Memlekette siyasetin de normali yok

SEDAT BOZKURT


Siyasetin bir bilim dalı olarak kendisini kavramlaştırmaya başlamasında eski Yunan milat alınır. Platon’un Devlet, Aristoteles’in Politika adlı eserleri de buna kaynak gösterilir. Ama bazı tezlerde siyasetin köklerinin daha eskilerde ve Çin’de ortaya çıktığı da yer alır.

Türkiye’nin en eski partisi CHP 100. yaşını kutluyor. Dünyanın en eski partileri arasında. 12 Eylül darbesi kaynaklı 12 yıllık bir kapatılma süreci olsa da kurucu değerlerini, fikirlerini savunan farklı isimli bir parti SHP ya da onu oluşturan partiler nedeniyle “CHP hep vardı” denilebilir.

Dünyanın en eski partisi olarak ABD’deki Demokrat Parti gösterilir. 1790’lara kadar tarihi gider. Kayıt altına alınmış ilk kongresi 1832 yılında yapılmış ve kurumsal olarak modern parti hüviyetini edinmiştir. ABD’nin ana omurgasını oluşturan bir diğer parti Cumhuriyetçiler’ in ilk kongresinin toplanma tarihi ise 1856’dır. Britanya’da 1920 yılından önce kurulan 5 parti bugün halen varlığını sürdürüyor. İngiliz İşçi Partisi’nin kuruluş tarihi 1900, Muhafazakâr Parti’ninki ise 1832 bu arada…

Siyasi partiler demokrasinin kurumsallaşmasının en önemli göstergeleridir ama tek başlarına varlıkları demokrasinin olduğuna kanıt oluşturmaz. Örneğin Kuzey Kore’de de partiler var ama demokrasiden söz etmek mümkün değil.

Siyasi partiler bulundukları alanla ilgili akademik çalışmaların yapıldığı kurumlar değildir. Kendilerini konumlandırdıkları politik zemin ve benimsedikleri kimlik üzerinden bir ülke tahayyülü ortaya koyarlar ve bunu gerçekleştirmek için devleti yönetmeye talip olurlar. Bizim ülkemizdeki bazı pratikler, bu tanımla birlikte kafanızı karıştırmasın. Gerçekten de Türkiye’de yüzlerce yıllık siyaset biliminin ürettiği ve biriktirdiği bütün müktesebatı boşa çıkaracak meselelere, tavırlara ve kararlara tanıklık ediyoruz.

2015 yılındaki MHP’nin tutumu buna en iyi yakın dönem örneklerinden birisidir. Seçim sonuçları açıklandıktan sonra erken seçim isteyen o uzun siyaset tarihinin tek örneği olabilir.

Siyasi partiler birbirlerinin rakibidir. Muhalefetteki partilerinse, bütün politik kimliklerden bağımsız olarak öncelikli rakibi iktidar partisidir. Çünkü onu seçimlerde yenerek iktidara gelmek ve iddialarını gerçekleştirmek isterler. Mesele bu kadar basit ve “temiz” de değildir ama öyle ifade etmek gerekiyor…

Buraya kadar anlattıklarımla kafanızda oluşturmak istediğim şablona son dönemdeki savrulmalarıyla İyi Parti’yi koymak istiyorum. “Bir siyasi partinin temel amacı nedir, ne olmalıdır?” sorusunu yüzlerce yıl sonra tekrar sorma nedenimiz de bu zaten.

Hükümet ortağı olan MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’nin ortaklarından bağımsız olarak erken seçim çağrısı yapmasıyla -TBMM’deki dengelerin de sonucu- 2002 yılında yapılan seçimlerde yeni kurulan AKP iktidara geldi. Bahçeli’nin siyaseten bunu neden yaptığını hala bilmiyoruz, pek çok hamlesi gibi bunun nedeni de politik olarak açıklanmış değil. AKP iktidara geldi ama genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan milletvekili seçilme hakkından yoksundu. Bunun için tüm dünyayı dolaşarak yöneteceği ülkeyi şikâyet etmişti. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Erdoğan’ın milletvekili seçilebilmesi için anayasa değişikliğine destek verdi. O dönemin parlamentosunda seçmenin temsil oranı yüzde 52, bulunan parti sayısı ise sadece 2 idi.

Baykal bu desteği hep “demokrasi” üzerinden açıkladı ama çevresinde herkes bunun politik bir hamle olduğunu biliyordu. Baykal’a göre Erdoğan TBMM’ye girince o dönem Başbakan olan Abdullah Gül, başbakanlığı ona hemen vermeyecek ve arıza buradan başlayarak parti içi mücadeleye ardından bölünmeye kadar gidecekti. Bu, Baykal’ın bu yapıyı tanımadığının en net göstergesiydi. Erdoğan’ın Gül’ü hep kendine rakip gördüğü bilinen bir gerçekti. Başbakan veya Cumhurbaşkanı olmasını istemediği de bilinirdi. Erdoğan’ın yöntemi ile Gül’ün kişiliği parti içi mücadeleye, hele hele sistemle ciddi bir varlık yokluk kavgasına girişmişken imkân vermezdi. (Gül’ün başbakanlık koltuğundan bir gün bile fazla oturmadan Erdoğan’ın ‘Birkaç gün bekle’ demesine karşın kalkması da bir tavırdır.)

Millî Görüş hareketi içinde ilk isyanın aktörü Korkut Özal’dır. Parti otoritesine itiraz ederek 1977 yılında ayrılmıştır. Daha sonraki parti içi itiraz hareketinin adı ise Yenilikçilerdir ve Necmettin Erbakan’ın adayının karşısına aday çıkarmış, Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra da AKP’yi kurarak Millî Görüş’ü “Gömlek çıkarma” metaforuyla terk etmişlerdir. Numan Kurtulmuş da Erbakan ile ekibine itiraz ederek partiden ayrılmıştır. Erbakan’ın listesine karşı liste çıkarmış ve kurultayda da bunu onaylatmıştır. Fazilet Partisi’nde Yenilikçiler’in kurultayda yapamadığını Kurtulmuş, Saadet Partisi’nde bir nevi yapmıştır. Ama parti içinde yaşanan tartışmalar fiziki kavgalara dönüşünce olayların büyümemesi için istifa ederek yeni parti kurmuştur.

Her ne kadar istenilen sonuçlar alınamasa, çok katı bir parti görüntüsünü verse de Milli Görüş partilerinde iç mücadele yaşanabilmektedir. Baykal’ın büyük risk alarak gerçekleştiremediği Erdoğan ile Gül’ün karşı karşıya gelme ihtimali yıllar sonra bir kez daha ortaya çıktı. Bu sefer politik koşullar da ikili arasında yaşanan sıkıntılar, tutulmayan sözler nedeniyle psikolojik ortam da hazırdı. 24 Haziran 2018 seçimlerinde partilerin ortak mutabakatıyla çatı adayı olarak cumhurbaşkanı adayı olmayı ve Erdoğan’ın karşısında yer almayı Gül kabul etti. SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşerek bu öneriyi somut hale getirerek hem Gül’e hem de 3’lü bir görüşmeyle Meral Akşener’e sundular. Gül’ün yanıtı olumluydu. Model de belliydi. Millet ittifakının yazılı metinlerinde yer alan her konuda mutabakat sağlandı. Bugün Millet İttifakı’ndaki Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu yerine Gül cumhurbaşkanı adayı olarak yer alacaktı. Gül’ün yanında o dönem henüz parti kurmamış AKP’den tek isim olarak Ali Babacan yerine bulunacaktı.

Meral Akşener önceleri bu teklife çok kesin itiraz etmese de daha sonra net ifadelerle “Ben adaylığımı ilan ettim, geri alamam. Aday olacağım ve 2. tura kalarak seçimi kazanacağım.” dedi. Aday oldu 2. tura kalamadığı gibi partisinden de az oy aldı. Gül ile Erdoğan da siyasi hayatlarında, belki de kendi aralarında da birikmiş olan hesaplaşılması gereken konuların muhasebesini yapmak için karşı karşıya gelemediler. Gül’ün aday olmamasını Akşener’den daha fazla isteyen isim de Erdoğan’dı. Askerin siyasete temasına bile şiddetle itiraz eden geleneğin temsilcisi olarak Erdoğan, askeri bir helikopter ile Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı şimdinin MİT müsteşarı İbrahim Kalın ile birlikte, aday olmasını engellemek için Gül’e gönderdi. Çünkü siyaseti en iyi okuyup gereğini yapabilen lider olduğunu defalarca gösteren Erdoğan riski görmüştü. Gül kazansa da kaybetse durum kendisi açısından hiç iyi olmayacaktı. Meselenin bu yanı çok uzun tartışılabilir.

(Akar, Gül ile görüşmek için çok çaba harcadı. Gül randevu vermedi, görüşmek istemediğini defalarca söyledi. Akar ve Kalın, Gül’ün ofisinde olduklarını öğrenince bir emrivaki ile bahçesi sayılabilecek yere helikopter ile inerek görüşmeyi başardılar. 3 saate yakın süren görüşmede konuşan tek kişinin sadece Gül olduğu söylenir)

Bu arada Cumhur İttifakı’nda çok uyumlu görüntü sergiledikleri Bahçeli’nin MHP genel başkanlığı koltuğunda halen oturabilmesini Erdoğan’a borçlu olduğunu da unutmamak lazım. Olağanüstü kurultay toplanabilse, yargı aracılığıyla engellenmeseydi belki Akşener MHP Genel Başkanı koltuğundaydı bugün, bilemeyiz. Ayrıca MHP’deki bu bölünmenin yargı aracılığıyla yolunun açılmasından sonra Erdoğan, Akşener’i hem partisine davet etti hem de cumhurbaşkanı yardımcılığı önerdi. Yani hem MHP’yi hem de MHP’den ayrılan Akşener’i yanında tutmak istedi. Bu da ilginç bir not olarak burada bulunsun.

AKP’nin yerel seçim hazırlıkları

Yerel seçimler yaklaşıyor. Meral Akşener’in çıkışlarıyla Millet İttifakı’nın farklı kompozisyonlarla da olsa tekrar canlanması hemen hemen imkânsız hale geldi. Bu, Cumhur İttifakı’nın en önemli motivasyonu. Ama özellikle AKP’de stratejik bir akıl sürekli mesai yapıyor. Yerel seçimlere yönelik olarak sadece muhalefetin dağınık haliyle yetinmek niyetinde değiller. AKP içinde çalışmalarda bugüne kadar hiçbir isim hiçbir seçim bölgesi için dillendirilmiş değil. Bu nedenle “normal” partiymiş gibi adı geçen adaylar hemen aday psikolojisine girerek pozisyon alıyorlar. Bu anlamda kıyasıya bir yarış var AKP içinde. Örneğin Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olduğunu açıkladı hem de iddialı bir biçimde. Aralarının iyi olmadığı bilinen Melih Gökçek bunun üzerine onun önünü kesebilmek için önceki dönemlerde aday olmaması için uğraştığı isimleri ziyaret ederek aday adayları arasına girmelerini sağlamaya çalışıyor. İstanbul’da bunun katbekat fazlası yaşanıyor adaylık konusunda; eski bakanlar, eski milletvekilleri, belediye başkanları arasında. Bütün seçim bölgelerinde durum aynı.

AKP Genel Merkezi ise stratejisini daha üstten kuruyor. Anketlerle bir önceki seçimlerde “Neden AKP’li adaya oy vermediniz?” ve bu seçimlerde “Bir belediye başkan adayında aradığınız özellikler nelerdir?” sorusunun yanıtını arıyor. Büyükşehirlerin en önemli sorunlarını belirlemeye çalışıyorlar. Örneğin İstanbul’da ulaştıkları “en önemli sorun ulaşım” bilgisi onları memnun etmiş.

İktidar cephesi kazanmanın yollarını ararken, muhalefet de bildiği, deneyimle elde ettiği kazanma yönteminden vazgeçiyor.

Şimdi yazının başlangıç bölümünü hatırlayın hatta ihtiyaç duyuyorsanız dönüp bir kez daha okuyun ve şu soruma yanıt verin lütfen:

Anlatmaya çalıştığım yüzlerce yıllık siyaset pratiğinin alması gereken en son ders bu mu olmalıydı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR