RUSYA’NIN DERDİ UKRAYNA MI, YENİ BİR DÜZEN Mİ?

Ukrayna krizi yeni değil. 1990’lardan bu yana ABD, NATO ve Rusya arasında tartışma, anlaşmazlık, gerilim konusu. Rusya’nın güçlendikçe ilk gündeme getirdiği sorunlardan çünkü Rusya açısından Ukrayna’nın hem farklı bir kimliğe sahip olması hem de egemenliği tam olarak kabullenilmiş değil. Öte yandan, Ukrayna, Gürcistan ile birlikte Rusya açısından kabus senaryosu olarak görülen NATO genişlemesinin hedeflerinden ve önlenmesi için askeri güç dahil her türlü hamlenin yapılacağı bir savunma/ileri kontrol hattı. Ukrayna’nın, değil NATO üyeliği, Batı’ya yakınlaşmasını bile Putin yönetimi Rusya’ya yönelik varoluşsal bir tehdit olarak algıladı. Son yaşanan kriz ise en azından görünüşte 1990’lardan itibaren süregelen eski Doğu Bloku ülkelerinin ve Sovyet cumhuriyetlerinin NATO içine alınması ve hatta Batı ile yakın ilişkiler içinde bulunmasının son halkası.

Sorunun başlangıcını ABD’nin, iki Almanya’nın birleşmesi sürecinde, 1990 yılı boyunca o dönem daha dağılmamış olan SSCB’ye, NATO’nun Doğu’ya genişlememe sözü verdiği, karşılığında da Sovyetlerin iki Almanya’nın birleşmesine onay verdiği fakat sonrasında ABD’nin bu sözü tutmadığı iddiası oluşturuyor. Yazılı bir belge olmadığı için bu söz üzerine yürütülecek tartışmanın bir yararı yok, kaldı ki, ondan sonra Rusya ile imzalanan çok sayıda anlaşma var. 

Rusya Açısından Ukrayna’nın Önemi

Ukrayna Karadeniz kıyısındaki stratejik konumuyla Rusya açısından çok kritik bir ülke. Rusya’nın siyasal elitleri Ukrayna’yı tarihsel ve kültürel olarak Rusya’nın bir parçası olarak görüyorlar ki, Putin de bu görüşte. Rusya’da yaygın olan görüş, Sovyet döneminde Ukrayna gibi toprak parçalarının, Sovyet yönetimi tarafından, bir gün dağılma ihtimali düşünülmeden dağıtılmış olduğu. Bu görüşün ciddi bir irredantist içerik taşıdığı, nüfuz mücadelesinin ötesinde, yayılmacı bir hedef olduğu ortada. Bu türden bir yaklaşım Yugoslavya’nın dağılma sürecindeki çatışmaların da temelini oluşturur. Miloseviç yönetimi ve milliyetçi Sırp siyasal eliti o dönemde, benzeri bir gerekçeyle, Yugoslavya’yı oluşturan halklardan bazılarının, mesela Karadağlı, Boşnak (Bosnalı Müslümanlar), Makedonların Sırp olduklarını, bu kimliklerin Tito tarafından siyasal olarak yaratıldığını iddia etti ve bunu Sırp yayılmacılığı için meşruiyet arayışında kullandı. Putin’in, daha 2008’deki Bükreş zirvesinde, Bush ile yaptığı görüşmede, ilk adıyla seslenerek “Bak George, Ukrayna bir devlet bile değil, topraklarının bir bölümü Doğu Avrupa’da ama büyük kısmı bizden bir hediye” dediği biliniyor. Zaten Haziran 2021’de kendi adıyla yayınlanan makalede Putin, gerek 1945, gerekse 1990 sonrası uluslararası ilişkiler formel düzenine aykırı hususları dile getiriyor. Burada Putin tarihsel sürece ve olaylara uzun göndermeler yaparak Ruslar (Belaruslar) ve Ukraynalıların tek bir halk olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. 2021 yılına gelmişken, 19. Yüzyılda gördüğümüz türden, başka bir ulusun kimliğini sorgulama, en yetikili ağızdan, o kimliğin yanlış, çarpıtılmış, yapay olduğunu kanıtlamaya çalışma günümüz koşullarında arkaik kalmış bir çaba ve sorunlu bir yaklaşımdır. Yine, “Ukrayna’nın gerçek egemenliği Rusya ile ortaklığına bağlıdır” ve “Ukrayna’nın Donbas’a ihtiyacı yoktur” ifadeleri günümüz uluslararası hukuk düzeni açısından kabul edilemez. Bu, resmen Ukrayna’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü tanımama anlamı taşır ki, Putin’in Ukrayna politikasıyla da uyumludur. Bunun dışında Putin’in aynı makalede, Batı’nın Ukrayna’yı bir sıçrama tahtası olarak kullanmak istediği, biraz abartılı da olsa, Ukrayna’nın devlet mekanizmasının tamamen Batılılar tarafından kontrol edildiği gibi iddiaları en azından siyaseten üzerinde konuşulabilir noktalardır. Ama gerek BM düzeni, gerekse 1975 Helsinki, 1990 Paris ve sonraki anlaşmalarla sınırların dokunulmazlığı ve egemenlik en azından kağıt üzerinde kabul edilmiştir ve bunların yetkili isimler tarafından gündeme getirilmesi uluslararası hukuka aykırıdır. 

ABD’nin Yanlış Hesabı

Putin’ın NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve özellikle Ukrayna ve Gürcistan’ı üyeliğe kabul etmesine itirazı anlaşılır bir durumdur. NATO’nün 2008 Bükreş zirvesinde bu iki ülkenin MAP, yani Üyelik Eylem Planına dahil edilmesi hata olmuş, Rusya buna karşı Gürcistan’a müdahale edip Osetya ve Abhazya’yı işgal etmiş ve bu iki bölgenin bağımsızlığını tanımıştır. NATO hamlesinin Rusya’yı güneyden kuşatmayı amaçladığı ve bunun da Rusya’yı rahatsız ettiği bellidir. ABD’nin, Rusya’nın bu hamlesini beklemediği, hele 2014’teki iktidar değişiminin ardından bu kez Ukrayna hamlesi karşısında çaresiz kaldığı görülür. Rusya Kırım’ı topraklarına katarken, Ukrayna’nın güneydoğusundaki Donbas (Donetsk ve Luhansk) bölgesini ise kendi üniformalarını taşımayan yerel ve paralı askerlerle kontrol etmeye başladı. Buralardaki çatışmalarda 14 bin civarında kayıp yaşandı. ABD’nin bu hamleleri kendi içinde de çok tartışıldı ve çok eleştirildi. Burada hem bir öngörü eksikliği hem de yetersiz tepki, karşılık verememe durumu yaşandı. Ekonomik yaptırımlar Rusya’nın ekonomisine zarar verdi ama geri adım attırmaya yetmedi. Putin akıllıca bir hamleyle, ABD ve diğer NATO üyelerinin sıcak bir çatışmaya giremeyeceklerini hesaplayarak, Kırım gibi stratejik bir bölgeyi topraklarına katabilmiştir. 

Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO Üyeliği Konusu

Rusya günümüzde, 2015’ten itibaren uygulanan ekonomik yaptırımlara rağmen, kendisini daha güçlü görüyor. Bunda küresel sistemdeki dönüşümler de rol oynuyor. Bu özgüvenle Rusya ABD’ye geçtiğimiz Aralık’ta, Doğu Avrupa’daki askeri varlığını azaltma ve geri çekme, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üye olmayacaklarına dair yazılı garanti istediği bir belge verdi. ABD bu talepleri bir görüşme için başlangıç noktası olarak kabul etmiyor, teknik terimle non-starter olarak tanımlıyor. Bu noktada bir tıkanma yaşanıyor. Rusya’nın ABD ve NATO’dan bu iki ülkenin üye olmayacaklarına dair yazılı bir garanti istemesi uluslararası ilişkilerin mantığına aykırı ve gerçekleşmesi mümkün olmayacak maksimalist bir talep. Böyle bir anlaşma, bir ülkenin herhangi bir uluslararası örgüte üye olmasına başka ülkelerin karar vermesi anlamına gelir. Bir ülkenin bir uluslararası örgüte üye olup olmayacağına o ülke ve o örgüt karar verebilir. Başka bir ülkeye bu konuda veto hakkı tanınması hem o ülkenin iradesinin ve egemenliğinin yok sayılması, hem de o örgütün iflas etmesi, kendisini inkar etmesi anlamına gelir. NATO’ya hangi ülkenin üye olacağı konusunun Rusya’nın vetosuna ve onayına bağlanması, hem uluslararası hukuk açısından, hem de siyaseten mümkün değildir. Örneğin, ABD de, herhangi bir ülkenin ya da ülkelerin Rusya’nın başını çektiği Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütüne üye olmayacağına dair Rusya’dan yazılı bir anlaşma yapmasını talep edemez, ederse de bir anlamı olmaz. Böyle bir belgenin imzalanması, stratejik açıdan 30 üyeli NATO’nun ve ABD’nin Rusya’nın üstünlüğünü kabul etmesi, Putin’in iradesinin NATO ve ABD’nin üzerinde olduğunun tescillenmesi anlamına gelir. 

Öte yandan, ABD zirve toplantılarında Rusya’ya bu konuda güvence verebilir ama Rusya da haklı olarak 1990’da kendisine bu sözün zaten verilmiş ve tutulmamış olduğunu söyler. ABD’nin tutmadığı bir sözü tekrar vermesinin bir anlamı olmayacaktır. Rusya ile ABD arasında bazen Biden-Putin, bazen de dışişleri bakanları düzeyinde görüşmeler sürüyor. Bu görüşmelerden henüz bir sonuç çıkmadı ve bu açmaz henüz aşılamadı. Büyük bir ihtimalle ABD, Rusya’ya başka alanlarda ödün vererek ve güvenceyi yenileyerek bu krizi aşmaya çalışacak. 

Putin’in Zamanlaması

Putin uzun iktidar sürecinde küresel siyaset konusunda iyice deneyim kazandı. Rus liderliği küresel gelişmeleri iyi okuyor ve çatlakları çok iyi değerlendiriyor. Son krizde de, kendi hesabına çok kritik ve başarılı hamleler yaptı. Bir yandan Belarus üzerinden göçmen krizi, öte yandan Doğu Avrupa’da hava sahası tacizleri ve Ukrayna sınırına asker yığma Avrupa ve ABD’yi sıkıştıran girişimler oldu. Bu süreçte Çin ile ilişkileri iyi tutarak ABD karşısında elini güçlendirdi. 

Zamanlama olarak ABD’de Biden’in görev onayının dibe vurduğu, en temel yasalarda Kongre ve hatta kendi partisinden senatörleri ikna edemediği, kutuplaşmanın azalmadığı bir dönemde geldi Ukrayna hamlesi. 

Almanya’da yeni hükümet kuruldu ve en çok dış politikanın belirlenmesi sürecinde koalisyon içinde sorun yaşandı. Ukrayna krizi yeni koalisyonun ilk dış politika ve güvenlik testi oldu. Beklendiği gibi Almanya Rusya ile ABD arasında bocaladı, silah desteğinden kaçındı. Fransa ise Nisan ayında yapılacak seçimlere odaklandı. 

Şu anda Putin hamle üstünlüğünü ve stratejik manivelayı elinde tutuyor. Bunu da daha çok askeri gücünü kullanarak ve ABD ve AB ülkelerinin, kendisine karşı askeri güç kullanamayacağı beklentisinden yola çıkarak yapıyor. 2008’de Gürcistan’a girip, 2014’te Ukrayna’dan Kırım’ı alıp, ülkenin doğusunda ayrılıkçı bir çatışma başlatan ve bunu da sorumluluk almadan yapan Rusya, 100 bin civarında asker ve ağır silahı Ukrayna sınırına yığıp, Belarus ile tatbikatlar düzenlerken, Ukrayna’yı işgal edeceğimi nereden çıkardınız diyebiliyor. Böylece, 2019 sonrasında NATO üyeliğini ciddi bir dış politika hedefi olarak gören Zelenski hükümetine açık bir mesaj verirken, ABD’yi köşeye sıkıştırıyor, Biden yönetimi, Trump’ın yaptığı hasarı gidermeye çalışır ve birlik havası yaratmaya çalışırken, NATO’nun Avrupalı üyeleri ile ABD arasında yeni ayrımlar yaratmayı deniyor. 

ABD/NATO- Rusya çekişmesinin bu üçüncü aşamasında şimdilik Rusya elinde daha fazla araç tutuyor, krizi istediği gibi yönetebiliyor, Batı’yı tedirgin bir pozisyon içinde bekletebiliyor. Eğer Putin Ukrayna’nın Donbas bölgesini işgal ederse, Ukrayna dünya tarihinde aynı ülke tarafından iki kez işgal edilen ilk ülke olacak. Biden bu durumda verecekleri tepkinin, başkan yardımcısı olduğu 2014’tekinden çok farklı olacağını, çok ağır yaptırımlar geleceğini söyledi. Bunun aslında etkili bir tepki olmayacağı anlamına geldiğini Rus tarafı anlamış olmalı. 

Rusya, Ukrayna krizi üzerinden Batı ile ilişkileri yeniden kurmak istiyor, küresel siyasetteki gidişatı görerek elini her dönemeçte artırıyor, küresel sistemde yeni ve ağırlıklı bir yer talep ediyor. ABD’den çevreleme siyasetinden vazgeçmesini, adı geçen ülkeleri NATO’ya almamasını ve eski Sovyet coğrafyası üzerindeki mutlak üstünlüğünü kabul etmesini istiyor. Bunlar müzakere noktaları, ABD’nin bunun ne kadarına rıza göstereceğini bu görüşme sürecinde göreceğiz. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İLHAN UZGEL Arşivi
SON YAZILAR