Foucault, Foucault’yu yorumlarsa

“Ne Freudcu, ne Marksist, ne sosyalist, ne ilerici, ne üçüncü dünyacı, ne Heideggerci olan; ne Bordieu ne de Le Figaro okuyan; (kimileri gibi) ne ‘solcu Nietszcheci’ ne de sağcı olan, bu sözde goşist çağına ait değildi, Nietzscheci bir terimle söylersek vakitsizdi.” Paul Veyne’nin, Michel Foucault’dan bahsederken kurduğu bu cümleler onu yakından tanıyan birinin düşünürü tanımlama gayretinin yanı sıra bir şeye daha işaret eder. O da yazarın kategorize edilmezliği. Her ne kadar düşünür birkaç yerde “kuşkucu” olduğunu dile getirmiş olsa da onun disiplinlerarası bakışı, meseleleri ele alırken farklı düşünürler, dönemler ve bilme biçimleri arasında kurduğu ilişki zorlu bir anlama sürecini beraberinde getirir.

Michel Foucault hem düşüncesi hem de politik görüşleri açısından bir yere sabitleyebileceğimiz bir düşünür değildir. Gary Gutting, onun politik açıdan sınıflandırılamamasıyla gurur duyduğunu ifade eder ve şu cümleleri aktarır, “Sanırım ben aslında birbiri ardına ve kimi zaman da aynı anda politik dama tahtasının pek çok karesine yerleştirildim: Anarşist, gösterişli ya da gizli kapaklı Marksçı, de Gaulle’cülük hizmetinde bir anarşist, neo-liberal ve benzerleri gibi… Bu betimlemelerden hiçbiri kendi başına önemli değil; öte yandan, bir arada ele alındıklarında, bir anlam taşımaktalar. Ve kabul etmeliyim ki, taşıdıkları anlamdan oldukça hoşlanıyorum.”

Foucault’nun hem politik görüşlerinin hem de düşüncesinin getirdiği bu kesinleştirememe durumu onu bir belirsizlikle ilişkilendirmemize sebep olur. Belki de bu nedenle onu anlama çabası verenler için, özellikle de felsefi bir geçmişi olmayan “sıradan” okur açısından, düşünüre temas, daha baştan çetrefilli bir işe girişmek olarak yorumlanır. Çünkü bir düşünürün belli bir siyasi fikirle veya düşünceyle kesin bir şekilde ilişkilendirilebilmesi okur açısından en azından başlangıçta ona yön verecek bir bakış açısı demektir ve bu okuyanın bir yola sahip olması anlamına gelir. Foucault hem düşünce mirası hem de politik kişiliği açısından bunu baştan iptal ederek bana kalırsa düşüncesiyle, politik yaklaşımı arasında da ilişkisel bir bağ kurar.

“Foucault ve Şeyler”

Geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları’nın diyaloglar serisinden çıkan, Oğuz İnel’in “Foucault ve Şeyler” kitabı yukarıda bahsettiğimiz Foucault okumalarındaki zorluğu bir nebze olsun aşmaya, özellikle ona ilk kez temas edecek okur açısından bir yol bulmaya vesile olabilecek bir kitap. Metin sadece bir giriş kitabı da değil fikrimce, daha önce düşünüre temas etmiş okur için de bir hatırlatıcı. Çünkü metinde yer verilen “Deliliğin Tarihi”, “Hapishanelerin Doğuşu”, “Kelimeler ve Şeyler”, “Cinselliğin Tarihi”, “İktidar İlişkileri ve Bilgi” gibi başlıklar Foucault düşüncesinin temel metinlerinin önemli kavramlarını tekrar düşünmeye, her dönem güncelliği yakalayabilmiş fikir ve kavramları şimdide tekrar anlamlandırmaya alan açıyor.

Kitabın Yöntemi

Kitabın yönteminden de biraz bahsetmek gerekirse, İnel’in ifadelerine başvurabiliriz, ona göre bir düşünürü anlamak için kitaplarının yoruma tabi tutulması iki sakınca ortaya çıkarıyor, ya düşünce basite indirgeniyor ya da yanlış yorum ortaya çıkıyor. O bundan dolayı kitapta yapılanı şöyle ifade ediyor: “…Bu çalışmada açıklanması gereken düşünceleri filozofun kendisi açıklasın istedik. Yani Foucault’nun açıklamaya çalıştığımız bir düşüncesi, Foucault’nun çeşitli kitap ya da söyleşilerinde dile getirdiği kendi düşünceleri / cümleleri ile açıklamaya çalıştık. Bir başka ifadeyle, Foucault’yu Foucault’nun kendisi yorumlamış oldu.” Böylece ortaya çıkan kurmaca söyleşi, soru ve cevaplarla başlatılan diyalog, düşünürün sözünün sürmesine, onu şimdide tekrar düşünmeye vesile oluyor.

Neden Güç ve Karmaşık Sorular

Yazının başında da bahsettiğimiz Foucault düşüncesinin belirsizliği ve bunun getirdiği çetrefilli anlama sürecine dair Oğuz İnel bir soru-cevap kurgulamış bana kalırsa bu Foucault’nun fikirleriyle aslında ne yapmak istediğini de açık ediyor. İnel’in sorusu şöyle, “Neden sorularınızı en güç ve karmaşık biçimlerde soruyorsunuz?” Cevap olarak şu pasaj seçilmiş: “Çünkü bu soruları, herhangi bir reformcu entelektüelin veya bir partinin siyasi bürosundaki kişinin kafasında bir anda çözüm doğmayacak şekilde sormak istiyorum. Başkaları adına, onlardan önce konuşanları, peygamber rolüne soyunanları susturmak istiyorum. Bu yüzden, sorunları, onları susturacak bir karmaşıklık içinde göstermeye çalışıyorum. Ancak bu şekilde sorunların ne denli karmaşık olduğu görülebilir.”

Foucault ona biraz temas edenlerin bileceği gibi, meselelerin ilk göründükleri anlamıyla ilgilenmez veya hazır reçeteler sunmaz çünkü “buz dağının görünmeyen yüzüyle” ilgilenir. Bu da onun düşüncesini alınıp hemen uygulanabilecek, çözüm sunulabilecek bir düşünce biçimi olmaktan çıkarır ki bu durum onun entelektüele yüklediği rolle de ilişkilidir. Çünkü o çözümler üreten, kitlelere öncülük eden, hakikat belirleyicisi bir entelektüeli değil, sorular soranı olumlar. Aslında onun tüm kavramlara ve düşüncelere bakışında bunu görebiliriz, onun felsefesi herkesin aşina olduğunu sandığı, görülen anlamın ifade ettiği hakikatle değil sorunların dinamiğini oluşturan, ortaya çıkarılması çok da gerekli görülmeyen tarafa yaslanır.

“Olay”

Bu konuya kitaptan bir örnekle devam edebiliriz, İnel’in düşünürün “olay” derken neyi kast ediyorsunuz sorusuna, Foucault’nun şu cümleleri cevap olarak seçilmiş: “On dokuzuncu yüzyılda tarihçilerin olay adını verdiği şey bir savaş, bir zafer, bir kralın ölümü veya bu mahiyetteki şeylerdi. Benim ise olaydan anladığım bu değil. Bir örnek vereyim: on dokuzuncu yüzyılda besinde protein oranının arttığı ve tahıl payının düştüğü belirli bir dönem vardır. İşte bu bir olaydır; tarihsel, ekonomik ve biyolojik bir olay.” Foucault’nun bu bakışı daha çok yukarıdan anlatılarla düz bir şekilde ileriye giden tarih hattına çentik atar, o bu anlayışa yatay bir bakış getirir çünkü sorunları asıl doğuran, mesele edilmeyen ama hayati bir yerde duranla ilişkilenir. Metnin sonrasında bu örneğe dair söyledikleri anlatmak istediğimi ifade edebilir sanıyorum: “Tarihte yaşanan büyük değişimleri anlayabilmek için gündelik yaşama odaklanmak gerekir. Örneğin biraz önce verdiğimiz örnekte, besinlerdeki protein oranının artışı, o ülkede yürürlüğe güren anayasa değişikliğinden çok daha önemli bir olaydır bana göre.” Çünkü tarihsel olaylar ne kadar görkemli olsalar da, eleştiri açısından, küçük olana, gündeliğin alanına çarpıp parçalanırlar ki Foucault düşüncesi bu parçalanma anlarına odaklanır.

İktidar

Metinde, Foucault düşüncesinin önemli uğrağı olarak görülebilecek pek çok kavramdan bahsediliyor. Ben bunlardan “İktidar İlişkileri ve Bilgi” başlığı altında verilen iktidar kavramından kitap ekseninde bahsetmek istiyorum. Çünkü Foucaultcu anlamda iktidarın bugünlerde hatırlanması aynı zamanda her şeyin yukarıdan bir iktidarla belirlendiği fikrinin sabitliğinin aşınmasını sağlayabilir.

Foucault için iktidar merkezsiz, her yerde her durumda karşımıza çıkabilen, karşılıklı yaygın bir ilişki biçimini imler. Foucault, İnel’in iktidardan bahsederken onu neden ilişki biçimi olarak ele aldığı sorusuna şu yanıtı veriyor: “İktidar bir kurum olarak algılandığında yalnızca devlet aygıtları içine yerleştirilmiş olur, oysaki ilişki bağlamında, iktidar ilişkileri bağlamında tanımlanırsa anlamı değişir. İktidar bir “şey” değildir; iktidar sahip ya da malik olunan bir şey değildir; iktidar bir etkileşim tarzıdır. Bu yüzden iktidar yerine iktidar ilişkilerini kullanıyorum.” Bu yaklaşım iktidarı sadece devletle, yönetimle ve kurumlarla ilişkili olmaktan çıkarır. Her ilişkide, tek tek herkeste ve her yerde olabilen bir yaygınlık kazandırır. Devlet evet bir iktidar temsilidir ama onun iktidarı başka iktidar biçimleriyle ilişki içindedir.

Bana kalırsa bu bakış bizi, devleti tek başına güç uygulayan kesin bir yapı olarak görmekten de uzaklaştırır. Çünkü metnin bir başka yerinde işaret edildiği gibi, “bir devlet yapısı, ancak tabanda bu küçük ölçekli (mikro) iktidar ilişkileri mevcutsa iyi işleyebilir.” Yani devletin işlemesi için mikro ölçekte onu ayakta tutan başka iktidar etkileşimlerine ihtiyacı vardır bu nedenle devletin iktidarı tekil bir güce atıf yapmaz bir güç ilişkileri ağına atıf yapar. Bu bağlamda düşünürün şu cümleleri de önemli fikrimce, “Her bireyin etrafında onu anne babasına, öğretmenine, işverenine bağlayan bütün o mikro iktidar ilişkileri demeti olmasa, devlet iktidarından bahsedilebilir mi? Örneğin devlet o bireye askerlik görevini dayatabilir mi?” Bu nedenle İktidar her yerdedir çünkü biz iktidarı her ilişkide üretiriz. Bu bize verilmiş bir durum olmadığı gibi herhangi bir şey tarafından kuşatıldığımız anlamına da gelmez. İktidar, toplumlarda bulunan karmaşık ve stratejik durumun adıdır ve belirleyiciliği tek başına yukarıdan bir güç dinamiği ile açıklanamaz.

Oğuz İnel’in “Foucault ve Şeyler” kitabı düşünürün kavramlarını anlama çabası veren okur için bir kılavuz niteliği taşıyor. Bu açıdan bana kalırsa, onun temel kavramları açısından bir yardımcı metin işlevi görüyor. Çünkü Foucault’yu okuma deneyimi, düşünürün devamlı olarak kendini yadsıdığı da düşünülürse ona hep geri dönmeyi gerektirir. Bu nedenle metin en azından kurgulanan sorular ve onlara seçilen cevaplar açısından, bu geri dönüşlerde de işlevsel olabilir.

Kaynaklar

Gutting G,, (2010), “Foucault”, s. 40, (Çev. Hakan Gür), Ankara: Dost.

Veyne, P., (2014), “Foucault Düşüncesi Kişiliği”, s. 169, (Çev. Işık Ergüden), İstanbul: Alfa Yayıncılık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR