ERSAN ATAR
Tahir Elçi davasında son ışığı da müfettiş kapattı
Davaların en önemli anlarından biri, hakimin daha taraflar duruşma salonundaki yerlerini alıp otururken “dosyaya gelen evrakın” neler olduğunu duruşma tutanağına işlediği o gürültülü andır. Herkes “tamam yerime oturdum” dedikten sonra hakimin katibe yazdırdığı “alındı, okundu, dosyasına konuldu” sözü belli belirsiz duyulur. O, “alınan, dosyasına konulan” evrak çoğunlukla okunmaz. Çoğunlukla da o evrak aslında yargılamanın yol haritasını çizecektir. Çünkü o evrak, tam da “araştırılan” konulara ilişkindir.
Diyarbakır’da 28 Kasım 2015’te, Yeni Kapı Sokak’taki Dört Ayaklı Minare önünde katledilen eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, duruşmalarda bu “alındı, okundu, dosyasına konuldu” ritüeline sayısız defa tanık olmuştur. Şimdi, Elçi’nin öldürülmesini kovuşturan Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı 22 Haziran’daki duruşmada katibe şu notu yazdıracak:
“İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın hazırladığı 23.6.2017 tarihli, 55 sayfadan ibaret raporunun mahkememize gönderilmiş olduğu görüldü, alındı okundu, dosyasına konuldu.”
Duruşmayı takip eden “çıplak göz” o raporun içinde neler olduğunu hiç bilmeyecek. Dosya içerisinde nasıl fırtınalar kopardığını, neleri kapattığını, neleri daha da tartışmalı hale getirdiğinden ancak ilgilisi haberdar olabilecek. Oysa bu rapor dosyaya gelsin diye tam 5 yıl beklenmişti. Rapor, “hani olur ya bir umut”tu. Biz şimdi o 55 sayfayı okuduğumuzda umuttan çok yeni soru işaretleri, yeni çelişkiler doğurduğunu gördük.
Siz okur olarak belki bize şu an, “E rapor ne diyor?”, “Olay nasıl olmuş?”, “Polisler cinayeti niye önleyememiş?” diye “yanıtları kestirme” sorular soruyorsunuz içinizden ama en iyisi gelin, 38 polisin, 7 avukatın, 11 gazetecinin ve diğerlerinin ifadelerinin yer aldığı raporun belli bölümlerini beraberce okuyalım ama önce şu bilgiyi hatırlayalım, çünkü neredeyse bütün rapor bu bilginin etrafında dönüyor:
Tahir Elçi katledilmeden bir gün önce Diyarbakır’ın Bağcılar Mahallesi’nde 1990’ları anımsatan bir olay yaşandı. Devriye görevi yapmakta olan polis ekibinin aracı, 1987 model Renault Toros marka beyaz bir otomobilden açılan ateşle tarandı. Çıkan çatışmada bir polis memuru ve Süleyman Yakışır isimli örgüt mensubu yaşamını yitirdi.
Mülkiye Müfettişlerinin hazırladığı raporda da yer alan iddiaya göre; bir gün sonra Dört Ayaklı Minare önündeki tüm yaşananların merkezinde de önceki günlerde Süleyman Yakışır ile telefonla görüşmesi tespit edilen Mahsum Gürkan isimli PKK mensubu vardı.
Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şubesi Mahsum Gürkan’ı takip ediyordu. Tüm Diyarbakır Emniyeti de teyakkuzdaydı. Nitekim Mahsum Gürkan bir gün sonra, kimliği hala meçhul olan bir kişiyle birlikte Dört Ayaklı Minare’ye doğru gidecek, orada iki polisi şehit edip, çıkan çatışmada, polisin iddiasına göre, “Tahir Elçi’nin ölümüne yol açacaktı”. Diyarbakır işte, Elçi’nin katledildiği 28 Kasım sabahına bu tedirginlikle uyandı.
8 KM’DE DURDURULAMAYAN TAKSİ
Müfettişlerin hazırladığı rapordaki ifadelere göre 28 Kasım’da Diyarbakır polisinin farklı birimleri farklı yerlerinde göreve başlamıştı. İstihbarat Şube görevlileri bir gün önceki polis otosu saldırısının “olağan şüphelisi” Mahsum Gürkan’ı takip ediyordu. Güvenlik Şube ve Terörle Mücadele Şube ekipleri ise Dört Ayaklı Minare ve çevresinde, Tahir Elçi’nin basın açıklaması için güvenlik önlemi alıyordu.
İşte raporda en çok dikkat çeken de bu farklı ekiplerin, zaman zaman birbirlerini suçlayan ifadelerindeki çelişkiler oldu. İstihbarat Şube’nin ekipleri, takip halinde oldukları Mahsum Gürkan’ın bir başka kişiyle buluştuğunu ve bir taksiye bindiğini tespit etmişti. Ticari taksi gidiyordu ama ne hikmetse Emniyet otoları yoğun trafikten dolayı bir türlü ilerleyemiyorlar, “hedef”lerini yakalayamıyorlardı!
Taksi, şehir içinde tam 8 km yol kat etti. İstihbarat Şube personeli “şüphelileri trafik yoğunluğu nedeniyle yakalayamıyoruz” diyerek Yeni Kapı Sokak’taki, minare çevresindeki Terörle Mücadele Şubesi ekiplerine “cılız” bir anons geçtiler: “O aracı durdurup inceleseniz iyi olur”
İstihbarat Şube’nin anonsunda, ticari taksinin ne için takip edildiği belirtilmiyordu. Alelade bir anonstu. Hatta Terörle Mücadele Şubesi’nin ekiplerinden çoğu, anonsu duymadığını iddia ediyordu. Duydum diyenlerin tamamı da “Ticari taksiden ateş edilebileceğine yönelik uyarı yapılmadı” diye ifade veriyordu.
İSTİHBARATÇILAR SALDIRGANLARDAN 6 METRE GERİDEYKEN İKİ POLİS ŞEHİT
O ticari taksi hiç durdurulamadı. Yeni Kapı Sokak yakınlarına geldiğinde içindeki yolcular indiler. Hatta taksicinin ifadesine göre “müşterileri” 50 TL para uzatmış, bozuk para olmayınca da bozdurmak için arayışa geçmişti. İşte silahlar bu sırada patladı. Aracın bulundukları bölgeye geleceğinden haberdar olan Terörle Mücadele ekibindeki üç polis taksiye doğru yürüdü. Herkes çok rahattı. Üstlerinde çelik yelek olması bir yana polislerden biri ağzındaki sigarayla taksiye yöneldi. İşte bu aşamada o üç polisten ikisi yaşamını yitirdi, biri de yaralandı.
Bütün bunlar olurken daha ilginç bir an yaşanıyordu. O anı, Çevik Kuvvet Şubesi’nin polisi İ.Y. şöyle anlatıyor:
“Durdurulmaya çalışılan ticari taksinin 5-6 metre kadar arkasında bulunan gri renkli Golf marka bir araçtan elinde tabanca bulunan biri inerek havaya doğru ateş etmeye başladı. Ben, ‘polis mi’ diye bağırdım. O da ‘polis’ dedi. O aracın içinde 3 kişi bulunmaktaydı. Bu polisler aracı hiç terk etmediler.”
Evet, ticari taksi “müşterilerini” indirmek için durduğunda 5-6 metre arkalarında duran gri araçtakiler İstihbarat Şube’nin polisleriydi ve 8 km boyunca takip ettikleri ama durdurmak için “bir türlü yetişemedikleri” ticari taksiye son noktada yetişmişlerdi. Ama meslektaşlarına ateş açan şüphelilere değil, havaya ateş ediyorlardı. Ve o ateş sırasındaki hengamede taksiden inen bu iki kişi, Tahir Elçi’nin bulunduğu noktaya doğru koşarak uzaklaşabiliyordu.
ONLARCA MERMİDEN BİRİ BİLE İSABET ETMEDİ
İstihbarat ve Terörle Mücadele Şubelerinin ekipleri bu şekilde ticari taksi etrafındayken, Tahir Elçi’nin, önünde açıklama yaptığı Dört Ayaklı Minare’ye en yakın noktada, basın açıklaması için önceden bölgeye gelen Güvenlik Şube’nin ekipleri vardı. Bunlar silah seslerini duyunca siper aldılar ve hatta diğer ekiplerin etrafını çevirdikleri, ticari taksiden inerek kaçan iki kişiyi gördüler.
Ama niyeyse ne olup bittiğini anlayamamışlardı. Sanki az önce “o bölgeye doğru şüpheli bir ticari taksi geliyor” diye yapılan -cılız da olsa- anonsu duyanlar da o polisler değildi. Sanki o polislerin bir gün önce arkadaşlarının ekip otosu, beyaz Toros'tan taranmamıştı. Nitekim Güvenlik Şube’nin polislerindeki bu rahatlık ekibin başındaki Komiser Yardımcısı V.Ö.’nün ifadelerine de yansıyordu. Ona göre ne İstihbarat Şubesi ne de Terörle Mücadele Şubesi’nden kendilerine bir uyarı yapılmıştı. V.Ö. ifadesinde, “Değil bir silahlı saldırı ve suikast, olumsuz bir olay olabileceği yönünde bile bizlere herhangi bir bilgi verilmemişti” diyordu.
Oysa bu komiser yardımcısının ekibinde yer alan polis memuru M.E. orada bulunuş amaçlarını, “Bizim buradaki görevimiz, yapılacak basın toplantısı esnasında gerek katılımcılara, gerekse orada bulunan vatandaşlara yönelik yapılabilecek muhtemel eylem ve saldırıları bertaraf etmekti” diye anlatıyordu.
Komiser Yardımcısı V.Ö’deki bu “saldırı olmayacağı” kanaati anlaşılan o kadar güçlüydü ki silah sesleri meydanı yırtarken ve saldırganlar taksiden kaçıp Dört Ayaklı Minare yönüne giderken bile bu güçlü inancı yıkılmamıştı!
Ekiplerin başında amir olarak bulunan Komiser Yardımcısı V.Ö, az önce iki arkadaşlarını taksinin başında şehit edip önlerinden geçen saldırganlar için ifadesinde şöyle diyordu:
“Siper alarak bu hengamede ne olduğunu anlamaya çalışırken, bulunduğumuz noktaya doğru, eğilerek savunma pozisyonunda ve sanki birinden kaçıyormuş gibi çok hızlı koşarak gelen 20’li yaşlarda iki erkek şahıs gördük. Şahıslardan biri elindeki silahı gövde kısmından tutarak geliyordu. Bizler ilk koştukları anlarda bu iki şahsın neden koştuğunu, kim olduklarını, yani hırsız mı, kapkaççı mı kavga şüphelisi mi ya da bir asayiş olayına karışıp kaçan şahıslar mı olduklarını anlayamadık.”
Amirleri böyle bakınca memurları da öyle bakıyordu. Ama bir taraftan da “ateş ettik ama vuramadık” diyorlardı. Güvenlik Şube’nin ekibindeki polislerin ifadelerine göre önlerinden geçip Dört Ayaklı Minareye, oradan da arka sokaklara doğru kaçan iki saldırgana polisler tarafından onlarca mermi sıkıldı. Rapordaki ifadelere göre bu iki saldırgana açılan ateş sayısı 32’ydi ama hiç biri kaçan şahıslara denk gelmemişti, sadece bir mermi, birinin vücudunda ölümcül olmayan bir yara oluşturmuştu.
GÖZLER GÖRMEDİ, KAMERALAR KAYITTAN ÇIKTI
“Ben Tahir Elçi’nin vurulma anını görmedim…” Raporda yer alan her ifade bu cümlelerle bitiyordu. Polislerin ve hatta gazetecilerin ifadesine göre herkes gözünü silah seslerinin geldiği bölgelere doğru çevirmişti. O kadar ki basın açıklaması için orada bulunan “açıklamaya katılanlara yönelik bir saldırı olmasın” diye orada bulunan polis memurları bile anca bir süre sonra Elçi’nin yerde yatan cansız bedenini görmüştü. Açıklamayı görüntülesin diye olay yerinde görevli bulunan Foto Film Şubesi personeli Polis Memuru Y.K. da aynı görevi yürüten diğer arkadaşları gibi kayıt yapamamıştı. Y.K. ifadesinde, “O sırada ben kayıttan kısa bir süre çıkmışım, ancak hemen tekrar kayıt düğmesine basarak ikinci şahsın kaçarken görüntüsünü alabildim. Ben Tahir Elçi’nin vurulma anını görmedim, ne şekilde vurulduğunu bilmiyorum. Kameram ile de bunu çekmem mümkün olmadı. Ancak ikinci şahıs kaçarken yapmış olduğum kayıtta Tahir Elçi’nin yerde uzanık vaziyette olduğu görülmektedir” diyordu.
“NEREDEN GELDİĞİ TESPİT EDİLEMEYEN KURŞUNLA HAYATINI KAYBETTİ”
İki Mülkiye Müfettişi, bir de Polis Başmüfettişi, 'olayda polisin sorumluluğu, zaafı var mı, araştırın' diye görevlendirilmişlerdi ama raporları bu yöndeki değerlendirmelerin çok ötesinde tespitler yapıyordu. Müfettişler kendilerini “olayı aydınlatmaya” adamışçasına Tahir Elçi’nin ölüm şekline ilişkin şu sonuca varıyorlardı:
“Tahir Elçi’nin vurulma anını gösteren herhangi bir görüntü kaydına ulaşılamadığı, bilgisine başvurulan kamu görevlisi, avukat, esnaf ve basın görevlilerinden hiç kimsenin bu anı görmediği, olayların oluşum yeri ve süreci değerlendirildiğinde Tahir Elçi’nin vurulmasının önceden tasarlanmış bir eylem olmadığı, terörist şahısların tesadüf eseri olarak basın açıklaması yapılan sokağa kaçtıkları, burada polislerle teröristler arasında geçen silahlı çatışmada bu aşamada nereden geldiği tespit edilemeyen kurşun ile hayatını kaybettiği kanaatine varılmıştır.”
Müfettişlere göre olay sırasında kimsenin kusuru da yoktu.
“TAMAMEN TECRÜBESİZLİK”
Örneğin saldırganların indiği ticari taksinin 6 metre gerisinde olup müdahale edemeyen İstihbarat Şubesi polisleri için müfettişler şöyle diyordu:
“İstihbarat Şube Müdürlüğü personelinin ifadeleri ve kamera görüntüleri birlikte değerlendirildiğinde teröristlerin içerisinde bulunduğu ticari taksinin durması, polis memurlarına araç içinden saldırı gerçekleşmesi ve teröristlerin araçtan inerek kaçmalarının çok kısa bir zaman diliminde gerçekleştiği, yaşanılan bu süreçte İstihbarat Şube Müdürlüğü elemanlarının çatışmaya anında müdahale etmemeleri ya da geç müdahalelerinin kasıt ya da ihmalden ziyade olayların ani gelişmesi ve tecrübesizliklerinden kaynaklandığı değerlendirilmiştir.”
VURAMAMALARI EĞİTİMSİZLiKLERİNDEN
Müfettişler, onlarca polis memurunun arasından sokak ortasından kaçarak “arka sokaklara” karışan iki şüpheliye açılan onlarca ateşin neden onları etkisiz hale getiremediğini ise şöyle affediyor:
“Olayda polisin kaçan teröristleri yakalayamamasının ya da etkisiz hale getirememesinin güvenlik zafiyetinden ziyade eğitim eksikliğinden kaynaklandığı kanaatine varılmıştır… Çevrede bulunan sivil vatandaşların zarar görmemeleri için, şüphelilere dikkatli şekilde ateş edilmiş fakat hedefin hareketli olması olayın çok kısa bir zaman içerisinde gerçekleşmesi ve sağlıklı bir şekilde hedef alınamaması sebebiyle şahısların etkisiz hale getirilmeleri bu süreçte de mümkün olmamış ve şüpheliler dört ayaklı minareyi de geçerek devam eden arka sokaklara doğru kaçmışlardır.”
GÜVENLİK ZAAFİYETİ? ASLA!
Müfettişler kendi kendilerine, “Peki olayda yeterince personel görevlendirilmemiş miydi” diye sordu. Vardıkları sonuç:
“Alınan önlemler kapsamında Güvenlik Şube Müdürlüğü’nden 5, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nden 3 ekip ile diğer birimlerden iki ekip görevlendirildiği, katılımcı sayısı 20 ile 30 arası olan bir basın açıklaması için görevlendirilen ekip sayısı değerlendirildiğinde sayısal anlamda güvenlik zafiyetinin söz konusu bulunmadığı kanaatine varılmıştır.”
Ve rapor bilindik cümlelerle bitiyordu:
“… Bu aşamada söz konusu olayla ilgili eldeki bilgi ve belgelere göre Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında herhangi bir ön inceleme ya da disiplin soruşturması yapmaya gerek olmadığı kanaat ve sonucuna varılmıştır.”
Muhtemel ki müfettişlerin bu raporu; Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılamada önce savcının mütalaasında, ardından da mahkemenin kararında “hak ettiği” yeri alacak, “öyle değil”i anlatmak da avukatlara düşecek. Tahir Elçi’nin yıllarca yaptığı gibi.