ÜNAL ÇEVİKÖZ
Ateş çemberi büyürken Ankara'nın sorumlulukları da artıyor
Bu hafta Türkiye'nin etrafındaki çatışma noktalarında yaşanan bazı gelişmeler AKP'nin dış ilişkilerinde yeni sorumluluklar üstlenmesini gerektiriyor.
Filistin lideri Mahmud Abbas'ın Türkiye'ye yaptığı ziyaret ve bu vesileyle TBMM'ne hitabı bu önemli gelişmelerin başında yer alıyor. Netanyahu'nun ABD Kongresinde yaptığı konuşmadan sonra Abbas'ın da bazı dış politika hamleleri yapması gerekiyordu. Önce Moskova'ya gitti ve Putin ile görüştü. Ukrayna savaşı ile başı ciddi olarak dertte olan Rusya'nın şu sırada ne Filistin'in ne Gazze'nin sorunlarının çözümüne önemli bir katkısı olabilir. Ancak BM Güvenlik Konseyi Daimi üyesi olan Rusya'ya yapılan ziyaret, ileride Filistin ile ilgili olarak alınacak kararlarda Rusya'nın Filistin yanlısı tutumunu garanti altına almak için önemliydi.
Abbas'ın Türkiye'ye yaptığı ziyaretin doruk noktası ise şüphesiz TBMM'de yaptığı konuşma oldu. Konuşmanın içindeki bilinen dini ve kutsal mesajların dışındaki en önemli ifade, Abbas'ın Gazze'ye gideceğini açıklaması oldu. Abbas'ın bu ziyareti gerçekleştirebilmesi Filistin'in iki başlılığına son vermek için çok önemli bir gelişme olur elbette. Ancak böyle bir gelişmeyi Hamas'ın kabul edip sindirebilmesi bugünkü koşullarda oldukça zor görünüyor. Keşke böyle bir ziyareti 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana yaşanan Gazze katliamı başlamadan önce yapabilseydi.
Abbas bu kararını belki de Hamas ile arasının iyi olduğunu düşündüğü Ankara'da ve TBMM'de açıklamakla Hamas'ın ikna olacağını (ya da ikna edilebileceğini) düşünmüş olabilir. Bu davranışı ile, vaktiyle Haniye'yi Türkiye'de ağırlamış olan, ancak kendisi Gazze'ye gitmek istediği halde hala gidememiş olan Sayın Cumhurbaşkanı'na da önemli bir sorumluluk yüklemektedir.
İkinci önemli gelişme İsrail Savunma Bakanı Ben Gvir'in Mescid-i Aksa'ya girmesi olmuştur. Bu adım açık bir provokasyondur. 24 yıl önce aynı davranışı Moshe Dayan yaptığında Filistin halkı intifada hareketini başlatmıştı.
Ben Gvir'in davranışının iki maksadı olduğunu düşünmek mümkün. Birincisi, Filistinlileri ve Filistin'e destek veren Arap ülkelerini (ki bunların da sayısının çok olduğunu ileri sürmek son zamanlarda giderek zorlaşıyor) Hamas'ın yanında yer almaya zorlamak, bu vesileyle mümkünse savaşı biraz daha geniş bir bölgeye yaymak olabilir. Mescid-i Aksa'ya girilmesi islam dünyasında kutsala yapılan çok önemli bir hakaret olarak görülüp böyle bir tepkiye yol açabilir. Haniye'nin öldürülmesinden bu yana geçen süre zarfında İran'ın hala yüksek perdeden bir misilleme yapmamış olması, Ben Gvir'in savaşı yaymak ve başka aktörleri de içine çekmek için yeni provokasyonlar peşinde olduğunu akla getiriyor.
Gvir'in ikinci maksadı ise, Netanyahu'nun Mescid-i Aksa'ya yapılan bu hücumu tasvip etmediğini ve bunun İsrail hükümetinin kararı olmadığını açıklamasından da anlaşılacağı üzere, Netanyahu'yu iç politikada sıkıştırmak, gerekirse şu sırada tatilde olan Knesset'i belki de bir güven oylamasına zorlamak olabilir. Temmuz ayında yaşanan bazı istifalardan sonra, Netanyahu'nun koalisyonu oldukça kritik bir denge ile ayakta durmaya devam ediyor. Buna rağmen, ABD seçimleri sonuçlanana kadar direnmeye niyetli olan Netanyahu'nun Gvir'in salvolarından kendini kurtarıp kurtaramayacağını zaman içinde göreceğiz.
Haftanın üçüncü önemli gelişmesi Rusya-Ukrayna savaşında sahadaki tablonun ani ve keskin bir şekilde değişmesi oldu. Ukrayna kuvvetleri Rusya topraklarına girdiler ve Kursk oblastında bir kaç yerleşim bölgesini ele geçirdiler. 2022 yılının Şubat ayından bu yana devam eden savaş ilk kez doğrudan Rusya topraklarına taşınmış oldu.
Ukrayna, daha önce hava harekatları, füze saldırıları, drone hücumları ile Rusya topraklarında bazı hedefleri vurmuştu. Bu tür gelişmeler Rusya'nın da, işgal ettiği toprakların daha da ötesinde, Ukrayna topraklarının derinliğindeki bazı stratejik noktaları hedef almasına yol açmıştı. Bu defa durum farklı; savaşa şimdiye dek sahne olmamış Rusya topraklarında Ukrayna askerleri ilk kez ilerliyor.
Rusya'nın bu gelişmeye nasıl bir tepki vereceğini şimdilik kestirmek güç. Ancak savaşı konvansiyonel düzeyden yeni bir tırmanmaya götürmek için daha önce sık sık tehditlerde bulunan Moskova'nın bu defa bu niyetini hayata geçirme ihtimalinin, Ukrayna'nın savaşı bu şekilde yaymasından sonra daha ciddi bir risk haline geldiği söylenebilir.
Bu davranışın da ardında, Ukrayna'nın kendisine destek veren bazı ülkeleri Rusya'ya karşı savaşın daha fazla içine çekmek olabileceği akla geliyor. Rusya askeri harekatını ve savaşın konvansiyonel niteliğini başka bir aşamaya yükseltirse, bu tırmanışın nerede duracağını kestirmek hayli zor.
Bu konuda da Ankara'nın üzerine belli bir sorumluluk yüklendiğini düşünmek mümkün. Bu yılın başından beri Türkiye'ye bir türlü gerçekleşemeyen Putin ziyareti beklentisi hala askıda. Savaşın başından beri gerek esir değişimi, gerek buğday ihracatı koridorunun sağlanması, gerekse Karadeniz'de mayın temizlenmesi konularında önemli girişimler yapan Ankara'nın, Karadeniz'in kuzeyindeki bu çatışmada tırmanmayı önlemek için de diplomatik çaba göstermesi gerekmez mi? Diplomasi, üçüncü dünya savaşına hazır olmayı değil, onu engellemeyi hedef alan bir meşguliyet olmalıdır.