ERSAN ATAR
Sarı çizmeli Ahmo ağa ve bir ‘hayalet’ olarak Dilşah Ercan: Tece Polisevi saldırısına dair birkaç soru
ERSAN ATAR
Geçen yıl 26 Eylül akşamında Mersin’deki Tece Polisevi’ne yönelik saldırı sürecini takip ederken daha ilk dakikalardan itibaren “Bizim bu saldırıyla ilgili çok işimiz var” demiştik. Saldırıdan hemen dakikalar sonra ortaya dökülüveren görüntüler, aceleyle yapılmış “Saldırgan budur ve CHP’nin tutuklu gazeteciler listesinde adı vardır” açıklamaları, birkaç gün sonra ortaya atılan “Suriye’den paramotorla geldiler” demeçleri, “Parmak izi tespit edildi” açıklamaları… Bütün bunlardı bize “Bu konuyla çok işimiz var” dedirten.
Nitekim o zaman aklımızdaki soruları, “Mersin’e Tersinden Bakmak” başlıklı yazımızda aktarmıştık. Özetle şöyle demiştik: Böyle olaylarda polis bir senaryo yazar ve bütün soruşturma süreci buradan yürür: Bu senaryoya gazetecisi de toplumun bireyleri de figüran yapılır.
Şimdi dava açıldı ve artık sorularımız daha somutlaştı ve arttı. Pandoranın kutusu açıldı. Bu yazıda; “meçhul sanıkları”, “her şeyi bilen itirafçıları” ve “çöpten çıkıveren ne olduğu belirsiz delilleri” bulacaksınız. Sıkılmadan okuyabilirseniz siz de “Mersin’e tersinden bakmaya” başlayacaksınız.
Sarı çizmeli Ahmo ağa
Önce Suriye bağlantısından başlayalım; hani ABD’ye sizin kontrolünüzdeki bölgeden geldiler demeye çalıştığımız ve o günlerden sonra “bir gece ansızın gitmeye çalıştığımız” ama “sakin ol dostum” denilerek durduğumuz Suriye tarafından, Suriye bağlantısından başlayalım. Önce o dönemdeki açıklamaları hatırlayalım.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu: Bu eylemi gerçekleştirenler, Münbiç’ten hareket ettiler. Eylemden önceki akşam saat 20:00 itibarıyla tam 12-13 saat paramotorla, paraşütlü motor var ya, motorlu paraşüt. Motorlu paraşütle beraber Tarsus’a geldiler.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar: Alçakların bu saldırıları Suriye’de organize ettiği bilgisine sahibiz. Yeri ve zamanı geldiğinde bu saldırıları yapanların altyapısına, üstyapısına, bunlara mutlaka gereği yapılacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Şimdi gelelim dava dosyasına, savcı her iki bakanı biraz "kırıyor" açıkçası: “Suriye” yerine “ülke dışı” kavramını kullanıyor. Eylemin “ülke dışında” hazırlandığını söylüyor. İddianameden aktaralım:
“PKK / KCK silahlı terör örgütü içerisinde sabotaj eğitimleri veren ve Türkiye’de eylem yapmak üzere örgüt tarafından görevlendirilen şüpheli Dilşah Ercan şüpheli Ahmet Ahmo’nun (Sanıklar bölümünde ismi ‘Ahmed’ diye geçiyor) eylemden önce ülkemiz sınırları dışında eylemi gerçekleştiren iki kadın teröristi, eylemde kullanılan silah, bomba ve malzemeler ile birlikte eylemi hazırladıklarının, bu şekilde eyleme iştirak ettiklerinin (anlaşıldığı)”
Dilşah Ercan tamam da bu “Ahmed Ahmo” nereden çıktı? İşte bir garip Suriye bağlantısı burada kurulmaya çalışılıyor ama Ahmed Ahmo’nun kim olduğu meçhul. Ahmed Ahmo saldırı için ne yapmış? Savcıya göre, saldırıyı Dilşah Ercan ile birlikte hazırlamış. Delili; bir parmak izi. Nereden çıkıyor parmak izi? Paramotor’dan. İddianameden aktaralım:
“Paramotorun üzerinde yapılan parmak izi incelemesinde; Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığınca düzenlenen 2022/397 sayılı raporda tespit edilen; 1.36 bulgu nolu paramator gri renk metal gösterge paneli iç kısmı gösterge üzerinde elde edilen 1-36-5 numaralı parmak izinin şüpheli Ahmet Ahmo’ya ait olduğu tespit edilmiştir.”
Rakamlara, numaralara takılmayın Savcı şunu söylüyor: Paramotorun bir parçasında Ahmed Ahmo’nun parmak izi çıktı. Biz de ilk okuduğumuzda, “Tamam işte Suriye bağlantısı kurulabilir” diyoruz. Ama gelin görün ki Ahmed Ahmo’nun Suriyeli olduğu meçhul.
Şöyle ki: Birincisi; bu parmak izinin karşılaştırılabilmesi için devletin elinde daha önceden Ahmed Ahmo’nun parmak izi olması gerekiyor. Yani devletin Ahmed Ahmo’yu tanıyor olması, Ahmo’nun bir yerlerde resmen kimliğini teşhis edecek kaydının olması gerekiyor. Ama gelin görün ki iddianamenin, sanıkların resmi kimlik bilgilerini içeren “Şüpheliler” kısmında “Ahmed Ahmo” havada kalıyor.
İddianamelerin “şüpheliler” bölümünde; her sanığın adı, soyadı, ana adı, baba adı, adresi ve en önemlisi kimlik numarası, aile sıra numarası gibi, yargılayacağımız sanığın gerçekten kim olduğunu gösteren ayırt edici bilgiler yer alır. Diğer tüm sanıklar için bu bilgiler var ama gelin görün ki Ahmed Ahmo için sadece, “İbrahim oğlu, Zeynep’ten olma, 02/01/1988 doğumlu Suriye” ifadesi yer alıyor.
Olabilir, devletin elinde Ahmed Ahmo’nun diğer kimlik bilgileri bulunmuyor olabilir. O zaman gazeteci olarak bize de şu soruları sormak düşüyor:
1) Paramotorun parçasındaki parmak izinin bir “karşılaştırma” ile Ahmed Ahmo’ya ait olduğunu belirlemiş olmamız gerekiyor. Öyleyse Ahmed Ahmo’nun parmak izi devletin arşivlerinde olması gerekir. Ahmed Ahmo’nun daha önce hangi soruşturmada veya hangi durumda parmak izi alındı?
2) Parmak izi alındıysa Ahmed Ahmo’nun ana adı – baba adı dışındaki diğer kimlik bilgileri devletin elinde neden yok? Varsa savcılık mahkemeye, “yargılayacağınız kişi şu kişidir” diyerek mahkemenin önüne neden koymuyor?
Ahmed Ahmo’yu sadece biz merak etmiyoruz. Yargılamayı yapacak olan Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi de gerçekte kimi yargılayacağını merak etmiş ve Ahmed Ahmo’nun kim olduğunun peşine düşmüş. Mahkeme bunun için, Mersin Emniyet Müdürlüğü’ne, Ahmed Ahmo hakkında geçici kimlik belgelerinin olup olmadığını sormuş, “varsa gönderin” demiş.
Üstüne bir de Ahmed Ahmo hakkında yakalama kararı çıkarmış. Bu arama kararı da hangi kimlik bilgileri ile çıkarılmış o da muamma.
Sözün özü; Mahkeme de gerçekte kimi yargılayacağını, Mersin Polisevi saldırısının Suriye ile tek bağlantısı olarak gösterilen Ahmed Ahmo’nun gerçekte kim olduğunu bilmiyor ama elinde her nasılsa o kişinin parmak izi var.
Yoksa devlet Dilşah Ercan’ı elinden kaçırdı da haberimiz mi yok?
Hatırlarsınız, İçişleri Bakanı Soylu, Polisevi saldırısında Dilşah Ercan isimli PKK mensubunun da bulunduğunu ileri sürmüş, hatta parmak izinin tespit edildiğini iddia etmişti. Soylu ve AKP de bunun üzerinden CHP’ye “2013’teki tutuklu gazeteciler raporunuzda bu teröristin ismi var, görün işte sizin gazeteci dediğiniz kişiyi” propagandası yürütmüştü.
Sonrasındaki iki gelişme, Bakan Soylu’yu açığa düşürmüştü. Bunlardan ilki saldırganların parçalanan cesetleri ile Dilşah Ercan’ın anne – babasından alınan DNA örneklerinin uyuşmamasıydı. İkincisi de PKK’nın “Saldırıyı Dilşah Ercan yapmadı, Dilara Ürper ve Emel Feremez yaptı” açıklamasıydı.
Sonrasında Dilşah Ercan’ın saldırıyı planlayan isim olduğu tezi savunulmaya başlandı. Soylu, “Dilşah Ercan’ın parmak izine ulaştık” açıklamaları yaptı. Sonra da kimse “Dilşah Ercan olay yerindeydi” demedi. Hatta savcıya göre Dilşah Ercan saldırıyı yurt dışında Ahmed Ahmo ile birlikte hazırlamıştı. Nitekim iddianamede de iki saldırganın yani Dilara Ürper ve Emel Feremez’in paramotorla Tarsus’a oradan da Mersin’e geldikleri, polisevine saldırdıkları detaylarıyla yer aldı. Nitekim kamuoyuna, olay sonrasında yapılan açıklamalarda da her iki saldırganın da kendilerini patlattıkları bilgisi paylaşıldı.
Ama gelin görün ki dosyadaki fotoğraflara göre Dilşah Ercan da olay yerindeydi. Bu sonucu nereden çıkarıyoruz? Bir itirafçı ifadesinden.
Dosyadaki bilgilere göre itirafçı Ayten Dağtan 26 Eylül’deki saldırı görüntüleri sosyal medyada ve televizyon ekranlarında yayınlanınca bir de ne görsün: Dilşah Ercan olay yerinde!
Bu itirafçı ertesi gün Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne gidiyor ve “Mersin’deki saldırıya ilişkin bilgilerim var” diyor. Gerisini Dağtan’ın ağzından aktaralım, sonra bizim de söyleyeceklerimiz var:
“Ben daha önce PKK/KCK Terör örgütü içerisinde silahlı olarak Irak ülkesinde faaliyet yürüttüm ve 2020 yılında terör örgütünden kaçarak güvenlik güçlerine teslim oldum ve etkin pişmanlıktan faydalanarak birçok beyan ve teşhiste bulundum. Daha sonra tutuklanarak bir süre cezaevinde kaldıktan sonra serbest kaldım.26.09.2022 günü saat:23.00 sıralarında televizyondan Mersin ilinde bir terör saldırısı olduğunu gördüm. Ben de cep telefonumdan sosyal medya üzerinden konu ile araştırma yapmaya başladım. Gece sosyal medyada olayla ilgili videolar gördüm. Videoları dikkatle izlediğimde bu videolardaki şahıslardan birisinin daha önceden kırsal alandan tanıdığım ve kırsal alanda faaliyet yürüttüğünü bildiğim teslim olduktan sonra fotoğraftan teşhisini yaptığım Zozan Kod Dilşah Ercan (TC:506505537..) isimli şahıs olduğunu gördüm ve tanıdım. Ben teslim olduğumda bu şahısla ilgili ‘2020 yılında Türkiye’ye eylem için gönderileceğini söylemiştim’ görüntülerdeki şahsın bu olduğunu fark edince bu konuyu bildirmek amaçlı Tem Şube Müdürlüğünüze geldim. Ben izlediğim videolardan ekran görüntüsü aldığım kareleri kendi rızam ile siz görevlilere teslim ediyorum. Bu ekran görüntüleri içerisinde çember içinde gösterilen şahıs Zozan Kod Dilşah Ercan isimli örgüt mensubudur.”
Daha sonra Emniyet’te, saldırganları Polisevi’nin yakınına getiren taksici Güven Y.’den, teşhis yapması isteniyor. Taksiciye 2 ayrı kişiye ait 3 fotoğraf gösteriliyor. “Resim 1” adı verilen fotoğrafta iki fotoğraf yer alıyor. “Resim 2” adı verilen fotoğrafta ise bir başka kişiye ait bir fotoğraf yer alıyor.
“Resim 1”in sağ tarafındaki fotoğrafta Dilşah Ercan’ın 2010 yılından bir gözaltına alma işlemi sırasında çekilmiş olduğu anlaşılan eski fotoğrafı yer alıyor, solda da Polisevi saldırısı sırasında çekildiği iddia edilen güncel fotoğrafı bulunuyor. Sağdaki fotoğrafın altında “Soldaki örgüt mensubu olabileceği değerlendirilen Dilşah Ercan” yazıyor. Ve taksiciye soruluyor: Olay yerine getirdiğin kişiler bunlar mıydı?
Taksici “Resim 2”deki fotoğrafa ilişkin bir şey demiyor ama “Resim 1”deki iki fotoğraftan Dilşah Ercan’ı teşhis ediveriyor! Haliyle isim olarak bilmiyor ama Dilşah Ercan’ı, “getirdiği kişilerden biri” olarak teşhis ediveriyor. Taksiciden dinleyelim:
“Yukarıda bana Resim-1 ve Resim-2 olarak gösterdiğiniz iki kadın şahıs ifademde detaylı olarak anlatmış olduğum gibi 26.09.2022 günü Forum Alışveriş Merkezi yanında bulunan taksi durağından, müşteri olarak taksime binen ve Tece’ye götürüp otobüs son duraklarını geçtikten sonra BİM mağazası civarında indirmiş olduğum 2 kadın dır. Bana göstermiş olduğunuz Resim-1 deki şahsın açık kimlik bilgilerinin siz görevlilerden; Dilşah ERCAN (T.C:506505537..) olduğunu öğrendim. Şahsı net olarak gördüm ve teşhis ettim. Bana göstermiş olduğunuz fotoğraftaki şahsı kendi özgür iradem ile hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan ve her hangi bir yanılgıya mahal vermeden tanıdım”
Okur olarak bağışlayın beni bu amiyane tabiri kullandığım için ama itirafçı Ayten ile taksici Güven’in bu ifadelerinden sonra çarşı karışıyor.
İddianamede baştan sona saldırıyı Dilara Ürper ve Emel Feremez isimli PKK mensuplarının gerçekleştirdiği ve her ikisinin de kendilerini patlattığı yazılıyor ama bir itirafçı ve dosyanın diğer değerli tanığı (savcılara göre ilk elden bilgisi olan tanıklara değerli tanık denir) taksici, saldırı anındaki görüntülerde Dilşah Ercan’ı görüyor(!)
Çöpteki bir garip bomba düzeneği
Dosyada üç fotoğraf daha yer alıyor. Fotoğraflardan ilki saldırganın Polisevi öne yürüyerek gelirken uzaktan çekilmiş görüntüsünden alınmış. Bu fotoğrafta iki kadın çöp konteynırlarının önünden geçiyor. Şimdilik bu fotoğrafın bir önemi yok.
İkinci fotoğrafta, çöpün yanında bir tişört ve yanında beyaz peçetenin üstünde daha uzaktan bile “ben buradayım” diyen siyah bir cisim.
Bu üçüncü fotoğrafta, o cisim daha yakından yer alıyor. O da ne bir düzenek. O düzenek, Z kuşağının belki de hiç görmediği, orta yaş ve ileri yaşlardakilerin hatıralarında mutlaka bir yeri olan Casio marka elektronik saat yanında bir kablo ve saatle çok da uyumlu olmayan “jak”ları. Saat 2:48’i gösteriyor. Tarih hanesinde de “TUR 9.27” yazıyor. Belli ki fotoğrafı, 26 Eylül saat 22:40’taki saldırının gecesi ilerleyen saatlerde çekilmiş. Şimdi bu fotoğrafın ne önemi var?
İşte İçişleri Bakanı Süyelman Soylu’nun, saldırının hemen sonrasında, Dilşah Ercan’ın parmak izini saldırgan olarak tespit ettik dediği parmak izi bu parmak izi bu parmak izi olsa gerek. Gelin görün ki bu düzenek saldırı sırasında kullanılmıyor o yangın-kıyamet içinde öylece çöp tenekelerinin yanında duruyor. Gelelim bu “delilin” savcılık dosyasında nasıl yer aldığına. İddianameden aynen aktaralım:
“Yukarıda bahsedilen ve olayı gerçekleştiren örgüt mensuplarının olayda kullandıkları ve olay yerine giderken yolda çöpe attıkları ve üzerinde düzenek bulunan Casio marka saat üzerinde yapılan inceleme neticesi Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığınca düzenlenen 2022/387 uzmanlık numaralı raporda siyah kırmızı gri renkli kablolu Casio marka kordonsuz dijital saat düzeneği üzerinden tespit edilen 12 nolu olay yeri izi olarak bilinen parmak izinin mukayesesi sonucunda bu parmak izinin şüpheli Dilşah Ercan'a ait olduğunun tespit edildiği…”
Türkçesi; Dilşah Ercan orada bir var bir yok ama parmak izi patlamamış ve aslına bakarsanız içeriğinde TNT veya benzeri patlayıcı da bulunmayan bir düzenekte çıkıyor.
Bütün bunlardan sonra gazeteci olarak bize, "Yoksa o gece devlet Dilşah Ercan'ı elinden mi kaçırdı?" diye sormak kalıyor.
Özcesi: Mersin saldırısı daha üzerinde çok konuşulacak bir konu ama gelin görün ki sokaktaki, 14 Mayıs’ta oy kullanacak vatandaşın kafasında çoktan “netleştirilmiş” durumda.