ERSAN ATAR
Bakanlık arşivindeki tescilli ihlaller: Bekir Bozdağ’a bir cezaevi raporu
“Mübarek Ramazan ayına erişilmiş”, ilk iftar açılacaktı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ iftarı Ankara’da infaz koruma memurlarıyla yapacaktı. Önce Kur’an okundu ardından nimetler için dualar edildi. Ve Bakan Bozdağ söze başladı:
“Türkiye, infaz sistemi bakımından dünyaya örnek”ti… “Kimsenin endişesi, şüphesi olmamalı”ydı, “her şey şeffaf”tı… Bozdağ devam etti:
“Bütün bunlara rağmen, cezaevlerinde görev yapan infaz koruma memurlarımızı, cezaevi yönetimlerimizi ve bundan sorumlu olanları her gün iftiralarla karalayan pek çok habere de tanık oluyoruz… Cezaevlerinde bulunan, görev yapan infaz koruma memurlarımız ve yönetimlerinin iftiralarla karalanmasına, kirletilmesine, yıpratılmasına bugüne kadar izin vermedik. Adalet Bakanı olarak bundan sonra da bu iftiraların hiçbirine pabuç bırakmayacağız.”
Bakan Bozdağ, bahsi yükseltiyordu:
“Şu ana kadar yapılan incelemelerde ortaya atılan –demeye dilim varmıyor- iddialar, iftiralar olduğu tamamen ortaya çıkmış durumda. Neredeyse yüzde 100’ü asılsız çıktı. Bu iftiraları atanlar yüzü kızarıp bir defa dahi özür dilemediler… Bugüne kadar incelettiğimiz konularda neredeyse yüzde 100. Arkadaşlar bana yüzde 100 diye rapor verdiler ama ben yine de ‘neredeyse’ diyorum. O kadar net. Çünkü cezaevlerinde işkence, kötü muameleye hükümet olarak bugüne kadar hiç göz yummadık. Bundan sonra da göz yummayız…”
BAKANLIĞIN ARŞİVİNDEKİ CEZAEVİNDE İHLAL DOSYALARI
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın sözlerinden sonra “Durum gerçekte ne?” sorusunu sorduk ve bu sorunun yanıtını Adalet Bakanlığı’nın kendi arşivindeki “hak ihlali” dosyalarında aradık.
Öncelikle şunu belirtelim ki bu yazıda, Aysel Tuğluk olmayacak, Uşak Cezaevi’ndeki kadınlar olmayacak. Çıplak aramalar olmayacak. “Dün”ün Pozantı Cezaevi’ndeki çocukları da olmayacak. Unuttuğumuzdan veya “bir kenara koyduğumuzdan” değil. Kriter olarak, “Tüm yargı süreçlerini tamamlamış dosyalar” üzerinden incelemeyi uygun gördük. Çünkü bu dosyalarda Adalet Bakanlığı’nın da bu somut iddialara nasıl baktığının izleri vardı. Bakanlık ve yargı gerçekten Bakan Bozdağ’ın dediği gibi, “Cezaevlerinde kötü muameleye hükümet olarak da bugüne kadar göz yumulmamış” mıydı?
Okurdan biraz sabır isteyip birkaç örnek üzerinden inceleyelim:
SEN MİSİN SAYIMDA AYAKTA DURMAYAN: Yer, Elazığ T Tipi Kapalı Cezaevi. Tarih, 16 Şubat 2018. Adalet Bakanlığı o tarihten 9 gün önce cezaevi idarelerine yazı yazdı: Bundan böyle sayımlar ayakta yapılacaktır. Cezaevindeki 156 tutuklu – hükümlü bu uygulamaya karşı çıktı ve sayım sırasında ayakta tutulmak istemediler. Bunlardan biri de Uğur Ahmet Yaşar’dı. Yaşar’ın iddiasına göre infaz koruma memurları, ayakta sayıma karşı çıkan tutuklu ve hükümlüleri düzenli olarak darp etti. Tutuklu ve hükümlüler cezaevi doktorundan rapor aldı. Bu raporları da ekleyip Elazığ Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundular. Başsavcılık herhangi bir araştırmak yapmaksızın 15 gün sonra takipsizlik kararı verdi. Karara yapılan itirazı da Elazığ 1’inci Sulh Ceza Hakimliği reddetti.
Konu bireysel başvuruyla Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelince Mahkeme Bakanlığa sordu. Bakanlığa göre de sayım sırasında ayakta tutulmak bir idari karardı ve uyulması gerekiyordu. Elazığ Başsavcılığı’nın kararının üzerine söylenecek bir şey yoktu.
Anayasa Mahkemesi’ne göre ise savcılık gerekli araştırma yapmamış, cezaevi idaresinden gelen yazıya bağlı karar vermiş geçmişti. Mahkeme’ye göre kötü muamele yasağı “usul boyutuyla ihlal edilmişti” Türkçesi; kötü muamele iddiası yeterince araştırılmamıştı. Mahkeme, “soruşturma yeniden yapılsın” diyerek dosyayı Adalet Bakanlığı’na gönderdi.
HER ŞEY KAMERA ÖNÜNDE YAŞANDI; ELLER SIRRTTA BAĞLI, SÜRÜNEREK YÜRÜYECEKTİ: Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, cezaevlerinde kötü muameleye izin verilmediğini ve verilmeyeceğini söylüyordu ama Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde olanlar farklı söylüyordu. Raşit Dörtyol, diğer bazı mahkumlarla birlikte cezaevindeki uygulamaları protesto etmek amacıyla oturma eylemi yapıyordu. İnfaz koruma memurları eylemi sonlandırmak için ilginç bir yöntem bulmuştu. Mahkumların ellerini arkadan bağlıyorlar, yere yatırıyorlar ve o halde yürümesini istiyorlardı. Mart 2017’deki bu uygulama devam ederken cezaevinin kamerası da görüntüleri kaydediyordu. Raşit Dörtyol, cezaevindeki diğer mahkumlarla birlikte kendilerine “Acı çekeceksiniz” diye sürünerek yürümeye zorlayan cezaevi personeli hakkında suç duyurusunda bulundu. Kırıkkale Başsavcılık bilindik bir karar veriyordu: Takipsizlik. Kararın gerekçesi de şuydu: Yapılan işlem mevzuata uygundur. İtirazlar da sonuç vermeyince Dörtyol dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne getirdi.
Anayasa Mahkemesi, Adalet Bakanlığı’na sordu: Ne diyorsunuz?
El cevap: Personel, görevini mevzuata dayanarak irca etmiştir. Mahkum iddialarını delillendirememiştir ve geç şikayette bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi özetle, “Başvurucunun delil sunma olanağı oldukça sınırlıdır. Bu mahkumdan beklenemez. Kaldı ki şikayette bulunan mahkumun dosdoğru ifadesi bile alınmamıştır” diyor ve ekliyordu: Tüm bu eksiklikler birlikte değerlendirildiğinde soruşturmadaki kötü muamele iddiası gerektiği derinlikte yürütülmemiştir” tespitini yapıyordu. Mahkeme bir taraftan da dosyayı, “soruşturma yeniden yapılsın” diye dosyayı Adalet Bakanlığı’na gönderiyordu. Anlaşılan oydu ki Bakan Bozdağ’a “kötü muamele %100 yok” dedirten raporda Raşit Dörtyol’un dosyası da yoktu. Veya Bakan Bozdağ o dosyayı “görmüyordu”.
Anlaşılan o ki aynı cezaevinde aynı uygulamalar sonucunda kolu kırılan bir başka mahkumdan hiç bahsedilmemişti.
DEVLET BÖYLE TAKDİR ETTİ, BABASININ CENAZESİ GÜVENLİKLİ DEĞİL: Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “yok” dediği ihlallerden biri vardı geçmişteki uygulamaları hatırlatıyordu. FETÖ tutuklusu Yavuz Geçim’in babası 2018’in ilk aylarında hastaneye kaldırıldı. 4 Nisan 2018’de de öldü. Yavuz Geçim, babasının hastanede kaldığı dönemde onu ziyaret etmek istemiş, talebi reddedilmişti. Nihayet ölümden sonra “cenaze izni” istedi. Bakırköy Başsavcılığı, “Güvenlik yönünden risk oluşturmuyorsa 5 gün izin verilebilir” kararı verdi. Başsavcılığın şartlı izin yazısı cezaevi yönetimine geldi. Cezaevi yönetimi Geçim’e yanıt verdi: Araştırdık, güvenlik yönünden risk oluşturuyor, bu nedenle cenazeye götürülemezsin. Geçim’e verilen yanıtta nasıl bir güvenlik riskinin bulunduğu belirtilmiyordu. Geçim bunun üzerine, “madem cenazeye gidemedim, taziyeye bari gideyim” talebinde bulundu ama o girişiminden de sonuç alamadı. Geçim’in yolu da Anayasa Mahkemesi’ne düştü.
Anayasa Mahkemesi yine Adalet Bakanlığı’na sordu: Neden izin verilmedi?
Bakanlık cevap verdi: Başsavcılık izin verdi ama götürülüp getirilmesi güvenlik nedeniyle risk oluşturuyordu. Bu konu, devletin takdir yetkisindedir. Uygulama orantılıdır. Bakanlığın cevabında şöyle şöyle güvenlik riskleri vardı diye bir bilgi yer almıyordu.
Mahkeme karar verdi: Talebin karşılanması imkan dahilinde görülmediyse bu duruma ilişkin zorunluluk hallerinin ve güvenlik risklerinin somut olgu ve olaylara dayanarak açıklanması gerekirdi. Mahkeme daha da ileri gitti ve “oluşan ihlalde, güvenlik önlemi oluşturulmaması etkili olmuştur” dedi.
BİLİNDİK BİR YÖNTEM, SIRTTA SİGARA SÖNDÜRMEK: Adalet Bakanlığı’nın arşivinde bir dosya vardı ki işkencenin bilindik yönteminin izleri dosyada duruyordu. Adem Erden, Sincan F Tipi Cezaevi’nde kalıyordu. İzmir’de de bir davası vardı. İzmir’deki davasının duruşmasına katılması için 21 Mart 2007’de Denizli D tipi Kapalı Cezaevi’ne götürüldü. Duruşmalara buradan getirilip götürülecekti. “Misafir koğuşu” diye bilenen bir hücreye konulmuştu. Adem Erden rahatsızdı ve ilaç kullanıyordu. İlaçlarını kullanmak ve revire çıkarılmak istedi. İnfaz koruma memuru ile tartışmaya başladılar. Sonra Erden’in kaldığı hücreye sivil giyimli kişilerle birlikte 2 infaz koruma memuru girdi. Bir süre kaldılar. Erden ertesi gün çıkarıldığı mahkemede, dün cezaevinde işkence gördüğünü iddia etti ve yaşadıklarını anlattı. İddiasına göre yumrukla ve süpürge sapıyla dövülmüş, sırtında sigara söndürülmüştü. Mahkeme cezaevi görevlileri hakkında suç duyurusunda bulundu. Soruşturma sırasında raporlar alındı. Adem Erden’in vücudunda yara izleri vardı. Sırtında da 10 adet 1 cm kadar genişliğinde yanık izleri vardı. Cezaevi görevlileri hakkında “basit yaralama”dan dava açıldı. Honaz Sulh Ceza Mahkemesi’ndeki dava beraatle sonuçlandı. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi de cezaevi görevlileri hakkındaki beraat kararını onadı.
Adem Erdem, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Kendisine işkence yapıldığını savunuyordu.
Anayasa Mahkemesi Adalet Bakanlığı’na sordu: Başvurucunun iddialarına ne diyorsunuz?
Bakanlığın da söyleyebileceği bir şey yoktu ama bir taraftan da bir cevap verilmesi gerekiyordu. Bakanlık “Adem Erden daha önce de bireysel başvuruda bulunmuş ve Anayasa Mahkemesi hak ihlali tespit etmiş, kendisine de tazminat ödenmişti. Şimdi yine başvuruda bulunuyor” dedi ama olmadı. Çünkü başvurunun konusu aynı değildi.
Anayasa Mahkemesi de ne yapacağını bilemedi. “İşkence” dese olmayacaktı. Çözümü “eziyet” demekte buldu ve kararında, diğer yara izleriyle birlikte sigara yanıklarını şöyle tespit etti:
“Başvurucunun sırtında tespit edilen 10 adet yanık izinin başvurucunun sırtına sigara basıldığı iddialarını destekleyen mahiyette olduğu nazara alındığında güç kullanımına izin verilen hallerde dahi bu şekilde gerçekleşen bir yaralama biçiminin kötü muamele yasağını ihlal ettiği ortadadır.”
SAVCININ “DİLİ” ELE VERDİ: Adalet Bakanlığı’nda duran dosyalardan biri belki de hepsinden ilginçti. Cezaevinde kötü muamele iddiası Gaziantep’ten geliyordu. O dönemde 18 yaşından küçük olan Cihan Alpyürük, terör örgütü propagandası yapmaktan tutuklandı. 20 Temmuz 2017’de Gaziantep E Tipi Kapalı Cezaevi’ne getirildi. İddiasına göre mahkum kabul bölümünde bekletilirken infaz koruma memurları bir taraftan kendisine ve beraberinde gelen çocuklara “teröristler” diye bağırıyor, bir taraftan da darp ediyordu. Cihan olayı 4 gün sonra cezaevine gelen avukatına anlattı. Avukatının girişimleri sonucu olayın üzerinden 7 gün geçtikten sonra darp raporu için doktora sevk edilebildi. Rapor “temiz”di. Darp ve cebir izi yoktu ama çocuk kendisini döven infaz koruma memurunu tarif ediyordu. Savcılık olayla ilgili soruşturma başlattı. Tanıklar dinlendi. Tanıklar da çocuğun tarif ettiği infaz koruma memurlarının mesai arkadaşlarıydı. Onlar da “böyle bir şey olmadı” dedi. Sonunda takipsizlik kararı verildi ama kararda Cihan için suçlayıcı ifadeler kullanılıyordu. Karar sert bir dille yazılmıştı. Cihan, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Mahkeme, Bakanlığa sordu. Bu kez Bakanlığın işi kolaydı. Bakanlık, “Darp izi yok ki” dedi geçti.
Anayasa Mahkemesi “Olaydan 7 gün sonra aldırılan sağlık raporunda darp izinin tespit edilememiş olması iddiaların araştırılmamasına gerekçe olamaz. Başvurucu kendisini darp eden kişiyi teşhis edebileceğini söylerken bu kişinin ismi bile belirlenmemiştir” diyordu. Ve Mahkeme, “kötü muamele yasağı yeterince araştırılmayarak hak ihlaline neden olunmuştur” dedi. Mahkeme’nin en önemli dayanağı da savcının verdiği takipsizlik kararında kullandığı dildi. Mahkeme’ye göre böyle bir takipsizlik kararı yazan savcının tarafsızlığı zaten zedelenmişti.
5 “BİYOPSİ” 5 SONUÇ
Bu yazı, cezaevlerindeki tüm hak ihlallerinin “fotoğrafını çekmek” iddiasında değildi. Öyle olsaydı; binlerce ihlali gündeme getiren raporlar, şimdiye kadar kapatılan ve yürütülmekte olan yüzlerce soruşturma, görülmekte olan onlarca dava da bu yazının konusu olurdu. İlgilisinin yakından takip ettiği, kamuoyunun tanıdığı isimlerin cezaevlerindeki durumu da yazıda tartışılırdı. Bu yazıda özellikle çok bilinmeyen isimler seçilip, konu edildi. Çünkü bu yazının amacı cezaevlerindeki hak ihlali iddialarını tıp deyimiyle biyopsi yöntemiyle örneklem alıp incelemekti.
Bu yazıda, Anayasa Mahkemesi’nin son iki yıl içinde (Mart 2020’den buyana) verdiği kararlardan bazıları örnek olarak seçildi. Yüksek Mahkeme’nin kalın kırmızı çizgilerini aşıp “ihlal var” dediği dosya sayısı bunlarda sınırlı değildi. Mahkeme, bu süre içinde sonuçlandırdığı başvurulardan yaklaşık 20’sinde ihlal tespit edip, “gereği için” Adalet Bakanlığı’na gönderdi.
Örnek olarak seçtiğimiz 5 dosyadaki bilgiler, 5 sonuç çıkarmamıza olanak tanıyor:
1) Cezaevlerindeki hak ihlali iddiaları Bakan Bozdağ’ın savunduğunun aksine “ortaya atanın yüzünü kızartacak iftiralar” değil, Anayasa Mahkemesi’ne göre bile hak ihlaliydi, kötü muameleydi. Kötü muamelenin yeterince araştırılmamasıydı. Ve sadece Anayasa Mahkemesi’nden çıkan kararlar bile cezaevlerindeki hak ihlali iddialarının %100’ünün gerçek dışı olmadığını gösteriyordu.
2) Hak ihlaline neden olan infaz koruma memurları ve diğer cezaevi görevlileri, cezasız kalan geçmiş deneyimlere dayanarak olsa gerek ki, orantısız güç kullanmaktan çekinmiyordu. Örneğin hak ihlaline neden olan davranışlarını kameranın görüş açısı içinde bile gösterebiliyordu.
3) Soruşturmaları yürüten savcılar ve yargılamayı yapan mahkemeler bilgileri kendileri toplamak ve değerlendirmek yerine, haklarında soruşturma yürütülen cezaevi yöneticilerinden aldıkları bilgilere göre karar veriyordu.
4) Adalet Bakanlığı ihlal iddialarını hep bir savunma refleksi ile örtme çabası gösteriyordu. En savunulamayacak (sırtta sigara söndürmek gibi) iddialar karşısında bile vakanın varlığını kabul etmekten ısrarla uzak duruyordu.
5) Anayasa Mahkemesi de, olağanüstü dönemlerdekileri bile aratmayan –ellerin sırta bağlanıp yüzüstü yatırılarak yürümeye zorlanma gibi- uygulamalar karşısında bile “işkence” tanımlamasını yapmaktan ısrarla uzak duruyor, çekingen bir söylemle en fazla “eziyet” tanımını yapıyordu.