temel’di.

Mesaj devam ediyor, şifreler havada uçuşuyordu: Gazeteci Amca, Uzun, Uzun’un kardeşi, Dayı, Hacı Abi, matbaacı, takvimci…

"Gazeteci Amca", Rehber TV’nin de Genel Yayın Yönetmeni olan Fikret Gültekin’di. Matbaacı ve takvimciler, kaçış için pasaport işlemlerinde kullanılan kuryeler, Dayı da Ali Demir’di.

Ama ortada bir de Zeynep lafı dolaşıyordu: Zeynep, Zeynep abla, Zeynep ablanın komşusu, Zeynep ablanın ötesi… Mesajların gidişine bakıldığında bu “Zeynep”in bir kişi olmadığı açıktı. Daha çok bir “yer”i anlatıyordu. Dava dosyasındaki diğer belgeler gösteriyordu ki bu “Zeynep” ve “Zeynep abla”; Suriye’ydi. “Zeynep Abla’nın komşusu”; Lübnan, “Zeynep ablanın ötesi” de İran’dı. Hizbullahçıların kaçırılacağı diğer ülkeler.

Örgütün faaliyetlerinin belli olmaması lazımdı. Bunun için derhal bir şirket kuruldu: Global 99. İşlemler, harcamalar bu şirket üzerinden yapılıyor, kuryeler şirketin yasal çalışanlarından oluşuyordu.

Dava dosyasının delilleri işte böyle uzayıp gidiyordu.

Yönetici değil, üyelermiş!

Yazınının ilk başında “Sonucu AKP İstanbul İl Başkanlığı önünde ‘zalimler için yaşasın cehennem’ sloganlarıyla protesto edildi’ diye bahsettiğimiz dava İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Mahkeme, HÜDA-PAR ve Mustazaf Derneği yöneticileri hakkında “örgüt üyeliği”nden, “örgüt yöneticiliği”nden farklı cezalar verdi. Hikayemizin kahramanları HÜDA-PAR Genel Başkan Yardımcıları Sait Şahin ve Bahattin Temel ile parti yöneticisi Fikret Gültekin, “örgüt yöneciliği”nden 12 yıl 6’şar ay aldılar.

Dosya Yargıtay’a geldi. Artık 9. Ceza Dairesi’nin yerini 16. Ceza Dairesi almıştı. Örgüt davalarına artık bu Daire bakardı. Davanın adı: Hizbullah davasıydı. Daire “bu kişiler örgüt yöneticisi değil, örgüt üyesi” diyerek İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını bozdu. Bu “sanıklar beraat etsin” demekle eşdeğerdi. Çünkü “örgüt üyesi” dediğinizde imdada zamanaşımı yetişecekti.

Nitekim de öyle oldu. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi “Biz bilememişiz, Sait Şahin, Bahattin Temel ve Fikret Gültekin, örgüt yöneticisi değil, örgüt üyesiymişler” deyip bu kez cezaları 6 yıl 3’er aya düşürdü. Yargıtay da “tamam şimdi oldu” deyip 6 yıl 3’er aylık “örgüt üyeliği” cezalarını onadı.

Bu, elbette Yargıtay’ın, mahkemenin bileceği iştir. Deliline bakar, böyle karar verebilir. Ama her iki yargı organı da 2018’de, bugün için anlamlı bir şey söylemiş oluyordu:

AKP’nin 14 Mayıs’taki ortağı HÜDA-PAR’ın kurucuları ve yöneticilerinden bazıları Hizbullah yöneticilerinin yurt dışına kaçışlarını organize ettiler ve bu kişiler Hizbullah üyesidirler.

Mustazaf-Der kapatılınca kurulan parti: HÜDA-PAR

Birkaç satır da bu Mustazaf-Der’i ve HÜDA-PAR’ın bu dernekten nasıl doğduğunu birinci ağızdan aktaralım:

Uzun adı Mustazaflar ile Dayanışma Derneği olan Mustazaf-Der 2010 yılında Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararıyla kapatıldı. Davanın açılışı aslında bir sigara kaçakçılığı operasyonuyla başlamış, sonrasında Derneğin Hizbullah’ın legal yapılanması olduğu anlaşılmıştı. Nitekim Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesi kararında dernek için şöyle diyecekti:

“Davalı Mustazaflarla Dayanışma Derneği'nin, dernek tüzükleri belirtilen amaç dışında, mevcut anayasal düzeni yıkarak şerri esaslara dayalı teokratik bir devlet kurmayı amaçlayan yasadışı Hizbullah terör örgütünün amacı doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu, davalı derneğin yasalarla ve uluslar arası sözleşmelerle hüküm altına alınan dernek kurma özgürlüğünü, insan haklarına dayanan demokratik ve lak cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullandığı, böylelikle amacın kanuna aykırı hale geldiği anlaşılmakla söz konusu derneğin Türk Medeni Kanunun, 89'uncu maddesi uyarınca feshine karar vermek gerekmiştir.”

Şimdi bunu neden anlattık?

Şimdi AKP’nin yeni müttefiki HÜDA-PAR’ın şimdiki Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hüseyin Yılmaz, bu derneğin genel başkanıydı ve HÜDA-PAR’ı kurarken parti kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı’na verdikten sonra Anadolu Ajansı’nın kendisiyle yaptığı röportajda, “Halkın yeni bir parti ile temsil edilme ihtiyacı olduğuna inanarak hazırlıkları tamamlayıp partimizi kurduk” diyecek ve ekleyecekti:

“Mustazaf-Der'in kapatılmasının ardından parti kurma çalışmasına başladık.”

Bütün bunlar devletin mahkemelerinde, bakanlığında, ajansının arşivlerinde duranlardı. Hani yarın, “kandırılmışız” denilecek bir tarafı da yoktu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ERSAN ATAR Arşivi
SON YAZILAR