ÜNAL ÇEVİKÖZ
İran-İsrail gerginliği: Devlet aklı mı mahalle baskısı mı?
1 Ekim Salı gecesi Ortadoğu'da bir çok kişinin beklemediği, bir çoğunun da "nerede kaldı?" diye merak ve heyecanla gözlediği "İran'ın İsrail'e karşı misillemesi" nihayet gerçekleşti. Bu hafta sonu bir yılını geride bırakacak olan Gazze savaşı giderek daha tehlikeli, daha yaygın ve daha bölgesel bir dönüşüm riski taşımaya başladı. Esasen İsrail'in güney Lübnan'a yönelerek Hamas'tan sonra Hizbullah'ı da ortadan kaldırmayı hedefleyen harekatı zaten bu yayılmanın işaretlerini vermişti. Ayrıca, Hamas lideri Haniye'nin ardından Hizbullah lideri Nasrallah'ın öldürülmesi de bir tırmanmayı haber veriyordu. Üzerinde durulan ise, vekilleri bu şekilde hırpalanan İran acaba İsrail'e ne zaman, nasıl, hangi yöntemle ve ne kuvvette bir misilleme yapacağı sorusuydu. Artık bu sorunun meraklıları cevabı almış ve rahatlamışlardır.
İran'ın bu şekilde bir misilleme yapmasını beklemeyen gözlemciler İran'da "devlet aklı"nın hakim olduğunu varsayıyor ve böyle bir misillemeyi İsrail'in karşılıksız bırakmayacağını, dolayısıyla savaşın giderek bölgeselleşeceğini, İran'ın şimdiye dek İsrail ile mücadeleyi vekillerine devretmişken ilk kez savaşa doğrudan taraf olacağını, bunun da büyük bir sorumluluk anlamına geleceğini düşünerek öngörülerini şekillendiriyorlardı. Aslında sözü edilen "devlet aklı" ya da İran'ın tabiriyle "stratejik sabır" uzun süre İran karar verme mekanizmasında etkili oldu. İran Ortadoğu'da tırmanan bir savaş istemiyor. Bunu da sabır göstererek kanıtlamaya çalıştı. Ancak madalyonun diğer yüzünde ise Şark kültürünün o vazgeçilmez geleneksel ögesi olan "itibar", prestij ve imaj vardı. Hiçbir devlet uluslararası alanda kendine güvenen çevreleri hayal kırıklığına uğratmak istemez. Aksi takdirde kendine güvenen o çevreleri kaybedebilir. İran'ın durumunda bu çevreleri Irak, Suriye, Lübnan, Gazze ve Körfez'deki vekiller olarak tanımlamak yerinde olur. Kim bilir, belki Türkiye'de de İran'ın misillemesini bekleyenler vardı. İran'ın Salı gecesi yapmış olduğu saldırı işte bu itibar kaybının önlenmesi maksadıyla gerçekleşmiştir. Açıkçası, mahalle baskısı devlet aklını yenmiştir.
İran Devrim Muhafızları İsrail'e 200 hipersonik füze atıldığını ileri sürdü. İsrail kendi topraklarına İran'ın 180 füze attığını iddia etti. Salı gecesi Türkiye'deki haber kaynakları ise İran'dan İsrail'e 500 civarında füze atıldığını anlatıyorlardı. İran füze saldırısından önce ABD'ye bilgi verdiğini açıkladı. ABD ise İran tarafından kendilerine bir bilgi verilmediğini belirtti. Öte yandan, ABD ve Birleşik Krallık İsrail'e yönelik füze saldırısına İsrail Güvenlik Güçleri ile birlikte karşı koyduklarını açıkladılar. İran Devrim Muhafızları füzelerinin yüzde doksan oranında hedeflerini bulup imha ettiğini ileri sürdü. İsrail ve destekçileri ise İran'ın gönderdiği füzelerin yüzde doksana yakın oranda engellendiğini ve saldırının başasırız kılındığını iddia ettiler. Günümüzde savaşlar artık böyle yaşanıyor. Kimin söylediğinin ya da açıkladığının doğru olduğunu asla bilemiyorsunuz. Sadece, biri 200 biri 180 füze atıldı derken rakamı 500 olarak telaffuz eden çevrelerin en hafif ifadeyle abartılı davrandıklarını düşünüp geçiyorsunuz.
Peki şimdi ne olacak? Bu defa cevabı beklenen İsrail'in mukabelesinin ne zaman, nasıl, hangi yöntemle ve hangi kuvvette olacağı sorusu. İsrail uğradığı saldırının cevapsız bırakılmayacağını belirtiyor. İran, cevap verilirse bu defa daha şiddetli bir mukabelede bulunacağını açıklıyor. Neresinden bakarsanız bakın, zaten ucundan ateş almış olan barut fıçısına meşale atıyor gibiler. Birleşmiş Milletler ise barış ve itidal çağrısı yapmaktan öteye geçemiyor.
İsrail'in stratejik sabır ya da devlet aklı ile hareket edeceğini beklemek yanlış olur. Bu kavramlar İsrail'de mevcut olsaydı Gazze'de 41000 kişi ölmez, Lübnan toprakları İsrail tanklarının geçiş yolu haline gelmezdi. İsrail'in davranışını belirleyecek bir mahalle baskısı olduğunu söylemek de doğru olmaz, varsa bu baskı sadece içeride vardır. Bununla beraber, bölgede İran'ın yıllardır yarattığı endişe verici tehdit algılamasından muzdarip olan kimi ülkelerin "İsrail bir yanıt verse de İran dersini alsa" diyerek avuçlarını ovuşturduklarını düşünmek isabetli bir tahmin olur. İsrail misilleme yaptıktan sonra ne olacağını ise, böyle bir misilleme yapılırsa bekleyip göreceğiz.
Bütün bu olayların yaşandığı sırada gelişmeleri büyük bir soğukkanlılıkla, adeta ilgisizce izleyen tek ülke Türkiye. Oysa bölgemizde bir savaş çıksa en çok etkilenecek ülke de yine Türkiye. Türkiye, izlediği dış politika ve yaptığı dış politika hataları nedeniyle seyirci olmaktan öteye gidemiyor. Bir süre önce ABD Dışişleri Bakanı'nın Haniye öldürüldüğü zaman İran'ın bir misilleme yapmaması için Türkiye'den Tahran'a mesaj iletilmesini istediğinin ülkemiz basın haberlerinde yer aldığı hatırlanacak olursa, İran böyle bir mesajı, dolayısıyla da mesajı ileteni ciddiye almamış gibi görünüyor. Batılı kaynaklar bu defa olası bir İsrail-İran tırmanmasında Türkiye'nin mesaj iletmesinin bir sonuç vermeyeceğini de anlamış olmalılar. Oysa böyle mi olmalıydı? İran ile komşu olan Türkiye'nin bölgede ciddi bir gerginlik yaşandığında akla gelen ilk ülke olması gerekmez miydi? Türkiye'nin Atatürk'ün dillendirdiği Ortadoğu politikasının temeli yerinden oynatılmasa, Ortadoğu bölgesindeki çatışmalarda taraf tutulmaması, iç işlerine karışılmaması ve taraflara eşit mesafede durulması ilkesine uyulması halinde Türkiye Arap-İsrail uyuşmazlığına çare bulunmasında "en çok gözetilen ülke" olmaz mıydı? Maalesef, bugün bu rolü özgül ağırlığı Türkiye'nin yanında dikkate bile alınmayacak devletler üstlenmeye hazırlanıyor.
Türkiye kamuoyunda yanlış bir algı var. Bölgemizdeki gerginlikler hep bir din ve mezhep kavgası olarak okunmaya çalışılıyor. Mesele Yahudiler ile Müslümanlar arasında bir mesele değil. Öyle olsaydı İsrail'in karşısında tüm İslam alemi birlikte hareket ederdi. Oysa İsrail bölgedeki bir çok Arap ve Müslüman ülke ile iyi ilişkiler içinde. Hatta, Salı gecesi İsrail'e atılan füzeleri durdurmak için Ürdün dahi yardımcı oldu. Gerek Gazze'de gerek Lübnan'da başvurduğu yöntemler kabul edilemez olsa da, Lübnan'a yönelik askeri harekatı Hizbullah tarafından ülkesinin kuzey topraklarına atılan füzeler nedeniyle başlattığını ileri süren İsrail'i anlamak için, bir kaç yıl önce güneydoğu topraklarımıza Suriye topraklarından atılan füzeleri hatırlamak herhalde yardımcı olacaktır.