ÜNAL ÇEVİKÖZ

ÜNAL ÇEVİKÖZ

Değerli yalnızlık değil değerli ortaklık zamanı

Yunanistan Genelkurmay başkanı Dimitris Houpis'in Türkiye'yi bir tehdit olarak gördüğünü ve "gerekirse beş dakika içinde müdahale etmeye hazır olduklarını" dile getirmesi iki ülke arasında son zamanlarda oluşan olumlu havayı bozan bir gelişme oldu. Nerede nasıl bir tehdit gördüğünü anlamak mümkün olmadığı için bu sözlerin gündem oluşturmak, Yunanistan'da Türkiye ile olumlu bir atmosferi gözeten çevrelere ayar vermek ve geleneksel Türkiye düşmanlığının unutulmasını engellemek için sarf edilmiş olduğunu düşünmek daha gerçekçi olur. Öyle ya, geçen yaz aylarından beri Ege adalarına akın akın Türk turistlerin gittiği, adaların turizm ve ticaretine önemli katkı sağladıkları hatırlandığında, uzun süren bir gerginlik ortamından sonra gelen yumuşamanın Ege'nin iki kıyısını, en azından halklar düzeyinde, oldukça yakınlaştırdığına inanmıştık. Anlaşılan, bu inancın komşuda da güçlenmesini istemeyen akım hala canlı ve çabalarını sürdürüyor.

Aslında Yunanistan Dışişleri Bakanının geçen hafta sonu yapılan Antalya Diplomasi Forumu'na katılması ne iyi olurdu. İki ülke Dışişleri Bakanları arasında Cem-Papandreu diyaloğunu o kadar sıcak bir atmosfer içinde yeniden canlandıran bir gelişme için Erdoğan-Mitsotakis görüşmeleri ve ardından yaz aylarında Yunan adalarına giden Türklere uygulanan vize kolaylığı böyle bir gelişmeye de kapıyı açmıştı. Ne var ki, Yunanistan AB üyesi ve AB'nin savunma, güvenlik ve dış politika kararlarına sadakatiyle tanınan bir ülke. Eh, AB ülkeleri Antalya Diplomasi Forumu'na katılmama kararı alınca, Yunanistan Dışişleri Bakanının böyle bir imkanı kalmadı, Genelkurmay başkanı da durumdan vazife çıkardı.

Türkiye'yi tehdit olarak gören Yunanistan'ın, yine geçtiğimiz haftalarda AB politikalarına yön vermek için bir tür şantaj uyguladığına ilişkin duyumlar ise, kimin kime tehdit oluşturduğunu anlamaya gerçekten çok yardımcı oluyor. AB Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri ile "stratejik işbirliği" başlatmak adına 12 milyar avro tutarındaki fonu devreye sokmak istediğinde, Yunanistan'ın bunu o ülkelerin Güney Kıbrıs'ı tanımaları ve KKTC'yi tanımama kararı almaları şartına bağladığına ilişkin haberlerden söz ediyorum. Bu konuyu Eurovizyon yarışmasındaki Yunanistan-Güney Kıbrıs dayanışmasından ayrı tutmak gerekir, zira bu davranış Türkiye ile Yunanistan arasındaki dış politika gündemine olumlu etki yapmak yerine aksine "yumuşama" atmosferini zedeleyen bir davranış olmuştur. Oysa söz konusu yumuşamayı, zaman içinde Kıbrıs konusunun da olumlu bir çözüm yoluna girmesi için fırsat olarak gören çevreler her iki ülkede de az değildi. Şimdi, bir yandan KKTC'nin uluslararası ortamda zaten sınırlı olan "tanınırlık" şansının önü kesilirken, bir yandan da Türk-Yunan ilişkilerindeki olumlu atmosferin önü sislendi. Türkiye'nin dış politikası için yeni bir "değerli yalnızlık" mı geliyor acaba?

Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetlerinin Güney Kıbrıs'ı bu kadar çabuk ve hızlı şekilde tanıyarak derhal diplomatik ilişki kurmaları ve büyükelçilik açma kararı almaları 12 milyar avroluk fona bakıldığında oldukça ucuza gitti sayılır. Zira Türkiye'nin Orta Asya ile ticaret hacmi bile 12 milyar avrodan az değildir. Kaldı ki, Türk Keneşi (Türk Konseyi) bağlamında Türkiye ile Orta Asya Türk cumhuriyetleri arasında giderek gelişen ilişkiler ağı mevcuttur. Dolayısıyla, "kardeş" bildiğimiz bu ülkelerin, hele Semerkand'da düzenlenen son zirve toplantısında KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ı onur konuğu olarak ağırlamış ve gözlemci üye statüsü vermişken, Türkiye'nin çok önemsediği Kıbrıs konusunda böyle bir adım atmalarının sebebini bir dış politika tercihi olarak okumak daha doğru olur.

Türkiye'nin de bu oyunda rolü olmalı

Rusya'nın Ukrayna'da izlediği politikanın ileride benzeri başka hamlelere örnek oluşturacağını ileri sürenlerin aklında hep Avrupa ülkeleri bulunuyor. Baltık ülkeleri de, NATO üyesi olmalarına rağmen Ukrayna örneğini kendi güvenlikleri için bir tehdit olarak görüyorlar. Oysa Orta Asya'da giderek güçlenen ulus devlet yapısı bu ülkelerde yaşayan Rus azınlığı için Baltık ülkelerindeki Rus azınlığın karşı karşıya kaldığı ayırımcı uygulamalardan daha tehlikesiz değil. Bu da bazı gözlemcilerin Rusya için Orta Asya bölgesinin de Ukrayna kadar önemsendiğini ileri sürmelerine sebep oluyor.

Orta Asya Türk Cumhuriyetleri Güney Kıbrıs'ı tanımakla Kıbrıs konusundaki dış politikalarını Rusya ile uyumlu hale getirmişlerdir. Bununla beraber, AB ile başlattıkları stratejik işbirliği adımıyla da Rusya'nın dikkatini çekmişlerdir. Orta Asya yeni bir "Büyük Oyun"a sahne olacaksa, Türkiye'nin de bu oyunda rolü olmalıdır.

Orta Asya'ya bakıldığında, KKTC lehine kaydedilecek gelişmelere fırsat yaratma çabalarını haklı ve isabetli bir stratejik hamle olarak görmek doğru olur. Bugün bunu tersine çeviren gelişmelerin ise Orta Asya'ya küsmek için değil daha gerçekçi dış politika stratejileri kurgulamak için değerlendirilmesi ortaya çıkacak yeni büyük oyunda daha sağlam bir konum kazanılmasına yarayacaktır. Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri 35 yıla yaklaşan egemen ve bağımsız devlet deneyimleriyle olgunlaşmış ve uluslararası toplumun eşit üyeleri olarak varlıklarını pekiştirmişlerdir. 70 yıllık Sovyetler Birliği deneyiminden tortusu kalan önemli özelliklerinden biri seküler toplum yapısına sahip olmalarıdır. En önemlisi de, bir ağabey değil bir dost ve ortak aramalarıdır. Türkiye bu özelliklere ve arayışa yanıt verebilecek en güçlü adaydır ve mutlaka öyle kalmak için çaba göstermelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ÜNAL ÇEVİKÖZ Arşivi