SAMİM AKGÖNÜL
AYIN KARANLIK YÜZÜ: ZORRO KALMADI ZEMMOUR VERELİM
Dünyanın birçok yerinde, 1990 öncesi aşırı uçlarda görülen siyasi söylemler (ve bazen akımlar, ama daha çok söylemler) merkeze yerleştiler. Elbette bu tespitten anlaşılması gereken söz konusu söylemlerin yumuşadığı ve merkeze yaklaştığı değil. Tam tersi. Sağcı, ırkçı, yabancı düşmanı, antisemit, müslümanofobik, homofobik göçmen nefreti, fakir nefreti… söylemler önce utangaç bir biçimde adım adım normalleştiler. Daha sonra bu söylemlerin “oy” getirdiği, kamuoyunu uyuttuğu ve hatta sistemi dönüştürme kapasitesine sahip olduğu anlaşılınca, sağ, merkez ve hatta kimi durumlarda kendini solda tanımlayan aktörler komplekslerinden arındılar ve aynı söylemleri rahatlıkla kullanmaya başladılar. Sonuç herkesin malumu. Popülist sağ ismi altında sindirilebilir haline getirilen demagoglar iktidara gelebildiler. Erdoğan, Trump, Johnson, Kaczynski, Kruz, Bolsonaro, Orban ve Putin, en bilinen örnekler. Batı kıta Avrupası’nda da tam olarak iktidara gelemeseler de söylemleriyle orta akım siyaseti etkileri altına alan demagoglar bulmak zor değil. Her halde Hollanda’da Geert Wilders, İtalya’da Salvini en iyi örnekler.
MITTERAND DÖNEMİ
Fransa bu tip söylemlerin nispeten dışında kaldı. Sadece nispeten. Bunun sebebi herhalde 1981-1995 arası Fransa’nın Cumhurbaşkanlığını yapan en güçlü ve karizmatik liderlerinden François Mitterrand. Mitterrand iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için solu birleştirdi, sağı böldü. Özellikle 1981 öncesi ve sonrasında dönemin çok güçlü Komünist partisi ile iş birliği yaptı.
O TUHAF ADAM: LE PEN
1995 sonrası sağ iktidarların yiyip bitiremediği sosyal devlet mirasını Komünistlerle inşa etti. Ama aynı zamanda sağı bölmek için taktiksel olarak el altından tuhaf bir adamın adım adın popülerleşmesine izin verdi. Bu tuhaf adam 1928 doğumlu, 1972’den 2011’e kadar tam 39 sene Front National, yani Millî Cephe partisinin başkanlığını yapan Jean Marie Le Pen idi. Le Pen popülist sağın bir karikatürü olarak 1980’ler ve 1990’lar boyunca Yahudi karşıtı, göçmen karşıtı, yabancı düşmanı, devletçi ve zaman zaman Katolik söylemiyle geleneksel De Gaulle’cü sağın kâbusu haline geldi. Her seçimde sağ partiler bir ikilem içine düştüler. Ne yapmalıydılar? Le Pen ile işbirliği yapıp De Gaulle’ün Cumhuriyetçi değerlerine ihanet mi etmeliydiler, Le Pen’e karşı olup oylarının bölünmesine ve dolayısıyla seçimleri kaybetmeye razı mı olmalıydılar? Çoğu durumda Sosyalistler sağın bu şizofren halinden faydalandılar. O kadar ki 1957’de eski başbakanlardan Guy Mollet’nin “Dünyanın en aptal sağı” tespiti, 1987’de Philippe Vasseur’ün kitabından sonra Fransa sağının içinde bir özeleştiri, bir serzeniş olarak tekrar yerini aldı. Biz aptal mıyız? Neden seçmenin teveccüh gösterdiği kimlikçi, milliyetçi, mukaddesatçı söylemi reddediyoruz ki?
Fransa sağının kendini bu “aptallıktan” yani De Gaulle’cü prensiplerden kurtarması kolay olmadı. Özellikle eski kuşak politikacılar Le Pen ile el sıkışmayı reddettiler. Onu küçümsediler ve siyasetin meşru bir aktörü olarak görmediler. Gerçekten de 1995 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gelenekselleşmiş bir şekilde De Gaulle’cü sağ ekolün temsilcisi Jacques Chirac ile Sosyalist (aslında eski Troçkist) solun temsilcisi Lionel Jospin ikinci tura kaldılar. Birinci turda Jospin %23, Chirac %20 (ve Le Pen %15) oy almıştı. Chirac ikinci turu %52 ile aldı ve Cumhurbaşkanı oldu. Bu şu demekti: sağ birleşiyordu. Ancak 2002 seçimlerinde Fransa’da bir ilk gerçekleşti. Sağı bölmek için yol verilen popülist ırk sağ tarihte ilk defa ikinci tura kaldı ve Le Pen, Chirac’ın rakibi oldu. Sudan çıkmış balığa dönüşen sosyalistler ağlaya ağlaya Chirac’a oy verdiler ve Chirac Orta Asya diktatörlüklerine taş çıkartacak bir sonuçla, %82 ile Cumhurbaşkanı seçildi. Bu arada Le Pen de rekor kırarak %18 oy almış oldu. Artık aşırı sağ, extrême droite, o kadar da extrême değildi.
Daha sonraki iki seçimde, 2007’de ve 2012’de klasik sağ sol çekişmesi gözlemlense de Le Pen ve hareketi gittikçe siyasetin merkezine oturdu. Hem yerel seçimlerde hem de milletvekili seçimlerinde önemli başarılar elde etti. Belediye başkanlıkları kazandı, Meclise milletvekilleri gönderdi. Ama daha da önemlisi 2007’de Sosyalist Ségolène Royal karşısında seçimi kazanan ve 2012’de gene Sosyalist François Hollande karşısında kaybeden Nicolas Sarkozy’nin söylemi artık birçok konuda Le Pen’inkinden çok da farklı değildi. Sarkozy’nin deyimiyle sağ komplekslerinden kurtulmuştu. Zaten 2011’de Jean Marie Le Pen kızı Marine Le Pen tarafından emekliliğe zorlanmış, Marine Millî Cephe’ye daha saygı değer bir görüntü vermek için benzer ırkçı, güvenlikçi ve demagog söylemleri allayıp pullamaya başlamıştı. 2018’de artık markalaşmış Front National’in ismini bile değiştirip Rassemblement National, Millî Birleşme yapmaya cesaret etti. Artık popülizm, göçmen karşıtlığı, Müslüman karşıtlığı, güvenlikçilik, dirijist ekonomi gibi söylemler dünyada meşrulaşmış, Fransa’da da açıkça en beklenmedik kişiler tarafından dile getirir olmuştu.
MACRON
2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 39 yaşındaki Emmanuel Macron ikinci turda seçildi. Adaylığı ve zaferi geleneksel sağ ve sol partilerin iflasını simgeliyordu. Ama daha da önemlisi ikinci tura kalan Marine Le Pen %34 oy aldı. Bu kadar yüksek bir oy oranını herhalde babası rüyasında bile göremezdi. Artık Marine ana muhalefete oturabilirdi. Aslında bu durum aynı 1881-1995 arası sosyalistlerin işine geldiği gibi 2010’larda sapın işine geliyordu zira ikinci turda Marine karşısındaki adayın mutlak zafer demekti değil mi? Demokratlar birleşirdi nasıl olsa. Böylece seneler içinde iyice sağa kayan Macron, Chirac gibi %82 alamasa da, hatta ilk seçildiğindeki %66’yı tutturamasa da Marine le Pen karşısında mutlaka kazanırdı. Zaten Marine de yumuşamış, merkeze oturma isteğiyle söylemini kibarlaştırmıştı. 2020’deki bir televizyon programında Macron’un sağı temsil eden içişleri baklanı Gérard Darmanin, Marine Le Pen’e “gerçekten de sizi, bizim olabileceğimizden daha yumuşak buluyorum” dememiş miydi? 2022 seçimlerinde sağın adayı kim olursa olsun, ideal damat Macron’dan kötü çocuk Darmanin’e, silik Xavier Bertrand’dan Avrupa Komiseri Michel Barnier’ye, Le Pen’e karşı zafer çantada keklik idi. Herhalde Fransızlar aynısı olmasa da bir Le Pen’i Cumhurbaşkanı yapmazlar değil mi?
VE... ZEMMOUR
Bu hesaplar yapılıp sağcılarda sırtlar rahat bir biçimde Cumhuriyetin saraylarının deri koltuklarına yaslanırken, siyasette her zaman olan şey gene oldu. Ortaya beklenmedik biri çıktı ve bütün bu hesapları alt üst etti. Nasıl 2017’de Macron herkes şaşırtan bir biçimde ortaya çıktı ise 2022’de de ortaya bir siyasal ucube çıktı. Eric Zemmour. Zemour, 1958 doğumlu bir gazeteci, yazar ve en önemlisi bir televizyon yıldızı. Türkiye’de de pek revaçta olan tartışma programlarının devamlı davetlisi. Bu programların reyting arayışları doğrultusunda Zemmour senelerce, son derece yapay bir şekilde şok sözler sarf etti, polemiklere balıklama daldı hatta olmayan yerlerde polemik icat etti. Antipatikliği ile bir taraftan entelektüellerin nefret objesi haline gelirken diğer taraftan basite indirgediği kompleks konular halk tabakalarının hoşuna gitti ve bence kendine rağmen kendini siyasal bir lider olarak buldu. Cezayir doğumlu Yahudi bir ailenin ferdi olarak antisemitizmle suçlanamayacağını düşünerek antisemitizmin yeni yüzü haline geldi. Vichy hükümetinin Fransız Yahudilerini kurtarmak için “yabancı” Yahudileri feda etmek zorunda kaldığı saçma tezinin sözcüsü oldu ve böylece nasyonalist Fransızları hassas noktalarından vurdu. Fransa’ya daha dün, 1952’de göçmüş bir ailenin çocuğu olarak yabancı düşmanlığı ile suçlanamayacağını düşünerek Grand remplacement, “Büyük yer değiştirme” tezinin Fransa’daki en görünür sözcüsü oldu. Bu teze göre Batı medeniyeti naifliğinden ve ilkelerinden dolayı yavaş yavaş yerini çok doğuran çekirgeler gibi istilacı Arap ve Müslümanlara yerini bırakmakta ve birkaç nesil içinde eğer önlem alınmazsa Fransızlar Araplaşacak (Türkleşecek) ve Müslümanlaşacaklar. Bu tip bir söylem 1930’lardan itibaren İtalya ve Almanya’da mevcuttu Türkiye’de de önce Kürtleri sonra da Suriyelileri hedef alan benzer söylemler bulunabilir.
Uzun lafın kısası, Zemmour yeni bir siyasal figür olarak zamanında Jean Marie Le Pen’in utanarak kullandığı söylemi daha açık daha da bağırarak şok formüllerle komplekssiz söylemeye başladı ve Fransa’nın “kurtarıcı” adayı haline geldi. Yarınki senaryoyu yazmak kolay değil. Eğer Marine Le Pen Cumhurbaşkanı adayı olur ve Eric Zemmour bu adaylığı desteklerse, 2022’de Fransa’nın ayın karanlık yüzünü görmesi işten bile değil. Marine kendini tarihi siyasal bir akımın lideri olarak gördüğünden yerini Zemmour’a bırakacakmış gibi görünmüyor. Ya ikisi de aday olursa? Hatta sağda ikisine benzer bir yerde duran Darmanin de aday olursa? Bu 3 aday arasında bölünecek oylar, tam tersine sosyalist bir adayın, örneğin şimdilik anketlerde %5- %7 bandında görünen Paris Belediye başkanı İspanyol asıllı Anne Hidalgo Cumhurbaşkanı seçilebilir. İki durumda da hem kampanya boyunca hem de seçimlerden sonra Fransa’da popülist ve sağcı söylemin biraz daha normalleşeceği, komplekslerinden biraz daha kurtulacağı hemen hemen kesin.