Kronolojiden taşan zaman

Zamana dair yerleşik algı sanki bir yoldayız, sona doğru yürüyoruz şeklindedir. Oysa kişisel deneyimlerimizden de biliriz ki zaman; sapmaları, patikaları, yokuşları olan bir şeydir ve düz bir şekilde akıp gitmez. Ayrıca zamanı böyle düşünmek bizi ölüm ve yaşam arasında bir yere yerleştirir, bu durum o aralıkta yaşananı görünmez kılma olasılığı taşır. Kuşkusuz, sonlu varlık olmak türümüz için sıkıntılı bir durum yaratır ancak bu felsefi kavrayış yaşamı ölüme sabitlerken ondan alabileceğimiz hazları kesintiye uğratabilir ve zamanın anlarını göz ardı etmeye sebep olabilir. Bu nedenle yaşam zamanının uğraklarına bakmak, anları doldurmak, sadece ölmeyi beklediğimizi düşündüren yaşam tahayyülünü aşmaya yardımcı olabilir.

Zaman Bedendedir

Zaman bedenimizde iz bırakır, kırışırız, buruşuruz, sarkarız, saçımız beyazlar, bedenimizde lekeler oluşur bu bir açıdan dünyadaki zamanımızın sonuna yaklaştığımızı gösterir ancak o güne kadar farklı farklı deneyimler yaşamışızdır, ölecek olsak bile bu boşuna değildir. Kronolojinin veya ileriye doğru süren yaşam perspektifinin alanından meseleye baktığımızda yaş almak olumsuz bir çağrışım yapar. Marc Augé, insanın en azından Batı’da, emin olunan bir doğum tarihi ile genelde farklı olması dilenen bir ölüm tarihi arasında sıkıştırıldığından bahseder ve ekler: “Zaman bir özgürlük; yaş ise bir sıkıntı, bir zorlamadır.” Zamanı yaşla birlikte düşünmek, onu bir sayıya sabitlemek, onda bulunan özgürlük imkânını kaçırmaya sebep olur bu nedenle kişiyi yaşla tanımlamak düşünürün söylediği gibi, “zorlamadır.”

Ayrıca, zamanla birlikte gelen emareler bir hayatı sürdürdüğümüzü gösterir, hiçbir şey anlık olarak ortaya çıkmamıştır, hayatı iyi ya da kötü tecrübe etmişizdir ve onun her ânını başka şekilde karşılamışızdır. Çocukken düşmüşüzdür mesela bir iz kalmıştır, onu her gördüğümüzde o yara bizi âna götürür. O düşme ânından kalanla gittiğimiz geçmiş bize bir şey söyler, şimdinin zamanında geçmişin yeri vardır, hayat kalıntı bırakmıştır ve onu geleceğimize taşımıştır. Zaman izleri, yaştan çok yaşamakla ilişkilidir bu nedenle kişisel zamanı yaşlar hiyerarşisine sıkıştırmaktansa, sahip olduğumuz hayatın içinden düşünmek, bizi ölüm zamanını bekleyen edilgin varlıklar olmaktan çıkarabilir.

Zaman duygudadır

Zamanın uğraklarından biri de duygulardır. “Anısı var” deyip durmamız boşuna değildir. Mesela, bir film sahnesi, bir şarkı, bir şiir, bir kitap bizi o an olduğumuz duygunun dışına çıkarabilir. Bu bizim yaşamda zamanı duygularla da deneyimlediğimizi gösterir. Bu deneyimdir çünkü bizi âna götürür, belki bir filmi arkadaş grubuyla izlemişizdir, filmin türüne göre ağlamışızdır, gülmüşüzdür, gerilmişizdir, korkmuşuzdur o filmin anlamı değişmiştir çünkü ortak bir duygu oluşturmuştur. O grupta bulunan herkes için birlikte geçirilen film süresi, müşterek bir şeyi çağırır artık. Gruptaki her bir kişi o ânı farklı hatırlayacaktır belki ama filmin götürdüğü yer, izlendiği ortak zaman olacaktır. Yine ölümü beklememişizdir, başka şekillerde duygulanmış zamanda ortaklaşmışızdır.

Zaman Kolektiftir

Zamanı kolektif olarak da deneyimleriz. Bir topluluğu ilgilendiren olaylar ortak bir hâfıza alanı oluşturur. Burada zaman artık hem kişisel alanımızda hem de onu birlikte deneyimlediğimiz başkasıyla ilişkilidir. Kolektif olarak deneyimlenen zaman aynı zamanda yasanın ve otoritelerin alanındadır, böylesi bir zaman yukarıdan biçimlenebilir hâle gelir. Unutmamak böyle bir durumda önemlidir çünkü tanık olduklarımız gelecekle ilişki içindedir.

Gospodinov’un “Zaman Sığınağı”nda şöyle bir cümle geçer: “Bir toplum ne kadar çok unutursa, birileri o kadar çok yedek bellek üretir, satar ve boşalan nişleri onunla doldurur. Hafif malzemelerden üretilmiş geçmiş, 3D yazıcıdan çıkmış gibi plastik bellek. İhtiyaç ve talebe göre bellek.” Geçmişin farklı şekillerde üretilebilir olması ortak belleğin önemine işaret eder, resmi olarak inşa edilmesi muhtemel geçmiş için yatay bir hafıza gerekir bu da anımsamakla mümkün olur. Şimdide tanık olduğumuz anlar gelecekte, geçmişin alanına gönderme yapacağı için kıymetlidir tıpkı şimdiyi anlamlandırırken geçmişin bir şekilde yaşama dâhil olması gibi. Bu nedenle unutmamak, kendi ortak hafızamızı oluşturmak, zamanı deneyimlerken bizi tarihin parçası yapar ve zamana ortak bir anlam yükler.

Zaman geçmiş, şimdi ve geleceği ayrı ayrı tahayyül edebileceğimiz bir şey değildir. Tıpkı çocukluktan kalan o yara izini, bedenimizin yaşamı boyunca taşıyacağı gibi, kolektif bellek de zamanın tüm uğraklarını içerir. Bu nedenle müşterek olarak deneyimlediğimiz zaman, kişisel zamanımızla birlikte başkasının zamanını da işe dâhil etmemiz bakımından önemlidir. Çünkü bu zaman düşüncesi ezilenleri de içerir, şöyle der Walter Benjamin: “bizden sonra geleceklerden istediğimiz, kazandığımız zaferler için bize şükran duymaları değil, yenilgilerimizi hatırlamalarıdır. Bu bir tesellidir: Artık teselli edilme umudu kalmamış olanlara sunulacak bir teselli.” Zamanın bu boyutu, şimdide anlam bulması beklenen geçmişi kapsaması açısından bir teselli yaratır çünkü haksızlığa uğramış bir ölü için burada adaletin gerçekleşmesi olasılığını içinde taşır.

Zamanı kolektif olarak düşündüğümüzde de görüyoruz ki yaşam zamanının içi doludur, ne düz bir çizgide sürüp gideriz ne de oturup ölümü bekleriz, sonlu varlık olmanın sıkıntısını duyduğumuz olur elbette, başkasının ölümüyle deneyimlediğimiz yokluk, hayatı bir süreliğine kesintiye uğratabilir ama yaşam buradadır ve isteseniz de istemeseniz de siz ona dahil olursunuz.

Zaman Doğayla Ortaktır

Zaman insanın, dünyanın başka türleriyle de deneyimlediği bir şeydir. İnsan türü zamanın farklarını doğadaki türlerin dönüşümüyle tahayyül edebilmiştir. Bir ağacın farklı mevsimlerde büründüğü renkler, hayvanların yıllık doğum zamanları, bitkilerin çiçeklenmesi, tohumlanması… Buradan çıkan mevsim düşüncesi gösterir ki türümüzün bir zaman anlayışı oluşturmasında doğa etkili olmuştur. Bu nedenle zamanı sadece insan üzerinden de ele alamayız. Yaşadığımız çağda doğayla ilişkimiz aşınmış gibi görünse de, sokaktaki hayvanların yaşamıyla, evdeki kedinin tüy dökme zamanıyla, toprağın ekim mevsimiyle, saksıdaki bitkinin çiçeklenmesiyle kısacası, birlikte dünyayı paylaştığımız her bir parçayla ortak bir zamanı paylaşırız, birlikte deneyimler yaratır, çoğalırız.

“Yeni” bir yıla gireceğimizi konuştuğumuz bu günlerde, yazı boyunca anlatmaya çalıştığım gibi, zamanı kronolojinin alanından düşünmediğimizde onun ayrıntılarını, anlarını fark edebiliyoruz, evet insanın hikâyesinde hayatı kolaylaştırmak için takvim işlevsel olmuş ancak bana kalırsa zaman kronolojiyi aşıyor. Zamanı sayıların alanından düşünmek, yaşamın doğum ve ölüm ânı arasında bir çizgide sürdüğü fikrini destekliyor. Böylece, zamanı geçip giden bir şey olarak tahayyül ediyoruz, duyguda, kolektif hafızada, doğada, bedende deneyimlediğimiz de geçip gidiyormuş hissi oluşturuyor. Oysa geçmiş, geçmiş olmuyor ve içimizde sonsuz dünler taşıyoruz.

Kaynaklar

Walter Benjamin’den Akt., Eagleton, T., “İyimser Olmayan Umut”, (Çev. Emine Ayhan), s. 49 İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Gospodinov, G., “Zaman Sığınağı”, (Çev. Hasine Şen Karadeniz), İstanbul: Metis.

Augé, M., “Yaşsız Zaman”, (Çev. Öncel Naldemirci), İstanbul: YKY.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR