İLHAN UZGEL
Erdoğan NATO'nun bileğini bükebilecek mi?
Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelikleri sürecinde yaşanan kriz Türkiye’nin pazarlıkta elini yükseltmesiyle yeni bir aşamaya geçti. Başlarda Erdoğan’ın olumsuz açıklamasına, İbrahim Kalın kapıyı açık bırakan bir değerlendirmeyle denge getirir gibi olmuştu ama Türkiye’nin tutumu değişmedi, hatta katılaştı. Geçen yazıda içeride zayıflayan Erdoğan’ın bu krizi fırsata çevirmeye çalıştığını tartışmıştım. Bu çaba devam ediyor. Bunun oylara yansıyıp yansımayacağını yakında kamuoyu yoklamalarından anlarız. Bu yazıda önce NATO’nun küresel sistemdeki yerine değinip, Erdoğan’ın veto kartını görünürde PKK/PYD üzerinden İsveç karşı kullanırken, aslında daha derinden bir pazarlığı ABD ile yapmakta olduğunu tartışacağım.
ABD İçin NATO’nun Önemi
ABD’nin küresel sistemdeki yeri için askeri ittifak sistemleri kaçınılmaz. NATO bunlardan en önemlisi. ABD hegemonyasının deyim yerindeyse ana sütunu NATO ve ABD buradan aldığı güçle küresel ağırlığını artırıyor. Ama NATO, ABD’nin başını çektiği askeri ittifaklardan yalnızca biri. Örneğin, daha az bilinen Amerikan Devletleri Örgütü 35 üyesiyle tipik bir ittifak örgütüdür. Yine, ANZUS, ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda arasında Soğuk Savaş koşullarında imzalanmış bir ittifak anlaşmasıdır. Bunun yanında ABD’nin Körfez ülkeleri, Japonya, G. Kore ile yapmış olduğu ikili ittifak antlaşmaları, yani saldırı durumunda yardıma gelmekle yükümlü olduğu diğer paktlar var. Bu durum küresel sistemin ABD ve müttefikleri ile bir ağ gibi örüldüğünü gösterir.
ABD, ağırlığını Hint-Pasifik’e verse de, NATO’nun yeri ayrıdır. Yalnızca sayı olarak değil Atlantik arası bağı kurmak, en önemli iki kapitalist merkezi stratejik olarak birarada tutmak, gerektiğinde Rusya’yı kontrol etmek, 1990 sonrasında küresel bir örgüte dönüştürebilmek gibi avanatjlar sunduğu için NATO ABD için vazgeçilmez bir örgüttür. NATO doğrudan Sovyetler Birliği ve Varşova Paktına karşı da kurulmamıştır. Tabii ki Soğuk Savaş koşullarında bu tür bir işlevi de olmuştur ama başlıca amacı Atlantik kapitalizminin güvenlik şemsiyesi olmaktır. O yüzden Varşova Paktının dağılması NATO’yu yalnızca strateji değişikliğine itmiştir.
NATO’nun Genişlemesi Şart Mı?
NATO’nun genişlemesi sık kullanılan bir kavram ve analitik olarak fazla birşey ifade etmiyor. NATO kendi başına bir fail, eyleyen bir aktör değil. Ona üye olmak isteyen ülkeler var, NATO’nun üye alma koşulları var. Kimin üye olacağına Genel Sekreter karar vermiyor, üye olmayan ülkeleri ikna turuna çıkmıyor. Türkiye’de uluslararası örgütlerin ne olduğuna dair başta cumhurbaşkanı olmak üzere bir kafa karışıklığı var. Uluslararası örgütler kendilerini oluşturan üye ülkelerden fazla, onlardan öte bir varlığa sahip değiller. Bu çok eleştirilen BM için de geçerlidir.
ABD açısından daha fazla ülkenin NATO’ya üye olması hem askeri ilişkileri kolaylaştırıyor, belli bir standardizasyon getiriyor, üs, tesis kurma imkanlarını çoğaltıyor hem de küresel olarak NATO’nun prestijini artırıyor.
İsveç ve Finlandiya gibi iki ülkenin NATO üyeliği öncelikle bu çerçevede önem kazanıyor. Bu iki ülke üye olduklarında Avrupa’nın kuzey hattındaki boşluk kapanmış olacak. İkinci olarak, küresel iklim değişikliğiyle Arktik’teki buzullarda erime yaşanıyor ve Rusya’nın buralardaki askeri hareketliliği arttı. ABD bu iki ülkenin NATO üyeliği sayesinde, önümüzdeki dönemde ulaşım yolları açısından stratejik önemi artacak olan bu bölgede askeri angajmanını dolaylı olarak artırmış olacak. O yüzden Biden İsveç ve Finlandiya liderlerini Beyaz Saray’da ağırlayarak bu iki ülkenin üyeliği konusuna verdiği önemi gösterdi ve kendisini de bu konuya iyice bağlamış oldu.
Bu konunun Kuzey Makedonya’nın üyeliğinden çok daha fazla anlam taşıdığı ortadadır. Askeri kapasitesi çok zayıf, Rusya ile sınırı olmayan bir ülke olan Kuzey Makedonya’nın üyeliğinin Yunanistan tarafından veto edilmesi o yüzden daha kolay tolere edildi.
Ayrıca, Ukrayna savaşı yüzünden bu iki ülkede de kamuoyunda geçmişte çok düşük olan NATO üyeliğine destek hızla arttı. Hazır böyle bir sıcak ortam yakalanmışken, ABD bu fırsatı değerlendirmek, bir an önce üyeliği sağlamak istiyor.
Veto Kartı İktidarda Kalma Aracı mı?
Erdoğan her zamanki gibi ikili bir diplomasi oyunu oynuyor. Bir defa içeriye yönelik PKK, PYD ve terörist destekçilerini veto ediyoruz söylemi tutmuş görünüyor. Bu ifadelerin Türkiye’de bir karşılığının olduğunu AKP yönetimi gayet iyi biliyor. En azından şimdilik bir ulusalcı desteği yakalamış durumda. Eline iyi bir fırsat geçirmiş olduğunu düşünerek bunu sonuna kadar kullanıyor. Süreç ne kadar uzarsa konu o kadar gündemde kalacağı için hem diğer sıkıntılardan dikkati uzaklaştıracak, hem de NATO’ya direnen, Türkiye’nin haklarını savunan lider imajı o kadar güçlenecek.
Pazarlık görünürde İsveç ve Finlandiya ile yapılıyor, en azından yaratılan hava öyle. Bu iki ülke bir çıkış yolu bulmak istiyorlar. Ama perde gerisinde Erdoğan asıl pazarlığı ABD ile yapıyor. ABD’nin şu sıralarda NATO içinde Rusya’ya karşı bir uyum arayışı içinde olduğunu, hatta başvuru sürecini normalden daha hızlı bir şekilde tamamlamak istediği biliniyor. Erdoğan O yüzden elini yükseltmeye çalışıyor.
Veto yetkisini her kapıyı açan bir anahtar olarak kullanmak istiyor. Ama en önemlisi seçimler öncesi ABD sisteminden gelecek bir ekonomik açılım olsa gerek. Bütün dikkati PKK, PYD’ye çekip içeride destek alacağı bu konuyu gündemde tutup, arka kapıdan finans işlerini görüşmek çok akıllıca. Böylece sıcak para girişi olduğunda Türk Lirasını değerlendirecek ve dolara kaçışı önleyecek, hem NATO’ya ayar vermiş olacak, İsveç’ten de bir iki taviz koparılırsa çifte başarı sağlanmış olacak. İç ve dış politikada bütün enerjisini iktidarda kalmaya harcayan ustalık dönemi siyaseti için en bilindik pazarlık tarzı bu. Hazır önüne gelmiş bu fırsatı sonuna kadar kullanmaması şaşırtıcı olurdu.
AKP yönetimi şu ana kadar İsveç ve ABD’den herhangi bir somut taviz koparabilmiş değil. Tek yetinebileceği başarı içeride ulusalcı desteği alma konusunda sağladığı ilerleme. Ama süreç devam ediyor.
ABD Pazarlığa Yanaşır mı?
ABD’nin NATO konusunda acelesi var. Ama şimdiye kadar Biden, Erdoğan’a hep mesafeli davrandı. Ukrayna savaşı Türkiye ile temasları ve işbirliğini artırmayı gerektirdi ama Erdoğan’a yönelik tavrı değiştirmedi. Eğer ABD böyle bir pazarlığı kabul ederse, bundan sonra ilişkilerin gidişatı değişir. Türkiye pazarlık olarak Halkbank’tan, Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyaretine, F-16 alımına kadar çok sayıda şartı içeren bir liste sunuyor. Bunların hepsinin kabul edilmeyeceğini biliyor ama pazarlığı yukarından açmanın avantajlarının da farkında.
ABD en azından görüntüde kendisini bu pazarlığın dışında tutmaya çalışıyor. Yaptığı açıklamada bu sorunun Türkiye-ABD arasında olmadığını duyurdu. Bunun anlamı biz Türkiye ile bir pazarlık yapmıyoruz demek. Ya Türkiye’ye kamuoyu önünde bir mesaj vererek git sorununu İsveç ile hallet diyor, ya da el altından pazarlık yapıp, bunu kimsenin bilmesini istemiyor. Ama her durumda tek bir veto kartı her şeyi halletmeye yetmez. Erdoğan’ın ABD’yi ne ölçüde ikna edebildiğini yakında anlayacağız. Tabii, böyle bir pazarlığın tek boyutu Türkiye’nin vetoyu kaldırması olmaz. ABD karşılığında daha fazla şey ister.
İsveç Ödün Verir mi?
Türkiye’nin talep ettiği isimleri İsveç iade etmeyeceğini açıkladı. Zaten bu isimlerin bazıları yıllardır İsveç’te yaşayan ya oturma izni ya da vatandaş olan insanlar. Geçen yazıda bahsettiğim gibi, geçmişte Erdoğan hükümetinin veto kartı nedeniyle Roj Tv’nin kapatılması gibi bir olay var fakat herhangi bir İsveç hükümetinin, çoğu kendi vatandaşı bu isimleri Türkiye’ye gönderip sonra iktidarda kalması çok zor. İsveç terörizm tanımını Türkiye’den çok farklı yapıyor, bir örgüte sempatiyi doğrudan terörist eylem saymıyor. Bazı derneklerin kapatılması ya da PYD’ye yapılan yardımın askıya alınması veya kesilmesi gibi ödünler daha olası görünüyor.
Haziran ayı sonunda NATO zirvesi olacak. Bu sorunun o zamana dek çözülmesi NATO içi dayanışmayı göstermesi açısından ABD için gerekli. Zaman içinde Erdoğan’ın ABD ile yaptığı pazarlığın detayları Amerikan medyasına yansır, bir kısmı zaten gidişattan belli olur. Eğer İsveç, birkaç konuda taviz verirse, Erdoğan yönetimi bunu içeriye büyük bir başarı, dik duruş, Batı’yı dize getirme olarak sunabilir, pazarlığın ABD ayağını karartabilir. O ne yapsa inanmaya, destek vermeye hazır seçmeni bir kez daha tercihinde ne kadar haklı olduğunu düşünür.
Türkiye’nin 1974’ten 1980’e dek farklı Ecevit ve Demirel hükümetleri döneminde kullandığı Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü veto kartı bu iki hükümete de hiç yaramadı. Kamuoyunun büyük kısmının bu olaydan haberi yoktu. Bu iki liderin o zaman veto yetkisini iç politikada kullanmak muhtemelen akıllarına gelmemişti. Bunu bir ulusal güvenlik konusu olarak görüyorlardı. Erdoğan’ı Türkiye tarihindeki siyasetçilerden ayıran ve iktidarda bu kadar uzun süre kalmasını sağlayan şey, bu esnekliği, siyaseten her türlü iç ve dış gelişmeyi kendisine faydalı olacak, iktidarına yarayacak bir forma sokabilme yeteneği. Güçlü ve haklı olduğu için iktidarda olmadığını, iktidarda olduğu için güçlü olduğunu çok iyi anlayan bir lider. Uzun iktidar sürecinde kendi seçmeninin beklentilerini de, Batı’nın zayıf noktalarını da çözmüş durumda. Bütün muhafazakarlığına rağmen, günümüzün iktidarda kalma dinamiklerini çok iyi özümsemesi, bunları çok iyi bir şekilde hayata geçirebilmesi onun ayırıcı özellikleri. Şimdiye kadar bu tür kurnazca hamleleri genellikle onun hesabına yazıldı. Bu kez sonucu hep birlikte izleyeceğiz.