İLHAN UZGEL
Biden'ın Büyük Çaresizliği
Daha önceki bir yazımda Suudi prensi Muhammed bin Selman’ın, Biden’in elini büküp bükemeyeceğini sorup, ABD ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin değişen dinamiklerini tartışmıştım. Son OPEC toplantısında ABD’ye rağmen alınan petrol arzını kısma kararı dikkati yine bu ilişkinin yeni bir boyutuna çekerken, küresel sistemdeki dönüşüme dair bazı önemli ipuçları da veriyor.
SORUN ABD’NİN GÜCÜNDEKİ AZALMADA MI?
Dünya değişiyor, siyaset dönüşüyor. ABD’nin yalnızca Körfez ülkeleriyle değil, diğer bütün müttefikleriyle ilişkilerini de Soğuk Savaş ve hatta sonrası parametreleriyle analiz etmek zorlaşıyor. Burada belirleyici olan mutlaka ABD gücündeki mutlak azalma, düşüş değil. ABD yerinde duruyor, gücünü şimdilik koruyor ama bu hep böyle gitmeyecek. Bir gün İngiltere gibi gücünü tükenecek ama o an gelinceye kadar güçlü olmaya devam edecek. ABD şimdilik gücünü korurken, küresel sistemde iki önemli değişiklik yaşandı. Birincisi, küreselleşmeyle birlikte genel olarak dünya ekonomisinin büyümesi, uluslararası ticaretin daha hızlı artması, çevre ülke ekonomilerinin bundan en azından 2010’lara kadar faydalanmaları. Bu süreç gelir dağılımı bozuklukları, borç yükünün artması, çevrenin yıkımı, otoriterlik eğilimleri vs gibi kapitalizme içkin ve onun neden olduğu bütün yapısal sorunları barındırsa da, Afrika’nın bazı bölgeleri, Yemen, bazı Orta Amerika ülkeleri dışında çoğu güney ülkeleri bu gelişmeden faydalandılar. Küresel Güney’deki bu ekonomik büyüme Türkiye’de AKP’nin işine yaradı, finansal genişlemenin sonuçları genelde kentlerin çehresini değiştiren inşaat ve altyapı yatırımlarına gitti.
İkinci olarak, Rusya ve Çin’in güçlenerek küresel siyasette daha etkin olmaya başlamaları, Rusya’nın askeri ve enerji, Çin’in ekonomik ve teknolojik imkanlarını küresel düzleme yansıtması, çevre ülkelerin hareket alanını genişletti. AKP yönetiminin bu dönüşümü gördüğünü ama ya birçok açıdan iyi kullanamadığını, son dönemde ise kendi iktidarını ayakta tutabilmek için boşuna harcadığını arada belirterek geçeyim.
Bu her iki gelişme Körfez bölgesinin jeopolitiğinde kaçınılmaz olarak dönüşüme yol açtı. Arap Baharının Körfez’e çok dokunmadan geçmesi, İran’ın iç sorunlara, Suriye ve Yemen iç savaşlarına yoğunlaşması, Katar-BAE kavgasının sona ermesi, yükselen petrol fiyatları ve Rusya, Çin gibi büyük güçleri Türkiye’den daha becerikli bir şekilde ABD’ye karşı kullanmaları Körfez ülkelerinin kendilerine güvenlerini artırdı. ABD’nin Körfez ülkelerindeki iç yapıları dönüştürebilme kapasitesinin tamamen ortadan kalktığını söylemek kolay değil. Latin Amerika’da Brezilya (Dilma Rousseff), Pakistan’da (İmrah Han olayı) kısmen yumuşak hamlelerle iktidar değişikliği sağlandıysa da her bir sorunda bu türden müdahaleleri devreye sokmak kolay değil. Bir paradigma değişikliği ya da yaşamsal alanlarda kırılma yaratmadıkça özellikle bu tür otoriter liderler, başka alanlarda ABD’yi memnun edecek, işbirliği alanlarını örtüştürecek siyaset izleyebiliyorlar.
Körfez ülkeleri elde ettikleri gelirle varlık fonları oluşturarak birikimlerini küresel düzeydeki yatırımlarla kontrollü bir şekilde ve kapitalist sistemin rasyonel ilkelerine uyarak kullanmaya başladılar. En yüksek varlık fonu 800 milyar dolar ile Birleşik Arap Emirlikleri, onu 700 milyar dolar ile Kuveyt ve onu fon oluşturma konusunda arkadan gelen Suudi Arabistan’ın 600 milyar dolarlık fonu izliyor, Katar ise 400 milyar dolar civarında bir varlık fonuna sahip. Çin ve Hindistan’ın yeni büyük alıcılar olarak ortaya çıkması zaten pazar imkanlarını çeşitlendirmişti
Kendi içinde kırılganlıklar taşısa da (varlık fonu dolar cinsinden tutulduğu için doların değerindeki değişime karşı hassas durumdalar) böyle bir birikim bu ülkelerin elini güçlendirdi.
Ayrıca, daha önceki yazıda ele aldığım gibi, hepsi bir şekilde Rusya ve Çin ile bağlarını güçlendirdiler, ABD’nin küresel siyasetteki birebir takipçisi rolünden uzaklaştılar. Mesela bu konuda Japonya ve G. Kore’den çok daha geniş bir hareket alanı kazandılar. Hatta, Suudi Arabistan’ın devlete ait ve dünyanın en büyük petrol şirketi olan Aramco, yine Çin’in devlete ait ve dünyanın en büyük petrol şirketlerinden Sinopec ile Ağustos 2022’de bir mutabakat muhtırası imzalayarak enerji alanında işbirliğine girdi. Dahası taraflar Çin’in Kuşak Yol Girişimi ile Suudilerin Vizyon 2030 adını verdikleri ekonomiyi çeşitlendirme projesini buluşturma kararını metne geçirdiler.
SELMAN BAŞ AĞRISI OLMAYA BAŞLADI
2017’de ülkenin fiili yönetimini eline alan Selman, Trump ile iyi bir çalışma ilişkisi geliştirmişti. Büyük silah alımı, İsrail ile tanıma olmasa da yakınlaşma, bu dönemde ABD’den gelen insan hakları telkinlerinin azalması olumlu hususlardı. Biden ile birlikte ilişkilerin içeriğinde bir değişiklik oldu. Biden, daha başa gelmeden Suudileri “parya” olarak tanımlamış, açık çek vermeyeceğini söylemişti. Yemen’deki savaşı durdurmasını istemiş, Kaşıkçı cinayetinde Selman’ı işaret eden istihbarat raporunu yayınlamıştı. Suudi Arabistan’da yalnızca geçtiğimiz Mart ayında 81 kişi idam edilmişti ve idamların genellikle kılıçla başı kesmek şeklinde yapıldığı tahmin ediliyor. Suudi yönetimi ayrıca bazıları ABD vatandaşı da olan çok sayıda aktivisti hapiste tutuyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Biden söylediklerini yutmak zorunda kalıp Temmuz ayında Selman ile Cidde’de görüştü. Ama bir sonuç alamadı.
BİDEN’IN GÖZÜNE SOKMA TOPLANTISI
OPEC+ toplantısı, yani 13 OPEC üyesi ile diğer petrol üreticilerinin üye olmadan katıldığı formatta yapılan toplantıda ABD’nin öncesinde yaptığı bütün girişimlere, piyasa şartları şu an böyle bir petrol üretimi indirimine gitmeyi gerekli kılmıyor raporlarına rağmen en büyük üretici olan Suudiler, diğer üyeleri ikna ederek oybirliğiyle günlük üretimde 2 milyon varillik bir kesinti kararı aldırdılar. ABD’li yetkililerin, kesintiyi Kasım’da yapılacak seçimlerin sonrasına erteleyin ısrarının bile sonuç vermediği görülüyor. Oysa, daha iki yıl önce Rusya ile Suudi Arabistan, üretim miktarında anlaşamamış, bunun üzerine Suudiler, Rusya’yı cezalandırmak için arzı artırarak petrol fiyatında büyük düşüş yaratmışlardı. Petrol fiyatının düşmesi ABD’li şirketleri olumsuz etkilemeye başladığından, Trump araya girerek uzlaşma sağlamıştı
Bunun üç tür sonucu olacak. Petrol fiyatları yükselecek, Suudiler ve diğer üreticiler kazanacak, bu ülkelerin ekonomik güçlerinde artış yaşanacak. İkinci olarak, enerji fiyatlarındaki her artış Rusya’ya yarıyor ve bu da Rusya’nın çok ihtiyaç duyduğu gelir artışını sağlayacak, savaşı finanse etmesine yardımcı olacak. Suudiler ABD’den gelen bu baskıyı dengelemek için Ukrayna’ya 400 milyon dolar yardım yaptılar.
Üçüncü olarak petrol fiyatlarının yükselişinden Amerikan şirketleri kazansa da, şu an yükselen enflasyon Biden yönetiminin işini çok zorlaştırıyor. Amerikan halkı ucuz yakıt istiyor ve petrol fiyatları bir türlü aşağı çekilemiyor. Yalnızca Suudiler değil, onun yanında duran Birleşik Arap Emirlikleri de aynı çizgiyi sürdürüyor.
ABD’NİN OPSİYONLARINDA DARALMA
Bir süredir ABD içinde Suudi yönetimine karşı tepki vardı. Geçtiğimiz Haziran ayında bazı senatörler yönetime, Suudi Arabistan’a karşı askeri ilişkilerin askıya alınması gibi önlemler içeren bir mektup sunmuşlardı. Öneriler arasında Suudi Arabistan’daki monarşinin ayakta kalmasını hem fikri, hem de fiziki olarak garanti eden ABD askeri varlığının çekilmesi, ABD silah satışının askıya alınması vardı. Bunlar etkili olacak önlemler değil. ABD’nin Körfez’deki askeri varlığı bu ülkelere koruma sağlarken, ABD’nin stratejik çıkarlarına da hizmet ediyor. Dolayısıyla, bıçağın keskin yüzü iki taraflı. Suudi Arabistan silahlanmada ABD’ye bağımlı ve bunu kısa vadede değiştirebilmesi mümkün değil ama uzun vadede Rus silahlarına meyletme ihtimali ABD’li uzmanları kaygılandırmışa benziyor.
Yine Suudilerin, bir gün petrolün azalması, enerji kaynağının çeşitlendirilmesi gibi durumlarda petrol sonrası dünyaya hazırlık için kurmak istediği bilişim şehrine sağlanacak teknolojik desteğin kesilmesi de gündeme geldi ama hem ABD’nin yerini Çin’in alması hem de ABD’li şirketlerin kayıpları bunu da gündemden çıkardı. Biden’ın elinde kalan, yakında yapılacak olan G-20 zirvesinde Selman ile görüşmeme kararı, o da değişmezse tabii.
BİDEN VE PETROL
Biden çevreciliği öne çıkaran bir başkan ve hem yeni arama ruhsatı verme konusunda kısıtlamaya gitti hem de çevreyi çok kirleten katranlı petrolü Kanada’dan ABD’ye ulaştıran XL Keystone boru hattının işletmesini iptal etti. Genel olarak enerji endüstrisi Biden karşıtı olmakla birlikte, izlediği politikaların enerji fiyatlarını yükseltmesi sonucu, yapılan çalışmalar bu dev şirketlerin Biden döneminde çok büyük kar artışları yaşadıklarını gösteriyor. Öte yandan halka yansıyan enerji maliyeti ise önümüzdeki Kasım’da yapılacak Kongre seçimlerde Biden yönetiminin iki kanadı birden kaybetmesi riskini giderek artırıyor. Bu arada petrol fiyatının çok da düşmemesi gerekiyor. Örneğin, varili 40 dolar civarına indiğinde, çıkarma maliyeti yüksek olduğu için bu kez ABD’de üretim yapan şirketler zarar etmeye başlıyorlar.
ABD Ukrayna savaşı sayesinde Rusya ile Avrupa arasındaki enerji bağını koparıp, kısmen kendisine bağlayarak önemli bir stratejik avantaj elde etti. Ama öte yandan Suudi Arabistan ve BAE’ne söz geçirmekte zorlandı, Avrupa’daki kazanım şimdilik Rusya-Suudi Arabistan, BAE ilişkisiyle kayba dönüştü. Ukrayna işgalinin yarattığı hassas enerji dengesi ise bu ülkelerin ellerindeki hareket imkanını daha da artırdı. Biden başa geçince Suudilerle ilişkilerde yeni bir düzenleme anlamına gelen “recalibration” yapacağını ilan etmişti. Görünen o ki şimdilik kalibrasyonu Selman yaptı.