ABD ORTADOĞU’DAN ÇEKİLİYOR MU?

2010’lardan bu yana devam eden bir söylem var: ABD Ortadoğu’dan çekilerek stratejik ağırlığını Pasifik’e kaydırıyor. 2011’de ABD Savunma Bakanlığı “Pivot Asia” ve “Rebalancing” kavramlarını kullanarak bundan sonraki dönemde ağırlığı Pasifik bölgesine kaydıracağını ilan etmişti. ABD küresel stratejisinde 2000’lerden bu yana ortaya çıkan bu değişiklik diğer bölgelerdeki angajmanlarını gündeme getirmeye başladı. Ortadoğu bölgesi bunlardan biriydi. ABD’nin Çin ve (kısmen Rusya) gibi sorunları var ve bunlarla baş etmenin yollarını aradığı uzun süredir biliniyor. Ama 2011’deki bu strateji değişikliği sırasında ABD’nin bir yandan Libya’yı “koruma sorumluluğu” adı altında BM kararıyla bombaladığını, Suriye’yi içeriden çökertecek bir politikayı uygulamaya koyduğunu da hatırlatmak gerek. 

Devam eden tartışma

En baştan belirtelim ki ABD’nin küresel stratejisi halen oluşum sürecinde ve Ortadoğu’nun yeri tam olarak belirlenmiş ve nihayete ermiş değil. Çin küresel, Rusya ise bölgesel (Karadeniz ve Doğu Akdeniz havzasında) rakip/tehdit olarak görülüyor. ABD stratejisiyle ilgili en somut tespit bu. Ama bu sorunla baş etme yöntemi, araçları, ittifakları vs. çok daha sancılı geçiyor ve her başkan ile birlikte konu yeni baştan ele alınıyor. Ortadoğu siyasetine dair de ABD yeni Biden yönetimi altında, küresel bağlamı göz önüne alarak yeni bir politika geliştirmeye çalışıyor. Burada da ABD’nin gereksiz enerji, kaynak, personel gücü kaybettiğini savunan kesimlerle, bölgenin hala çok önemli olduğunu savunan ve çekilmenin sakıncalı olduğunu dile getirenler arasında bir tartışma yürüyor. Bu noktada kesin olan bir şey varsa o da eğer beklenmedik bir gelişme olmazsa, ABD’nin artık askeri müdahalelerde bulunmayacağı, müttefikleri arasında gerilimden kaçınılması gerektiği ve bölgesel çatışmaların sona ererek bir istikrarın sağlanması. Bütün bunlar ABD’nin bölgede kurduğu statükonun daha az askeri ve ekonomik maliyetle korunmasına yönelik politika rötuşları.

Çekilme argümanları

Genel olarak son yıllarda ABD sistemi içinde ABD’nin Ortadoğu angajmanına (askeri, politik, diplomatik, ekonomik, insani) karşı bir tepki, bir yorgunluk görülüyor. ABD’nin bu kadar ekonomik, mali, askeri kayıplar gibi maliyetlerine rağmen ne elde ettiği sorgulanıyor. Tabii bu acımasız siyasetin bölge halklarına getirdiği maliyet üzerinde duran herhangi bir rapor ya da yazı bulunmadığını da eklemek lazım. Irak ve geniş Ortadoğu içinde ele alınan Afganistan da işin içine katıldığında ortaya 6 trilyon dolar harcandığı iddia edilen (bu paranın önemli bir kısmının ABD savaş sanayine, bunu destekleyen sivil alandaki şirketlere aktarıldığını belirtmek gerek) toplamda 10 binlere varan 20 yıllık işgallerin örneğin Trump tarafından da eleştirildiğini ve Amerikan halkında bu söylemin tuttuğu biliniyor. 

Yine, ABD’nin Ortadoğu angajmanına yönelik olarak sıkça dile getirilen petrolün (kontrolü ve) küresel pazarlara kesintisiz ulaştırılması, İsrail’in güvenliği ve terörizme karşı savaş konusunun artık anlamını yitirdiği, bu yüzden bir politika değişikliğine gidilmesi gerektiği ileri sürüldü. İsrail artık güçlü hatta tarihinin en güçlü ve en güvenli dönemini yaşıyordu. Bu iddianın doğru olduğu ortada. İsrail’e Hamas, Hizbullah ve İran hala tehdit olsa da Arap dünyasından tehdit kalmadı. Şu an bölgenin en güçlü, teknolojik olarak en gelişmiş ordularından birine sahip İsrail. 

Petrol konusunda ise ABD, uzun süredir dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri ve Ortadoğu’dan çok az petrol alıyor. Bölgeden en çok petrol ithal eden ülke ise Çin. Tabii bu durum tek başına bölgenin ABD stratejisi açısından öneminin azaldığı anlamına gelmez. Şu anda Venezuela, Meksika, ABD ve Kanada hattı, Ortadoğu kadar petrol üretse de hem ABD müttefikleri başta Japonya ve G. Kore hem de Çin buradaki petrole halen bağımlı ve ABD buradan petrol alsa da almasa da enerji kaynakları açısından önemini koruyacak. 

Terörizme karşı savaşın büyük askeri varlık gerektirmediği biliniyor. Öyle ki, IŞİD gibi örgütler ABD için aslında tersinden bölgedeki askeri varlığın ve müdahalelerin meşruiyet kaynağı olarak iş görüyor. Yani, ABD bölgeye terörizmle savaş için değil, terörizm olduğu için daha rahat girebiliyor, bunun üzerinden siyaset yürütebiliyor.

Yine, ABD’nin askeri varlığının Amerikan karşıtlığına neden olduğu, çatışmaları önleyemediği, dikkatleri daha önemli bölge ve konulardan kaçırdığı gibi argümanlar ileri sürüldü.

Çekilmeye karşı çıkanlar

ABD’nin Ortadoğu politikasını belirleyen tek üçlü İsrail, petrol ve terörizm değil. Günümüzde artık Çin ile küresel karşılaşmada, Rusya’nın bölgeye yönelik askeri (Suriye, Libya) ve diplomatik (Türkiye, İsrail, Katar, İran, BAE) hamle ve girişimleri Ortadoğu’nun ABD açısından yeni gerçeklikler. Bazı ABD’li Ortadoğu uzmanları, stratejik konum itibariyle Ortadoğu’dan sekiz saatlik bir uçuşla dünya nüfusunun üçte ikisine ulaşılabildiği hesabını yaparak, bölgenin önemini vurguluyorlar. Yine, hızlı çekilmeye itiraz edenler, bölgede ABD üslerinin bulunduğu ülkelerde bir Amerikan karşıtlığı olmadığını, ABD askeri varlığının caydırıcılık sağladığını ve enerji akışını güvence altına aldığını, buralarda askeri kayıpların olmadığını savunuyorlar. Buradaki asker sayısının bütün ABD askeri personeli içinde yüzde 3 civarında bir orana denk geldiğini, bunun da çok düşük bir düzey olduğunu söylüyorlar. Bu arada ABD’nin Ortadoğu’daki asker sayısı hakkında değişen kaynaklar 30 bin ile 50 bin arası rakamlar veriyorlar. En son noktada, Süveyş’in ve Hürmüz Boğazının kontrolü kaybolursa endişesini getiriyorlar. 

Çekilme endişesi

Son dönemde üç gelişme ABD’nin Ortadoğu’dan yalnızca askeri olarak değil stratejik olarak da çekilmekte olduğu izlenimini doğurdu. Bunlardan biri görsel olarak çok etki yaratan Afganistan çekilmesi (gerçekte ABD 15 gün içinde 125 bin kadar insanı askeri, yetmeyince sivil uçaklarla tahliye etmek gibi çok zor bir iş yaptı ama akıllarda o ilk iki gündeki kaos ve uçaktan düşen Afganlılar kaldı), Irak’tan muharip (combat) kuvvetleri çekerek burada yalnızca eğitim ve danışmanlık yaptığı söylenen 2,500 sayıda asker bıraktı. Üçüncü olarak, Türkiye’de pek gündeme gelmeyen başta Suudi Arabistan olmak üzere bölge ülkelerinden Patriot ve THAAD tipi hava savunma sistemlerini geri çekti. ABD dışişleri, ulusal güvenlik ve savunma bakanlığı yetkililerinin konuşmalarında da Ortadoğu’ya yönelik adı konmamış bir değişimden söz edilmesi bu beklentiyi artırdı. Öyle ki, iktidarlarını sürdürebilmek için ABD desteğine muhtaç olan baskıcı bölge ülkeleri bu konudaki kaygılarını dile getirince ABD Savunma Bakanı Austin, yanına Dışişleri Bakanı Blinken’ı alarak Körfez ülkelerini ziyaret etti ve ABD’nin bu ülkelerin (yani rejimlerin) güvenliğini korumaya olan bağlılığını teyit etti. 

ABD Ortadoğu’dan çekilebilir mi?

Böyle bir gelişmenin olması şu anki küresel sistemin dönüşen yapısı içinde mümkün değil. Bir çekilmeden çok Ortadoğu politikasını gözden geçirmeye ve buradaki askeri varlığını küresel stratejisine uygun olarak yeniden konumlandırmaya çalışıyor. Bunun için de yeniden ölçeklendirme (recalibration) ve yeniden konumlandırma (repositioning) kavramları kullanılıyor. Bu kavramların henüz net olarak içinin doldurulmadığını belirtelim. Ama genel olarak ne kadar asker bulundurulacak, nerelere öncelik verilecek ve ne tür bir politika değişikliğine gidilecek, bunlar tartışılıyor. Örneğin bazı uzmanlar Bahreyn’deki gibi devasa deniz üsleri yerine daha küçük, az maliyetli az asker bulundurulacak üsler tutmaya yönelik bir stratejiye geçmeyi öneriyor. Şu anki koşullarda bu kadar büyük ve bu kadar yaygın bir askeri varlığa gerek olmadığı bunun yeniden yapılandırılması gerektiği yine hakim görüşlerden biri olarak yükseliyor. Örneğin, Kasım 2021’de Savunma Bakanlığının Başkan’ın emri üzerine hazırladığı ve gizli tutulan ama kısa bir özetinin duyurulduğu Küresel Duruşu Gözden Geçirme (Global Posture Review) raporunda Ortadoğu’ya özel bir yer ayrılmadığı, Çin’in öne çıkarıldığı görülüyor. 

ABD’nin ikilemi

Ortadoğu bölgesi ABD’nin küresel stratejisi için belli zorluklar dayatıyor. Amerikan sistemi buradaki hem gerilim ve çatışmalar, ABD müdahaleleri, İran meselesi konusunda bitmeyen bir mücadele (Trump’ın “bitmeyen savaşlar” söylemi) içinde olduğunu, ayrıca buradaki askeri varlık yüzünden genel askeri enerjisini boşa kanalize ettiğini düşünüyor. Bu konuda çok sayıda teknik çalışma var ve ABD’nin çeşitli operasyonel birliklerinin hazırlık dereceleri, savaş ve uçak gemilerinin hangi bölgelerde ne kadar bulunmak zorunda kaldığının detaylı analizi yapılıyor. 

Fakat sonuçta Çin ve Rusya ile küresel mücadele için bölgeden ABD’nin angajmanını azaltmanın getireceği başka maliyetler var. ABD, artık, kendi bıraktığı her boşluğu Çin ve bazen Rusya’nın doldurduğunu görmüş durumda. Dolayısıyla Çin’i Hint-Pasifik’te çevrelemek önemli ABD stratejisi açısından ama Çin de bu arada boş durmayıp, dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi Ortadoğu’ya girmeye çalışıyor. Bu yüzden ABD, örneğin Çin ile rekabet amacıyla yeni bir Afrika komutanlığı kurmak, Cibuti’de askeri üs açmak zorunda kaldı. Rusya’ya karşı, Trump yönetiminin getirdiği Almanya’da 25 binden fazla asker bulundurmama kararını kaldırarak Polonya ve Almanya’ya yeni sevkiyatlar yaptı. 

Bir başka sorun, İran konusu ABD ve müttefikleri açısından henüz halledilemedi. İran başlı başına bir konu ve ABD ister anlaşma (2015’te olduğu gibi) ister baskılama (Trump döneminde olduğu gibi) yolunu izlesin İran’ı dize getiremedi. Bu sorun çözülmeden Körfez’den çekilmesi mümkün değil. 

ABD Ortadoğu’dan askeri ve stratejik olarak çekilmeyecek, zaman içinde bazı üsleri kapatabilir, bazılarının yapısını değiştirebilir, asker sayısını azaltabilir vs. Ama sonuçta askeri ve siyasal olarak bölgedeki varlığı devam edecek. Tersi bir gelişme olarak ABD 2019’da Umman ile askeri ilişkilerini geliştiren, üs alanını büyüten yeni bir anlaşma imzaladı.

Şu an olan, ABD stratejisi içinde, Ortadoğu’nun önceliğinin geriye gitmesi, yerinin yeniden tanımlanma ihtiyacı. Mesela, 2. Dünya Savaşından bu yana ABD başkanlarının doktrinleri sayıldığında bunların büyük çoğunluğunun Ortadoğu’ya yönelik olduğu görülür. Bundan sonra daha çok Hint-Pasifik’e yönelik doktrin ve strateji açılımları duyacağız.

ABD bölgeye yönelik askeri müdahalelerine son verecek, ki stratejik zorunluluktan kaynaklansa da bu iyi bir haber olarak görülebilir. İkincisi, İngiltere, Fransa gibi müttefiklerine burada daha fazla alan açacak ve açıyor. Üçüncüsü, bölgedeki müttefikleri arasındaki gerilimleri sona erdirmek için çalışıyor. Yemen ve diğer bazı çatışmalar için özel temsilciler atadı. Katar-BAE, İsrail’in tanınması, Türkiye-BAE uzlaşıları bunun sonuçları. Dördüncüsü, ABD İran politikasında yeniden içselleştirme, gerilimi azaltma ve dahil etme politikasına yöneliyor. Bu gerçekleşirse, ABD askeri varlığı yeni bir yapılanma gerektirebilir.

Ortadoğu’da ABD askeri ve siyasal varlığıyla bir süre daha muhatap olmaya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İLHAN UZGEL Arşivi
SON YAZILAR