Enkazda güç savaşları: Ankara’daki fay hattı ve depremdeki görülmeyen asker

ERSAN ATAR

Depremde askerin sahaya inmemesi hep “Asker alana girerse darbe yapacağından endişe ediliyor” ezberiyle değerlendirildi. Bu “kestirme”den yorum; darbe kültürü taze olan ülkenin gerçekleriyle örtüşen bir kolaycılıktı. Oysa ki Ankara’da Ankara’da 6 Şubat sabahı daha gün ağarmadan bambaşka bir deprem yaşanıyordu. Bu deprem, yakın geçmişte yaşanan önemli “enerji sıkışmaları”nın sonucuydu.

Kahramanmaraş merkezli iki depremden felaketinden sonra sahada askeri göremeyen gözler, “Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA) olsaydı böyle olmazdı” ve “Asker itibar kazanmasın diye alana sokulmadı” yorumları yapıldı. Bu yorumlar, “Asker sahaya inerse darbe yapacağından korkuluyor”a kadar vardırıldı.

Bu yorumlar, darbe hafızasını sürekli yenileyen ülkedeki “kestirme”, “kolaycı” ama yine de içinde kısmen doğru kırıntıları olan yorumlardı. Ama gün geçtikçe, acılar katılaşmaya başladıkça Ankara’da konuşulanlar; “Asker sahada niye hemen yoktu?” sorusunu yanıtlarken başka bir pencereden bakmayı sağlıyor. Ankara’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında son iki yılda biriken gerilime işaret ediliyor. Bu tezi savunanlar “önce mevzuata bakın, sonra ne demek istediğimizi anlarsınız” diyorlar. İpucu istediğinizde mevzuatın “askerin alana kimlerin ortak çalışmasına bağlı ona bakın, sonra konuşalım” cevabını alıyorsunuz.

Mevzuatta görünen: İki bakanlık

Biz de mevzuata bu gözle bakıyoruz. Karşımıza ilk olarak 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun çıkıyor.

Kanun’un, askerin sahaya inmesine olanak tanıyacak hükümlerine baktığımızda ilk karşımıza çıkan hükmü şu oluyor: “Ellerinde muhabere vasıtaları, haber ulaştırma imkanları bulunan mülki ve askeri bütün resmi makam ve müesseseler afetlerin vukuu haberini mahallin en büyük mülkiye amirine derhal bildirmekle mükelleftir.”

Yasa devam ediyor:

“Afetlerin vukuunu ihbar veya yardım talepleri için yapılacak telgraf, telefon, telsiz muhaberelerini, telgraf ve telefon merkezleri, demiryolu istasyonları, askeri muhabere teşkilleri her işe tercihan parasız kabule ve muhataplarına ulaştırmaya mecburdurlar.”

Yasa askeriyeye, savaş için bile oluşturduğu olanakları bölgeye ulaştırmaya mecbur tutuyor. Ama bir de şart koşuyor: Bütün bunları mülki idare amirinin talebi ve onunla eşgüdüm halinde yapacaksın.

7269 Sayılı Kanun sonuçta “sivil” bir yasa bir de “askeri düzenleme”ye bakalım dediğimizde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin el kitabı niteliğindeki İç Hizmet Kanunu'nu açıyoruz. Kanun gerçekten de afetlerdeki yardıma ilişkin özel bir madde içeriyor ve askere görevler yüklüyor:

“Yer sarsıntısı, yangın, su basması, yer kayması, kaya düşmesi, çığ ve benzeri tabii afetler zuhurunda 7269 sayılı kanun ve ekleri hükümleri dahilinde hareket olunur.”

Yani iş yine dönüp dolaşıp “mülki idare amiri” ile “asker”in eşgüdümüne, hatta mülki idare amirinin talebine geliyor.

Madem ki konu, “Askerin sahaya inmemesi” deyip mevzuatın biraz daha “askeri” tarafına iniyoruz. İç Hizmet Kanunu’nun nasıl uygulanacağını gösteren İç Hizmet Yönetmeliği’ne bakıyoruz. Yönetmeliğe baktığınızda Genelkurmay Başkanlığı’nın afet halinde üstlenmesi gereken görevler sıralanmış:

“Afetlerle ilgili kanun, tüzük ve Yönetmeliklerde Türk Silahlı Kuvvetlerince yapılacağı belirtilen görevlerin yapılmasını sağlar. Afetlerde Türk Silahlı kuvvetleri tarafından yapılacak acil yardımlara ilişkin esasları belirler. Afetle ilgili askeri acil yardım planlarının mülki amirlikler ile koordineli olarak hazırlanmasını sağlar. Gerekli direktifleri verir ve izler.”

Herkesin ilk aklına gelen İl İdaresi Kanunu hakeza. Kanun, “vali” diyor, “kaymakam” diyor, “mülki idare” diyor. Askeri hazırda tutuyor. Mülki idare ile askerin eşgüdüm içinde çalışmasını söylüyor.

Dilden dile dolaşan Deprem Afet Yardım Planları’na (DAFYAR) bakıyoruz. Bu planlar da İl İdaresi Kanunu’na dayanıyor. Mülki idare amirlerinin yardım talep etmesi halinde askerin neler yapacağını tek tek sıralıyor. Ama gelin görün ki cümleler hep “mülki idare amiri” ile başlayıp “koordinasyon”la bitiyor. Sonuçta iş dönüp dolaşıp İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “amiri” olduğu valiler ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a bağlı askeri birliklerin koordinasyonuna geliyor.

Ankara’da iki yıldır biriken enerji

İşte Ankara’daki fay hattı da tam bu aşamada kırılıyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar arasında iki yıldır enerji birikmesi oluşan fay hattı kırılıyor.

Hatırlayalım ve hatta biraz zamanda geri gidelim ama okur olarak sizden isteğimiz; birazdan sıralayacaklarımızın bugünkü depremin büyüklüğü karşısında “bu da mevzu mu olur” diye düşünülmemesi. Her olay, o günkü şartlarında değerlendirilmeli ve etki güçleri o günün şartlarına göre ele alınmalı. Hele o ülkede afet sonrasında bile "not etmek"ten söz edilebiliyorsa bu iki yılda yaşananları muhataplarının not etmediğini düşünemeyiz.

Hatırlar mısınız? 2021 Yılının 13 Şubat’ın da Gara Operasyonu oldu. 10 sivil ve 3 özel harekat mensubu öldü. Belki bugün unuttuk ama bu olay o günler için tartışıldığı kararıyla bile büyüktü. Operasyonu Türk Silahlı Kuvvetleri yaptı.

Peki operasyon sonrasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ne dedi? Kamuya açık alanlarda operasyonun başarısından bahsetti ama Ankara kulislerinde, Soylu’nun “Biz yapsaydık sivilleri kurtarırdık” dediği biliniyordu ve bu sözler Milli Savunma Bakanı Akar’ın kulağına gidiyordu.

Daha çok değil, bundan 7-8 ay öncesinde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Jandarma Genel Komutanlığı’nın da -tıpkı Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları gibi- Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması yönünde girişimlerde bulunduğu konuşulmuştu. Ve bu konuşulanlar da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kulağına gitmişti. Hatta o dönemde iki bakanın arasının bu nedenle de açık olduğu yazılır çizilir olmuştu.

Günler geçiyordu ve Mersin’de 26 Eylül 2022’de Polisevi saldırısı oluyordu. Saldırıda bir polis yaşamını yitiriyordu. Olabilirdi, bu ülke benzer saldırıları daha önce yaşamıştı ama olayın “güvenlik zafiyeti” boyutu konuşulurken İçişleri Bakanı önce CHP’ye yüklendi. Sonradan saldırıyı düzenlenen örgüt mensuplarının kimliği konusunda yanlışa düşünce bu kez önemli bir iddia ortaya atıyordu: Teröristler, paramotorla ABD’nin kontrolü altındaki Münbiç’ten geldi.

Bakan Soylu’ya göre bu paramotor, kapasitesinden beklenmeyecek ölçüde uzun bir yol almış, sınırı aşmış ve Tarsus’a gelmişti. Soylu, “ABD” diyordu ama Hulusi Akar bu sözlerin kendisine söylendiğini gayet iyi okuyordu. Münbiç’te ABD ile birlikte bulunan kimdi? Türk Silahlı Kuvvetleri. Paramotorun uçtuğu hava sahası kimin kontrolü altındaydı? Türk Silahlı Kuvvetleri.

Günler geçiyordu, İstanbul’un göbeğinde, İstiklal Caddesi'nde bombalı saldırı oluyordu. 6 kişi yaşamını yitiriyor, 81 kişi yaralanıyordu. Süleyman Soylu yine “Münbiç’ten geldiler” diyordu. Hatta pekiştirmek için, “Mersin’deki Polisevi saldırısı da İstiklal saldırısı da Münbiç’ten” diyordu. İlk bakışta bu Soylu’nun “dış güç” senaryosuna bağlanabilirdi ama sınır güvenliğinden doğrudan sorumlu olan ve Münbiç’te ABD ile koordineli çalışan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki isim Hulusi Akar, Soylu’nun o sözlerini sizden, bizden farklı okuyordu: Saray nezdinde itibarının azaltılması olarak görüyordu. Hem Soylu sadece ABD’ye laf etmiş olsa bile önemliydi. Çünkü Akar’ın ABD ile iyi ilişkileri ta 15 Temmuz’dan beri iyi bilinirdi.

Akar’ın “cerideleri”

İşte 6 Şubat depremi, Ankara’daki bu fay hattı üzerinde oluyordu. Mevzuat da tutturmuş, “Soylu’ya bağlı olan mülki idare ile Akar’a bağlı olan askeri birlikler arasında koordinasyon” diyordu. İki yıldır ne yaptıklarını, birbirlerine ne demek istediklerini en iyi bilen bu iki bakan mı sağlayacaktı o koordinasyonu?

Akar, “Asker niye deprem bölgesinde yoktu?” diye sorgulayan kamuoyu nezdinde “sıkışmıştı”. Elbette, “Sorumluluk bizde değil ki, biz mülki idareye bağlıyız, mevzuat bize mülki idare emir vermeden, istemeden çıkma izni vermiyor” diyemezdi. Bu, hele seçim öncesinde hiç söylenecek söz değildi. Gemi batardı ve Akar da Soylu da aynı gemideydi. O zaman önce gemiyi kurtarmak gerekirdi. O zaman, “Türk Silahlı Kuvvetleri depremin hemen ertesinde sahadaydı” demek ve bunda ısrar etmek gerekirdi.

Peki Akar sonra ne dedi? Elbette, “Türk Silahlı Kuvvetleri alandaydı” söylemini sürdürdü ama araya bir “ceride” sözü sıkıştırdı. Akar tek tek sıralıyordu. “Bunların hepsi ceridelerde mevcut” diyerek “alınan önlemleri, yürütülen çalışmaları” anlatıyordu:

Saatler veriyordu. Şu saatte depremden haberdar olduk, şu saatte kriz merkezi oluşturduk, şu saatte cumhurbaşkanını aradım. Ambulans uçaklar Etimesgut’ta hazır hale getirildi, Bayraktar ve Sancaktar gemilerine ‘seyre hazır ol’ emri verildi, iki fırkateyne İskenderun Körfezi’ne harekat emri verildi, Hatay’daki Kolordu Tugayı arama kurtarma çalışmalarına başladı.

Akar, uzayıp giden “faaliyet raporu”, askerin deprem sonrasında alanda görülmediği iddiasını ortadan kaldırır mı bilemeyiz ama sözlerine bakıldığında, hep “biz hazırdık ama” vurgusunu görmek mümkündü. Belki de askerin depremden hemen sonra alanda görülememesinin gerçek nedeni, Akar’ın sözünü ettiği “ceride”lerin satır aralarında mevcuttu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ERSAN ATAR Arşivi
SON YAZILAR