Dikkatimiz nasıl çalındı?

Dijital teknolojinin hâkim olduğu bir çağda yaşıyoruz. “İlerleme” düşüncesinin de etkisiyle teknolojiden gelen her şeyi “iyi” kabul ettiğimiz yaşamlar kurduk. Ancak bugün toplumların ve kişilerin dışında daha çok kapitalist şirketlerin kontrolünde gelişen, yaşamı biçimleyen bir teknolojiden söz ediyoruz ve bu nedenle dijital çağın bize ne getirip bizden ne götürdüğünü daha titiz şekilde ele almamız gerekiyor. Burada söylemeye çalıştığım şeyin, dijital teknolojilerin yaşamımızda yarattığı dönüşümleri tamamen reddetmek olmadığını, onun bize dayatılan kullanım biçimlerini sorgulamak olduğunu vurgulamalıyım.

“Çalınan Dikkat”

Johann Hari de Metis Yayınları tarafından Barış Engin Aksoy çevirisiyle basılan “Çalınan Dikkat ‘Neden Odaklanamıyoruz?’” kitabında, dijital çağın hayatlarımızda yarattığı dönüşümleri, dikkat kaybı üzerinden tartışıyor ve meselesini dijital çağ dışında dikkati nelerin etkilediğini de işe dahil ederek genişletiyor.

Hari, odaklanamama, zihinsel dağılma, düşünememe gibi sorunlar yaşamaya başlayınca bunun sebebinin sosyal medya ağlarından, artık bedenimizin bir parçası haline gelmiş telefondan, internetten kaynaklandığını düşünüyor ve kendisini bu konuda sorgulayarak başlıyor soruşturmasına.

Öncelikle durumu kontrol edemediği için kendine kızıyor. Sonra devamlı telefona bakan, herhangi bir güzelliği arka plan yaparak fotoğraf çeken, etrafını göremez hale gelen insanlara kızarken yakalıyor kendisini. Çözümü telefonunu, bilgisayarını kısacası onu, Twitter’a, Facebook’a, E-posta’ya eriştirebilecek tüm aygıtları arkasında bırakarak, Provincetown adlı ıssız sayılabilecek bir yere gitmekte buluyor. Ara ara “yoksunluk” hissi yaşasa da genel olarak çabası başarılı oluyor ancak dönüşte normal rutinine geri dönüyor. Bu nedenle sorunun kişinin kendi edimleri dışında başka sebepleri olup olamayacağını araştırmaya başlıyor.

Hari meselesini derinleştirdikçe, Dijital Çağ’ın getirdiği sorunların sadece bireyin alanından tartışılamayacak kadar çetrefilli olduğunu fark ediyor ve sorularına cevap bulmak için; uzman, aktivist, Slikon Vadisi çalışanı, Psikiyatrist gibi farklı dallarda bu konuda çalışmış isimlerle görüşmeye başlıyor. Sonuçta, odaklanma yetimizin kaybolmasında etkisi olan; dijital kapitalizmden, gözetim kapitalizmine, beslenmeden, hava kirliliğine, fazla çalışmaktan, devamlı stres altında olmaya ve hızlı yaşamaya kadar pek çok faktörü tespit ediyor.

Bunun yanı sıra özellikle son zamanlarda çocuklarda sık rastlanan DEHB’nin (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) nedenlerini çalışma nesnesine dahil ediyor, çocukların oyun oynayarak kazandıkları dikkat becerilerinin aşınmasında, güvenlik söylemiyle gelen “fiziksel ve psikolojik kapatılma”nın vardığı yeri gösteriyor. Görüyoruz ki çocuklar sokaktan çekildikçe dikkat bozukluğu kaçınılmaz oluyor çünkü oyun çocukların geleceğini belirleyen, onu yaşama hazırlayan becerileri kazandıran faktörlerin başında geliyor.

Çalınan Sadece Dikkat mi?

Bana kalırsa, kitabın özellikle Facebook, Twitter, Google gibi mecraların insan türüne verdiği zararlardan bahsedildiği kısmı epey önemli, burada farkına varıyoruz ki türümüzün sadece dikkati değil, kolektif eyleyebilme gücü de çalınıyor. Çünkü değiştirmek için sonsuzca ekran kaydırmak değil, bir araya gelip konuşmak, birlikte sorunlara çare bulmak gerekiyor. Ama internet buna engel olacak biçimde tasarlanmış, Hari’nin metinde sıklıkla hatırlattığı gibi, “ne kadar fazla bakarsanız, o kadar para kazanıyorlar.”

İnternetin tasarımı şirketlerin kârına göre belirlendiği için her şey bizim ekranı kaydırıp durmamıza bağlı olarak kurulmuş. Algoritmalar sayesinde her birey için bir profil çıkartılıyor böylece, kullanıcıların duygularından, zevklerine, ilgi alanlarından, öfkelerine her şey kontrol edilebilir duruma geliyor, ekran bize görmek istediğimizi veriyor bu da zihinsel ve fiziksel olarak yönetilmemizi getiriyor.

Sonuçta, tüm yaşamımızın Slikon Vadisi’nden yayılan ağların denetimine girdiği, devamlı uyarıldığımız, düşünemediğimiz, zihinsel becerilerimizi yitirdiğimiz, karşımızdakini dinlemediğimiz, odaklanamadığımız bir yaşamla karşı karşıya kalıyoruz. Bunlar Hari’nin kendi kendine oluşturduğu tespitler değil, onun görüştüğü konuyu bizzat içeriden deneyimleyen Trisan ve Aza gibi Slikon vadi çalışanlarının işaret ettiği sorunlar. Hatta Aza sonsuzca kaydırılabilen ekranı icat eden kişi. Bunun insanlığa getirdiği zararı fark edip başka türlüsünü yapabiliriz diye düşünmeye ve kendisini sorgulamaya başlamış. Trisan’ın da benzer bir hikâyesi var, o bu konuda etik tavır alınması gerektiğini, kullanıcıların haklarını gözetmeyi ilk savunanlardan hatta etik konusunda sorumlu olarak bile çalışıyor ama önerilerinin hiç dikkate alınmaması nedeniyle işinden ayrılıyor.

Bu iki çalışanın deneyimlerinde ifade ettikleri şey, şirketler için insan türünün zarar görmesinin, dikkatinin çalınmasının, düşünme yetisini kaybetmesinin hiç önemi yok, her şey kapitalist kâr mantığına ve şirketlerin çıkarına göre tasarlanmış.

Bireysel Bir Sorun Olmanın Ötesinde

Kısacası sorun, bizim bireysel olarak her şeyle baş edebileceğimizi söyleyen kişisel gelişim cümlelerinin çok ötesinde anlamlara geliyor ki metinde Hari tam da bu perspektiften bakan yani bireysel çözümler öneren, Nir Eyal adlı bir yazarla görüşüyor. Ona göre, sonuçta teknoloji bize bir buton veriyor biz istersek bunu kapatabiliyoruz. Ancak mesele hiç öyle basit değil çünkü Tristan’ın söylediği gibi, “kendinize hâkim olmayı deneyebilirsiniz, ama ekranın diğer tarafında size karşı çalışan bin tane mühendis var.”

Bize karşı çalışan, bizi çözümleyen, algoritmalarla profilimizi çıkararak, tüketici bilgilerimizi başka şirketlerle paylaşan, dikkatimizi çalan, kolektif hareket etme yetimizi kaybettiren mühendisler. Yani sözde insanın iyiliği için yaratılan ama insanın neredeyse tüm edimlerini elinden alan bir internet ortamından söz ediyoruz.

Bu durumda kişisel çözümler önermek, Hari’nin deyimiyle “zalim iyimserlik” anlamına geliyor. Bu şuna işaret ediyor, her şeyi bireye yükleyen, sorunu kendisinin yarattığına inandıran bakış açısı ve aslında kapitalizmin sadece dijital boyutunda değil farklı biçimlerinde de aynı durumun sıklıkla karşımıza çıktığını biliyoruz. İnsanın isterse sosyal ağları, interneti kullanmayabileceğini savunan, Nir Eyal’in durumu da kapitalizmle ilişkisine gönderme yapıyor, çünkü Eyal, Hari’nin deyimiyle, “…bizi deli etmek için tasarlanmış bir dijital modelin pazarlanması ve teşvik edilmesi üzerinden geçimini sağlıyor” o zaman sorumluluğu şirketlere yüklememesinin nedenini uzakta aramaya gerek yok değil mi?

Çözüm

İlk bakışta her şey çok kötü görünüyor ama asıl sorunu görürsek bir şeyleri değiştirme gücünü bulabiliriz çünkü sorun dijital teknolojiden, internetten çok onun nasıl tasarlandığı ve bizim onu kullanırken neyi tercih ettiğimiz. Slikon Vadisi çalışanı Tristan şuna dikkat çekiyor: “Tüm bu teknolojilere azami dikkat dağınıklığına dönük bir tasarım dışında da sahip olabiliriz. Hatta tam tersi bir amaçla tasarlanmaları mümkün: İnsanların dikkatlerini koruma ihtiyaçlarına alabildiğince saygı gösterecek, onları olabildiğince az kesintiye uğratacak şekilde. Teknolojinin insanları daha derin ve anlamlı hedeflerinden uzaklaştırmak yerine bu hedefleri gerçekleştirmelerine yardımcı olacak şekilde tasarlanması mümkün.”

Bu mümkünse o zaman geriye bunu talep etmek kalıyor. Bunun yolu da Hari’nin kitapta neredeyse her bölüm sonunda dikkat çektiği gibi, bir araya gelme, birlikte düşünme ve eyleme yolunu bulmaktan geçiyor. Çünkü eskilerden bir sloganı biraz eğip bükerek söylersek, “devrim ekranı kaydırmakla mümkün olmayacak.”

Başka Faktörler

Dijital kapitalizmin getirileri dışında dikkatimizi neler etkiliyor olabilir? Hari, bu sorunun da izini sürüyor ve başka pek çok faktörün etkisini gün yüzüne çıkarıyor. Bunlardan biri bana kalırsa yine zamanımızın önemli sorunlarından olan çalışma saatleri. Bu konuyu dijital çağın getirdiği her daim ulaşılır olma durumuyla da düşünebiliriz. Çünkü öyle bir zamanda yaşıyoruz ki gecenin herhangi bir saatinde işle ilgili bir E-posta alabiliyoruz.

Hari konuyu, Yeni Zelanda’da bir şirketin deneyimiyle birlikte tartışıyor. Şirketin patronu Andrew bir araştırmada çalışanların günde en fazla üç saat gerçekten işleriyle ilgilenebildiğini okuyor. Bunun hakkında düşünüp, radikal bir karar alıyor ve haftalık çalışma zamanını aynı ücret karşılığında dört güne düşürüyor, iki aylık deneme sürecinin sonunda olumlu sonuç alınıyor ve uygulama devam ediyor. Bu uygulama, insanların kendilerine, ailelerine vakit ayırabildiği, eğlenebildiği bir çalışma düzeninin herkes için olumlu sonuçlar doğurduğunu görmeyi sağlıyor.

Elbette, her yerde herkesin bunu yaşama geçirmesi kolay değil ama yazarın hatırlattığı gibi, çalışma saatlerinin azaltılması, hafta sonu izni gibi haklar on yıllarca süren mücadeleler sonunda elde edildi ve çalışma zamanının tekrar düzenlenmesi için direnmek tek yol.

Johann Hari, “Çalınan Dikkat ‘Neden Odaklanamıyoruz’” kitabında, bizi manipüle eden, zaaflarımızı kâra çeviren dijital kapitalizmin hâkim olduğu, stres altında, sürekli diken üstünde yaşamaya itildiğimiz, düşünme ve birlikte değiştirme kabiliyetimizin aşındığı bir dünyadan, tam da yaşadığımız zamandan sesleniyor, sorunu tespit etmekle yetinmiyor ve çıkışı bulabileceğimiz yollar öneriyor.

Kitabın sonunda okuru, dikkati geri kazanmak için bir isyan yaratmaya davet ediyor çünkü hem dünyanın deneyimleri hem de kitap boyunca tartışılan meselelerin çözüme yönelik olarak işaret ettiği şunu gösteriyor: “dikkatimizi bizden çalan kuvvetlerle kolektif olarak yüzleşip onları değişime zorlamamız” gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR