SAMİM AKGÖNÜL
Kültürsüz toplumun intiharı
Doktorunu öldüren hasta, avukatını öldüren müvekkil, hocasını öldüren öğrenci. Sevdiğini öldüren adam.
Halkına 'sürtük' diyen, giderlerse gitsinler diyen, “Bunlarrr” kelimesiyle başlamayan cümle kuramayan bir siyasi nefret dili.
Bir doktorun (Ekrem Karakaya) ve bir avukatın (Servet Bakırtaş) katledilmesi üzerine “kültür” kavramı üzerine düşündüm. Aynı şeyleri 2015’te Özgecan Aslan’ın bir peçete gibi görülüp katledilmesi üzerine de düşünmüştüm.
“Kültür” kavramının birçok bilimsel disiplinde bir çok değişik anlamı var. Beni artık sadece sonuncusu tatmin ediyor:
- Tarımsal anlamı: Ne ekersen onu biçersin
- Medeniyet anlamı: Yüksek kültür, opera, edebiyat vs. Bunun sadece insanoğlu/insankızının yaratıcılığı olarak görülmesi
- Antropolojik anlamı: Günlük hayatta bir toplumun kullandığı nesneler, algılamalar, davranış biçimleri
- Sosyolojik anlamı: Ortak noktaları etkileşim sayesinde aktarılan birleştirici kodlar
- Tarihsel anlamı: Herhangi bir grubun inşasında kullanılan araç
- Siyasal anlamı: Herhangi bir grubun yönetiminde kullanılan araç
- Psikiyatrik anlamı: İnsanların toplu halde yaşamalarına olanak sağlamak için, içgüdüleri dizginlemede kullanılan içselleştirilmiş toplumsal normlar silsilesi.
Hepimizin içinde şiddet var. Ama “kültürlü” toplumlarda bu şiddeti dizginlemek için içsel normlar var.
Bu normlar, kolektif ve siyasal söylemle sürekli kötülendiğinde…
Sürekli, durmaksızın, her gün, “din”, “millet”, “erkek” kulpları takılarak toplumun ortak yaşam alanında uyması gereken normlar küçümsendiğinde…
Devletin ideolojik aygıtları aracılığı ile (okul, siyasal söylem, vaaz, basın…) toplumun bir kesimi (dinsel grup, etnik grup, cinsel grup, okumuş grup, KÜLTÜRLÜ grup) sürekli eleştirilip insanlığın çeperine yerleştirildiğinde…
O toplumun içinden içsel barajlarını aşan, ya da yıkıp geçen insanlar çıkıyor.
Hele bu insanlar “toplu” olduklarında, toplu olmanın verdiği güç, “suçu” içsel olarak hafifletiyor. Bu toplu olma hali sadece fiziksel bir hal değil. Arkasında siyasal ve toplumsal iktidarın gücünü hissetmek, basının hedef gösterdiği grubun karşısında olmak yeter. Elias Canetti’nin Masse und Macht yani “Kitle ve Güç” eseri bu toplu hali olma halinin verdiği sarhoşluğu ve suçsuzluk duygusunu çok iyi anlatır
“Herkes yaptı, ben de yaptım”; “Onlar yaptığına göre kötü bir şey değil”; “Ben emirlere uydum”; “görevini yapmadı”; “bana yukardan baktı”, içsel savunma mekanizmalarının sadece bazıları.
Ama elbette en çok kullanılan mekanizma “ayna”:
“Tahrik etti”; “Hakaret etti”; “Ben yapmasaydım o yapacaktı”; “Erkeklik onurumu korudum”; “Milletimi korudum”; “Dinimi korudum”… Hiçbiri uymazsa “cinnet geçirdim...”
Bu cinayetler, sadece cinayet değil. Tecavüzler, sadece tecavüz değil.
Bütün bu kurbanlar ortak yaşam normlarını ayaklar altına alan ve dolayısıyla artık ortak yaşamamaya karar vermiş bir toplumun ön sinyalleri. Elbette ortak yaşamamaya karar vermiş toplum, toplum niteliğin kaybeder, dolayısıyla bu bir intihar.