SEDAT BOZKURT
Cumhurbaşkanlığı- CHP Genel Başkanlığı
Türkiye siyasi yaşamında bir ilki yaşanmaya hazırlanıyor. Yaklaşık 10 ay sonra bir seçim yaşanacak. Tarihte ilk kez aday olan isim ve partilerin ikinci planda kalacağı bir seçim dönemine tanıklık yapacağız. Önümüze gelecek sandıkla sıradan bir milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimi gerçekleşmeyecek, bir sistem değişikliği oylanacak. Yani Türkiye’yi bir referandum bekliyor.
3’üncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar sonrası cumhurbaşkanlığı seçimleri hep sancılı geçmiştir. Hatta cumhurbaşkanı seçilememesi 12 Eylül’ün darbe gerekçelerinden birisidir. Ahmet Necdet Sezer de 28 Şubat sonrasının ikliminin adayıdır. Bütün partilerin ortak adayıydı ama ancak 3’üncü tur oylamada TBMM Genel Kurulu’nda yeterli oyu alarak cumhurbaşkanı seçilebildi.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi süreci de sistem açısından en ağır darbenin yaşandığı pratiktir. Mesele zaten orada “TBMM Genel Kurulu’nda cumhurbaşkanı seçilmek için 367 oy gerekir” tartışmasıyla başladı. Bu tartışma o güne kadar hiç yapılmamıştı. Sonrasında cumhurbaşkanını halkın seçmesi için anayasa değişikliği yapıldı, yürütmenin başına halk tarafından seçilen başbakan ve cumhurbaşkanı olarak iki ayrı siyasi kimlik geldi ve sorunlar başladı. Bugünkü başkanlık sisteminin temel taşı da o gün atıldı.
CUMHURBAŞKANI YETKİLERİ HEP MUALLAKTI
1960 ve 1980 arasında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşananları mutlaka sağlıklı kaynaklardan okuyunuz. Bu meselenin nasıl tarihsel bir geçmişi olduğunu bilmeden bugünü de kavrayamayız. Özellikle daha yakın diyebileceğimiz bir tarihte Turgut Özal, Süleyman Demirel pratiklerine bakınca, yürütme üzerinde çok da fazla yetkisi olmayan cumhurbaşkanının seçimlerinin neden böyle sancılı olduğunu anlamakta sıkıntı çekiyorsunuz. 28 Şubat gibi bir ara dönemde hükümet kompozisyonlarıyla oynayabilmeyi “çok geniş yetki” olarak değerlendirmemek lazım. Cumhurbaşkanın o dönemki yetkileri ve sorumlulukları çok fazla muallaktı. 12 Eylül darbesinin liderinin hep cumhurbaşkanı olarak kalacakmış gibi kaleme alındığındandı bu muallaklık.
Özal ve Demirel çok isteyerek cumhurbaşkanı oldular. Ama orada hiç mutlu olmadılar Her ikisi de cumhurbaşkanı olunca ilk partilerini ve partileri üzerindeki güçlerini kaybettiler. Özal vefat etmeseydi kurulması için çalışmalar başlattığı yeni partinin başına geçecekti, cumhurbaşkanlığından istifa edecek ve çok isteyerek çıktığı Çankaya köşkünden inecekti. Demirel’i de Cumhurbaşkanlığı sonrasında çok zorladılar aktif siyasete dönmesi için. Ama o dönmedi. Siyasete dönecek partisi de kalmamıştı. 6 kere gidip 7 kere gelmek de bir siyasetçi için ne kadar hırslı olursa olsun çok ciddi bir yorgunluk nedeniydi.
DERSİNİ İYİ ÇALIŞMIŞ BİR ERDOĞAN
Recep Tayyip Erdoğan bu tarihsel pratikleri çok iyi inceleyerek planını ona göre yapmıştı. Önce Abdullah Gül’ü devre dışı bıraktı, onun cumhurbaşkanlığı adaylığında büyük katkısı olan Bülent Arınç ile beraber. Başbakanlık önemliydi Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği zaman. Başbakan aynı zamanda partinin de genel başkanıydı. Ahmet Davutoğlu’nu tercih etti ama çevresini mutlak kendisine bağlı isimlerle çevreledi ve sorunlar başladı. Davutoğlu Erdoğan’ın uygulamak istediği model için risk olmaya başlamıştı ve devre dışı bırakıldı. Sonra kendi tanımlarıyla “profili düşük başbakan ve genel başkan” modeline geçildi. Buradaki tercih Binali Yıldırım’dı. Bu model işlemesine karşın 18 ay erken seçime gidildi ve Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak AKP Genel Başkanlık koltuğuna oturdu. Ve sürekli sorun üreten sisteme de geçiş yapıldı.
Türkiye’de ciddi bir devlet yönetimi krizi var. Bu nedenle millet ittifakı bileşeni 6 parti önlerine en iddialı siyasi proje ve vaat olarak demokratik kurallara göre işleyen bir hukuk devleti inşa etmeyi koyuyor. İlk somut çalışmaları güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek, bunun yazılı metni de tamam. Devlet idaresinin kurgusu ve yasal mevzuat çalışmaları da sürüyor. İttifak bileşenleri önce ne yapacaklarını belirleyecekler bu dönüşüm için. Sonra nasıl yapacaklarını kayıt altına alıp kamuoyu ile paylaşacaklar. Ardından bunu kimin hangi yetkilerle ve nasıl bir kurul ile yapacağını somutlaştıracaklar. İşlerinin çok da kolay olmadığını söylemek lazım. Ama şu anda tıkır tıkır işleyen bir süreç var.
Masada bugüne kadar kamuoyunun çok merak ettiği cumhurbaşkanı adayı adı hiç gündeme gelmedi. Genel başkanlar da parti kurmaylarıyla yaptıkları görüşmelerde genel başkan adayının kim olacağını kesinlikle dile getirmiyorlar ve bu ilke kararına azami uyuyorlar. Ama parti kurmayları kendi aralarında bunu doğal olarak konuşuyorlar. Bu arada genel başkanlar düzeyinde yorum yapılmaktan kaçınılsa da kurmaylar düzeyinde ağırlıklı eğilimler ortaya çıkmış durumda.
HEM CUMHURBAŞKANI HEM CHP GENEL BAŞKANI
Kemal Kılıçdaroğlu’na aday demek için çok az bir zaman kaldığını görüyorum. Millet ittifakında Kılıçdaroğlu’nun adaylığına hiçbir itiraz yok. Kılıçdaroğlu’na güvenleri tam.
Ancak özellikle CHP yöneticilerinin sürekli olarak “adayımız Kılıçdaroğlu” açıklamasından rahatsızlık bulunduğunu da aktarmak lazım. Bu biraz da “fiili durum” yaratmak olarak da algılanıyor. Aday olduğu anda Kılıçdaroğlu’nun masada temsil edilen partilerin desteğini almasında sıkıntı gözükmüyor. 21 Ağustos’taki toplantıda, cumhurbaşkanının kim olacağı meselesine çok fazla girilmeden özellikle CHP içinden yapılan “aday açıklamaları” çok ince bir üslupla dile getirilebilir.
3’üncü bir ittifak olarak yol alan HDP’de de Kılıçdaroğlu’nun adaylığına sıcak bakıldığını biliyoruz. Yani muhalefet cephesinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda sıkıntı yok. İlginç bir biçimde Erdoğan’dan, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına dolaylı da olsa bir destek geldi. Erdoğan yıllar sonra önce Cem Evini ziyaret etti ardından Hacı Bektaş-ı Veli anma etkinliklerine katılacağını açıkladı. Bunlar bir ilkti. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun rakibi olacağı bir dönemde ona muhalefet edeceği zemini bizzat kendisi ortadan kaldırdı. Artık kimlik üzerinden Kılıçdaroğlu politik bir hedef olamayacak Erdoğan için. (Bunu neden yaptığını politik hesaplar dışında da konuşmak belki gerekebilir. Cem evlerine saldırı Süleyman Soylu’nun açıklamaları da dikkate alınmalı) Erdoğan’ın bu hamlesinin kendi tabanında da şaşkınlık yarattığını bilmek lazım. Etkisini ise seçim sürecinde göreceğiz.
Mesele Kılıçdaroğlu’nun aday olmasıyla ve kazanmasıyla bitmiyor. Cumhurbaşkanı adayında aranan en önemli özelliklerden birisi parlamenter sisteme geçiş sürecini kazasız belasız yönetebilecek olmasıydı. Süreci bugüne kadar CHP genel başkanı olarak yönetti Kılıçdaroğlu. Cumhurbaşkanı olunca CHP genel başkanı kim olacak ve bu süreci o yönetebilecek mi? sorusu şimdi masada oturan genel başkanların kurmaylarının en temel sorusu. Bu sorunun CHP içinde de hayli hareketlilik yarattığı görülüyor. Şimdiden isimler konuşulmaya başlandı bile. CHP içinde bu gibi durumların çok ağır geçtiğini de not etmek gerekir. Masanın önündeki en önemli risk kendi içindeki yarışlarla enerjisini harcayan bir CHP’nin varlığı. Çünkü CHP bugün millet ittifakının lokomotifi konumunda. Kılıçdaroğlu bunu masadaki partilerin tamamını eşit ağırlıkta kabul ederek sağlıklı bir biçimde 5 genel başkanın da özverisi ve katkısıyla götürdü. Bugüne kadar seri halde yapılan ve saatlerce süren toplantılarda tartışma da yaşanmadı, görüş ayrılıkları da ortaya çıkmadı. Bu ahengi sağlayan denklemden Kılıçdaroğlu çıkınca sorunlar da başlayabilir.
Burada gayrı resmi yapılan konuşmalarda hep aynı noktaya geliniyor. Bunun Kılıçdaroğlu’nun da kafasındaki model olacağı da yapılan yorumlar arasında. Seçimler sonrasındaki geçiş sürecinde seçilen cumhurbaşkanı, mevcut cumhurbaşkanı yetkilerini memleketin normalleşmesi için şeffaf ve masanın onayı çerçevesinde kullanılacak. Bu kullanılacak yetkilerden birisi de geçiş döneminde cumhurbaşkanının parti genel başkanı olması.
Buradaki sıkıntı daha önce dile getirilen Erdoğan tarafından yapılan ve yanlış bulunan uygulamaların tekrarlanması. Parti genel başkanı cumhurbaşkanı da bu yanlışlar içinde sayılıyor. Modelde bir “geçiş dönemi” öngörüldüğü için masaya bu konu geldiğinde çok sıkıntı yaşanması beklenmiyor. Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı ve parti genel başkanı olarak geçiş sürecini götürüp götürmeyeceği tartışması aslında masa için çok erken. İş o noktaya gelince bunun tartışılarak aşılabileceği kanaati hâkim.
Bu tablodan çıkarılacak sonuca göre, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adaylığına çok yakın ve parlamenter sisteme dönüşü sağlayacak anayasa değişikleri gerçekleşene kadar da aynı zamanda CHP genel başkanı. CHP genel başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının nasıl bir arada ve ne kadar süre götürüleceğini ise yakın zamanda adaylık açıklamasıyla birlikte muhtemelen öğreneceğiz.
Yakasından parti rozetini çıkaran Kılıçdaroğlu, muhtemelen fiziki olarak parti ile arasına, genel başkan sıfatını taşımaya devam etse bile mesafe koyacaktır. Atadığı genel başkan vekili ile CHP’yi ve millet ittifakını, seçimler sonrasında parlamentodaki anayasa değişikleri sürecini hem de koalisyon hükümeti kimliği ile yol alacak hükümet modelini yönetecek. Anlatması bile zor…