İLHAN UZGEL
Depremler, Düşmanlar, Dostlar
Türkiye tarihinin en büyük deprem ve kurtarma felaketi doğal olarak bütün gündemi belirledi. Her olayın olduğu gibi bu felaketin de bir dış politika boyutu var. İletişimin etkisiyle deprem bilgisi ve görüntüleri bütün dünyada anında haber olup paylaşılırken, deprem için gelen yardımlar kadar dış politikada şimdiye kadar izlenen çatışmacı dili geçersiz kıldı. Bunun yanında Türkiye’nin içinden geçtiği politik ortam, her daim kendisini gösteren düşman algısı ve komplocu yaklaşımlar bu korkunç felaket sırasında da bolca karşımıza çıktı. Bu yazıda depremin tetiklediği bazı komplocu yaklaşımlarla, dışarıdan gelen geniş kapsamlı yardım ve desteğin dış politika açısından anlamını ve bunun AKP iktidarı için yarattığı sorunları tartışacağım.
Türkiye-Suriye Depremi
Öncelikle Türkiye dışında, uluslararası medyada bu deprem “Türkiye-Suriye” depremi olarak anılıyor. Bu anlamlı çünkü doğal olaylar ve afetler insan yapımı sınırlarla bağlı değil, fay hattı sınırları aşabiliyor, depremin etkisi sınırdaş ülkelere uzanabiliyor. Bununla birlikte gerek depremin merkez üssünün Türkiye’de olması gerekse çok büyük kayıpların burada yaşanması yüzünden, Suriye’den genel olarak çok az bahsedildi, Suriye’ye yapılan yardım ve destek çok sınırlı kaldı. Suriye ile ilgili bir başka sorun, Halep hariç, depremin Şam yönetiminin denetiminin dışındaki bölgeler olan Afrin ve İdlib’i etkilemesiydi. Örneğin, İdlib ve civarında binaların neredeyse üçte biri zaten iç savaş sırasında yıkılmıştı, ayrıca Suriye Batı’nın çok ağır yaptırımları altında, bu bölgede halkın yüzde 90’ı yoksulluk koşullarında yaşıyor, su ve elektrik sorunu var, en son kolera salgını yaşanmıştı. BM kaynakları son depremdeki ölü sayısının 8500’e ulaştığını söylüyor. Bölge halkı yukarıdan gelen bombalarla yıkılan evlerden sonra, aşağıdan gelen depremle yıkılan evlerden canlı ve ölü çıkarıyor. BM Gaziantep’te Suriye için bir afet koordinasyon merkezi kurarken, Esad yönetimi Türkiye ile iki sınır kapısının daha açılmasına beş gün sonra da olsa razı oldu.
Deprem ve Amerikan Gemisi
Depremden üç gün önce ABD savaş gemisinin Dolmabahçe önlerinde demirlemesi, ABD büyükelçisinin burada çekilmiş fotoğrafları Twitter’da paylaşması, bu sırada İstanbul Kağıthane’de küçük bir deprem olması, aynı sıralarda Batılı ülkelerin İstanbul’daki konsolosluklarını terör tehdidi nedeniyle kapatmaları kuşkuyla karşılandı. Twitter’da uzun flood’lar, Youtube’da uzun anlatılarla geminin gelişiyle deprem arasında nedensel bir ilişki kuranlar oldu. Herhalde Amerikan savaş gemisi geldiyse ve deprem olduysa arada bir bağ olmalı, boşuna buraya kadar gelmiş olmamalı diye düşünmüş olmalılar. Örneğin, bu gemi kazara İskenderun limanına uğrasaydı ve deprem o sırada olsaydı bu komployu çok daha yaygın bir şekilde 50 yıl boyunca dinlerdik. Güdümlü füze sistemiyle donanmış, önce Bulgaristan’ın Burgaz limanına uğramış, oradan İstanbul ve Gölcük’e, ardından Yunanistan’ın Pire limanına giden geminin İstanbul’dan gökyüzüne sinyal gönderip, nokta vuruşu Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinin altından geçen fay hattını kırabildiğini iddia eden bir akıl yürütmeyle karşı karşıyayız.
İstanbul’daki konsoloslukların kapanmasıyla bin km uzaktaki Pazarcık’taki deprem arasındaki bağlantıyı ise henüz çözemedim. Eğer bir akıl depremi sabaha karşı 4.17’de yapıyorsa, konsolosluklar faaliyetlerine devam ediyor olsalardı da herkes evinde uyuyor olacaktı. Tabii, bir de Pentagon’un Bush uçak gemisinin Doğu Akdeniz’e doğru yola çıktığını ve afet yardımında bulunacağını açıklayınca bu kez ABD’nin depremden istifade işgal girişiminde bulunacağı yolundaki haber ve yorumlar ortaya çıktı. Uçak gemisinin helikopter, hastane, kurtarma ekibi vs gibi imkanları olsa da depreme destek için bir hastane gemisi vs daha anlamlı olabilirdi. Zaten Dışişleri bu ziyareti tercih etmedi ve konu kapandı.
Buraya aktarabileceğim en tuhaf komplo teorisi ise NATO hava komutanlığının “Good Friday and Happy Weakend” (Hayırlı Cumalar ve Mutlu Hafta sonları) tweet’inin saatinin 16.53’te atılmış olması. Her iki kümeyi toplayınca 7.8 yapıyor. Yani, NATO, depremi ve büyüklüğünü önceden bildiği için, bunu da böyle ince bir şekilde toplama hesabı yaparak önceden söylemiş oluyor. Gerçi Türkiye’nin resmi açıklamasına göre depremin büyüklüğü 7.7 ama bu kadar küçük bir sapma olabilir tabii.
Şahsen, yabancıların her zaman turist olarak gelip gezebilecekleri, cep telefonlarıyla fotoğraf çekebilecekleri, bunlar masraflı ve riskli olursa artık google earth dünyasında, Pazarcık, Adıyaman, İskenderun gibi şehir ve kasabalarda yıkık binaların arasında ne tür istihbarat toplanacağını ve bu istibaratla ne yapacaklarını anlayabilmiş değilim. AKP hükümetinin afetle mücadelede yetersizliğine canlı tanık olmak istemeleri de uzak ihtimal, bu bilgiye zaten heryerden ulaşmak mümkün.
Amiraller ve Deprem
Deprem Ulusalcı/Avrasyacı algılamadaki bulanıklığı bir kez daha gözler önüne serdi. Bir dünya görüşü olarak Amerikan karşıtlığı, anti-emperyalist pozisyon almak anlaşılır bir durum. Fakat ABD karşıtlığı yapmak için depremden anlamsız bir komploculuğa geçiş yapmayı anlamak zor. İçinde anti-emperyalizm gibi kavramların geçtiği komplocu yorumlar bu ciddi konuyu sulandırıyor, yapmak istediğinin tersi bir sonuca yol açıyor. Komplocu bakışın bazı şablonları var.
Tek bir isim bulup, onu CIA ya da Pentagon ile ilişkilendirip, söylediklerini de ABD’nin politikası olarak tanımlamak. ABD gibi karar verme sürecinde her kafadan bir ses çıktığı, bütün tartışmaların anında medyaya sızdırıldığı bir devasa sistemde tekil bir tweet’i, yazıyı alıp onun üzerinden büyük oyun planlarını deşifre etmek gibi kolaycılık var. Çünkü bu kritik kuruluşların adını yazmak ciddi bir referans oluyor. Görevdeki bir istihbarat elemanının başka bir ülkenin siyaseti hakkında doğrudan yorumda bulunamayacağı, iktidarı açıktan hedef alamayacağı olmayacak bir iş iken, bunun Türkiye’de alıcısı çok oluyor.
Medyada görüşlerine başvurulan bu isimler, dış güçlerin depremi fırsata çevirerek bir “Kürdistan” kuracağından, karargahı Malatya’da bulunan 2. Ordu’nun depreme müdahale etme çağrılarını Suriye ve Irak’ta PYD ve PKK’ya alan açma çabası olarak görmeye, yardım için gelen ekiplerin casusluk ve istihbarat faaliyetlerinde bulunacağına ve özellikle belli şehirleri tercih ettiklerine dek geniş bir yelpazeye yayılan teoriler üretebiliyorlar. Bu artık kemikleşmiş, ne olsa Türkiye bölünecek endişesinin bir kez daha dışa vurumu olsa gerek.
Bir Gece Ansızın Gelenler/Gelemeyenler
Dışişleri Bakanlığı 76 ülkenin yardıma geldiğini söyledi. Bu yüksek bir sayı. Toplam arama kurtarma amacıyla gelen sayısı 5 bin civarında. Deprem bölgede bir tür “Afet BM”si yarattı. Azerbaycan, Çin, İspanya en büyük sayıda ekiple yardıma gelirken, ABD önce İncirlik’teki kurtarma ekibini devreye soktu, Biden yönetimi 85 milyon dolarlık afet yardımı tahsis etti, Amerikan kargo uçakları İncirlik üssüne malzeme taşımaya başladılar. Sosyal medyadaki eleştirilen aksine Arap ülkelerinden de hem mali destek, hem de daha küçük sayılarda arama kurtarma ekipleri geldi. Rusya ve Ukrayna, Hindistan ve Pakistan, Filistin ve İsrail gibi savaş ve anlaşmazlık içinde bulunan ülkelerin kurtarma ekipleri yanyana olmasa da, aynı bölgelerde çalıştılar. Ermenistan yardımının karadan gelmesi için sınır kapısı açılırken, Yunanistan ile sıcak anlar yaşandı, Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, depremden sonra arama çalışmaları sürerken ilk ziyaret eden bakan oldu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi de iş makineleriyle yardıma gelirken, Neçirvan Barzani Gaziantep’i ziyaret etti. Dışişleri Bakanlığı Güney Kıbrıs konusunda ise kararsız kaldı. Önce yardım talebini reddetti, sonra kabul ettiği haberi çıktı, sonra tekrar reddedildi. Türkiye tanımadığı Güney Kıbrıs’tan bu felaket anında bile yardım kabul etmeyi göze alamadı.
Deprem Sorun Çözer Mi?
Deprem Yunanistan ile gerginliğin yüksek seviyede seyrettiği bir döneme denk geldi ve sıcak bir hava esti. Medya karşılıklı olarak dostluk mesajları vermeye başladı, siyasetin dili birden değişti. Ermenistan dışişleri bakanı ziyaret kararı aldı. Bu türden bir deprem diplomasisi, birbirinin ardından yaşanan 1999 Gölcük ve Yunanistan depremleri sonrasında yaşanmıştı. Dönemin dışişleri bakanları Yorgo Papandreu ve İsmail Cem’in girişimleriyle bir yakınlık başladı, medya bunun parçası oldu. Ama zaman içinde siyaset kendi gündemine döndü. Burada belirleyici olan deprem vb afetler değil siyasi irade. Türkiye depremden çok önce Ermenistan ile sessiz bir açılım süreci yürütüyordu. Deprem dışişleri bakanının ziyaretini kolaylaştırdı. İsrail dışişleri bakanının gelişi de yeni diplomatik açılımın bir uzantısı olarak gerçekleşti. Yunanistan ile deprem vesilesiyle başlayan bu yumuşamanın devam etmesi her iki tarafın da bunu gerçekten isteyip istemeyeceklerine bağlı.
Erdoğan’ın İşi Zorlaştı
Otoriterleşme beraberinde iç ve dış düşmanları gerektirir ve genellikle de bulunur, yoksa yaratılır. Erdoğan yönetimi çok da orijinal olmayan bu taktiği sonuna dek kullanıyordu. İçeride seçmenini de seferber ettiği kutuplaştırma siyaseti, kendisini milletin gerçek temsilcisi, her türden muhalefeti dış güçlerin uzantısı, hain, yabancı olarak tanımlamaya, dışarıda da bitmeyen bir düşman arayışına ve yoğun tehdit algısına dayanıyordu. AKP hükümetlerinin yarattığı kurumsal tahribat, liyakatsizlik, ne yapsa seçim kazanıyor olmanın verdiği aşırı rahatlık kendisini ciddi bir afet krizinde bütün zayıflıklarıyla gösterirken, içeride, uzun süredir görülmedik ve beklenmedik bir şekilde toplumsal bir dayanışma ve seferberlik yaşandı. Siyasal tutumları ortadan kesen ve AKP ve trollerini çok zorlayan bu durum depremin kendisinden daha beklenmedik bir gelişmeydi. Yeraltındaki fay hattı kırılırken, toplumda bir dayanışma havası ortaya çıktı. Erdoğan’ı deprem bölgelerindeki yetersizliğin sonuçları kadar bu durum da rahatsız etmiş olmalı. Yüzündeki o ifade şimdiye kadar kutuplaşma yolunda harcadığımız bütün emekler, bir depremle gidiyor mu kaygısını da yansıtıyordu. MHP lideri de Erdoğan’a destek oldu, AKP’lileşmiş AFAD ve Kızılay gibi kurumların yanında saygınlığı çok daha yüksek sivil toplum inisiyatifinden çok rahatsız oldu, öfke saçtı. Her ikisi de seçmenlerine kutuplaşma dilini hatırlatmaya çalışıyor, eski pozisyonlarına geri çağırıyorlardı.
Dışarıda ise Erdoğan en azından kısa vadede düşman yaratmakta zorlanacak. Ermenistan ile açılım var, Yunanistan sıcak mesajlar verdi, ABD, AB ülkelerinin neredeyse hepsi, NATO’da veto yiyen İsveç hatta NATO’nun kendisi yardıma gelmişlerdi. Birkaç ayda bunların hepsini tekrar düşman konumuna getirmek zor olacak. O yüzden hem içeriyi toparlamak hem de dışarıda tekrar tehdit diline dönebilmek için iktidarın zamana ihtiyacı var.