
ÜNAL ÇEVİKÖZ
Ne Gazze'de ne Ukrayna'da Türkiye'yi dışlayan çözümler başarılı olamaz
Münih Güvenlik Konferansı (MGK) geride kalırken, Konferansın başkanlığını yürüten Christoph Heusgen'ın gözyaşlarını tutamadığı kapanış konuşması hafızalarda yer etti. Heusgen, 61. Konferans ile birlikte görevinden ayrıldı. Gözyaşlarının da bu ayrılıkla ilgili olduğu savunuldu. Oysa 61. MGK'nın en önemli özelliklerinden biri soğuk savaş ertesinde Atlantik ittifakında oluşan dış politika oydaşmasının sonuna geldiğimizin ilan edilmesiydi. Heusgen de konuşmasında bunu itiraf ederek "ABD Başkan Yardımcısı Vance'in konuşmasından sonra ortak değerlerimizin artık o kadar da ortak olmadığından endişe duymalıyız. Seslerini yükselterek savundukları değer ve ilkeleri teyit eden tüm Avrupalı siyasetçilere minnettarım" dedi.
Gerçekten ortak değerlerde bir kopma yaşıyor muyuz? Donald Trump'ın 20 Ocak 2025 tarihinde başlayan ikinci başkanlık dönemi bir çok konuda tartışma yarattığı gibi, Münih'teki konferansa katılan ABD heyetindeki yetkililerin Trump politikaları ile ilgili açıklamaları da artık Avrupa ile ABD arasında dış politika alanında ciddi görüş farklılıklarının ortaya çıktığını net olarak gösteriyor. ABD'nin, Avrupa'nın ve Türkiye'nin gündemlerinde ortak şekilde yer alan iki önemli uluslararası sorun kuzeyimizde Rusya-Ukrayna savaşı, güneyimizde ise İsrail-Gazze-Suriye-İran unsurlarından oluşan Ortadoğu sorunu. Her ikisinde de ABD ile Avrupa farklı düşünüyor. Türkiye ise Avrupa'ya daha yakın ve ABD ile her iki konuda da ayrışıyor. Daha da önemlisi, bu iki konuda Türkiye pek ala en çok katkı sağlayabilecek, kolaylaştırıcı rol oynayabilecek ve görüşlerine başvurulacak bir aktör olduğu halde, ne yazık ki kenarda bırakılıyor. Buna bir çare bulmak gerek.
Beceriksizlik, uluslararası örgütlerin anlamsızlaşmasına yol açıyor
Ortadoğu yeniden şekilleniyor. İsrail'in güvenliği temelinde kurgulanan bir "yeni düzen" anlayışı uzun zamandır yürürlükte. İsrail'in kendi güvenliğini garanti altına almak istemesini haksız bulmak zor olsa da, kullandığı yöntemlerin tek taraflı, orantısız güç kullanımına dayalı ve askeri çözüm yöntemi üzerinden oluşturulduğunu yadsıyamayız. 21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakırken, geçen yüzyılda iki büyük savaş yaşamış olan dünyanın, üstelik barışı korumak ve savunmak için bunca uluslararası örgütün kurulmasını başardığı halde, hala sorunları diplomasi yoluyla çözmeyi becerememesi gerçekten çok hazin. Bu beceriksizlik, uluslararası örgütlerin de anlamsızlaşmasına yol açıyor.
Trump'ın yüksek perdeden savurduğu tehditler mi etkili oldu, yoksa 7 Ekim 2023'ten beri Gazze'de, Lübnan'da ve Suriye'de birbirleriyle savaşan İsraillilerle İran'ın vekilleri artık savaşmaktan mı yoruldu bilinmez, ama 19 Ocak tarihinde İsrail ile Hamas arasında varılan ateşkes, Ortadoğu'nun alevini kısmen de olsa söndürdü. Bu hala için için dumanın tütmediği anlamına gelmiyor. Yine de, ateşkesin iyi kötü yürümesi, İsrailli rehineler ile Filistinli esirlerin takasında büyük bir sorun yaşanmadan anlaşmaya uygun şekilde ilerlenmesi ümit verici. Bu ümit verici durum her ne kadar Trump'ın Gazze ile ilgili fantezileri ve Filistinlilerin sürülmesi ile ilgili söylemi nedeniyle huzursuzluk yaratsa da, Trump'ın bu tasavvurlarının gerçekleşmesinin neredeyse imkansız olduğunu tüm aktörler biliyorlar. Ticari bir zihniyetle üst perdeden dile getirilen aşırı talepkar görüşler uluslararası politikanın dinamiklerine ters düşüyor. Dolayısıyla, bunlar şimdilik söylenmiş olmakla kalmaya mahkum. Gazze sorununun ne şekilde çözümleneceği konusu ise, ateşkes anlaşmasının her üç safhasının da aksamadan yürümesi halinde oluşacak karşılıklı güvene dayalı şekilde belirginleşecek. Avrupa ve Türkiye, Trump'ın artık Filistin sorununun iki devletli çözüm formülüne dayanmayan bir sürece evrildiğini savunan bir tutum içinde olduğunu görüyorlar, ancak bu tutumu değiştirecek güce sahip değiller.
Rusya-Ukrayna savaşının sonlandırılması girişiminde ise, Trump Avrupalı müttefiklerinde daha da büyük bir şaşkınlığa ve endişeye sebep oluyor. ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları başkanlığındaki heyetler Suudi Arabistan'da bir araya gelerek Ukrayna'nın bulunmadığı bir ortamda Rusya-Ukrayna savaşının nasıl sonlandırılacağını konuşabiliyorlar. Bu müzakerelerde Avrupa'nın bulunmamasından daha vahim olan, konunun taraflarından biri olan Ukrayna'nın devre dışı bırakılması. Bu gelişmenin arkasında bir diplomatik zeka aramaya hiç gerek yok. Zira bu durumu belirleyen yaklaşım, Trump'ın dünyaya güç politikası ve "büyük devletler" arasındaki dengeler üzerinden bakıyor olmasından kaynaklanıyor. Trump, ABD ve Rusya'yı küresel ölçekte birbirleriyle dünya düzenini konuşabilecek iki büyük güç olarak görmeye devam ediyor. Uluslararası ilişkiler uzmanları da, bu anlayışı dünyanın yeniden çift-kutuplu bir sisteme doğru ilerlediği şeklinde yorumlayabiliyorlar. Oysa uluslararası ilişkileri güçler ve kutuplar üzerinden tarif etmek istediğimizde, Çin'in de bu oyunda yer alacak önemli bir aktör olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu görüşten hareket eden gözlemciler de çift-kutuplu bir sistemden değil, giderek çok-kutupluluğa doğru evrilen bir sistemden söz etmenin daha doğru olacağını savunuyorlar. (Yazarın bu konuda, daha önceki yazılarında uluslararası sistemi çok-kutupluluk kavramından ziyade çok-merkezlilik ile tanımladığını hatırlatmak isterim.)
Rusya-Ukrayna savaşı
Rusya-Ukrayna savaşının sonlandırılması konusu sadece ABD'nin ve Rusya'nın meselesi değildir. Bu savaş, başta Ukrayna'yı etkileyen ve barış görüşmelerinin masasında Ukrayna'nın behemehal yer almasını gerektiren bir meseledir. Öte yandan, savaş Avrupa'nın göbeğinde yer aldığından, Ukrayna'nın komşuları başta olmak üzere, Avrupa'yı da ilgilendirmektedir. Hele Türkiye'nin savaşın başından bu yana sergilediği kolaylaştırıcı rol hatırlandığında, mutlaka Türkiye'ye de dokunmaktadır. ABD ve Rusya'nın Suudi Arabistan'daki görüşmeleri kendi aralarında sürdürmeleri bütün bu gerçekliklere ters düştüğü gibi, sonuçları itibariyle başta Ukrayna olmak üzere, diğer aktörler tarafından kabul edilmesi güç bir süreç olarak kalacaktır.
Türkiye, bütün bu olumsuz koşullara rağmen, sonuca yönelik katkı sağlamaya muktedir önemli bir bölgesel aktördür ve bu konumunu en iyi şekilde kullanması halinde her iki sorunun da çözüme ulaşmasında etkin rol oynayabilir. Ortadoğu'da yaşanan son gelişmeler, İsrail kadar Türkiye'yi de hem güvenlik hem bölgesel dengeler açısından ziyadesiyle ilgilendirmektedir. Suriye denkleminde bu iki devletin görüşleri, Suriye'nin toprak bütünlüğü, Şam'da kurulacak rejimin ülkedeki tüm unsurların temsili ile oluşmuş bir kapsayıcılığa sahip olması, hukukun üstünlüğünün kabulü gibi ilkeler bağlamında birbiriyle örtüşmektedir. Gazze konusundaki görüş farklılıklarının giderilmesi ise Türkiye'nin sadece Filistinliler ile değil, aynı zamanda İsraillilerle de konuşabilmesine bağlıdır. Ateşkes ortamı, Türkiye'nin bu konuda bir adım atması için uygun zemini hazırlamaya başlamıştır.
ABD ile Rusya Riyad'da Ukrayna'yı görüşürken Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelensky'nin Türkiye'ye gelmesi bu konuda da Türkiye'nin vazgeçilmez bir aktör olduğunun teyidi olarak görülmelidir. Bazı çevrelerde Türkiye'ye bölgemizin konularında bir rol vermenin sakıncalı olduğu düşüncesi hala ortadan kalkmamışsa, o çevrelerin Türkiye'siz çözümlerle bir yere varamayacaklarını anlamalarının da zamanı gelmiştir.