İLHAN UZGEL
Kissinger, Habermas ve Ukrayna savaşı
Ukrayna Savaşı üçüncü ayından itibaren kanıksanmaya başladı. Bunda, sahada Rus ilerlemesininin yavaşlaması hatta durması da rol oynadı. Ruslar, şu anda Ukrayna’nın yaklaşık yüzde 20’sini kontrol ediyorlar, buna daha önce bir kısmını uzaktan kontrol ettikleri Donbas bölgesi dahil. Savaşın taktiksel yönü askerler ve konuyla ilgili stratejistler tarafından çok tartışıldı. Siyasal ve moral yönü ise bir başka tartışma konusu ve dünyada bu konuda ilginç bir kamplaşma yaşandı. Savaşa verilen ahlaki ve entelektüel tepki olarak tanımlayabileceğimiz bu durum birçok yerde ama özellikle Almanya’da, bu ülkenin özel tarihsel geçmişi ve merkezi konumundan dolayı daha yoğun bir tartışmaya yol açtı. Bu yazıda Amerikan sisteminin önde gelen Realist ve stratejistlerinden Henry Kissinger ile günümüzün en saygın filozoflarından sayılan Jürgen Habermas’ı aynı çizgide buluşturan bu ilginç durumu ve Ukrayna savaşının yarattığı kafa karışıklığını ele alacağım.
KISSINGER VE HABERMAS NEREDE BULUŞTU?
Kissinger 100 yaşına yaklaşıyor ve çok tanınan bir stratejist. Habermas da 90’larında ama daha çok akademik camiada ve entelektüel çevrelerde biliniyor. Frankfurt Okulu olarak ünlenen ve Marksizmi yeniden yorumlayan, 1930’larda Nazizmin yükselmesi yüzünden ABD’ye taşınan kurumun, günümüzdeki en önde gelen temsilcisi. Habermas Marksizmi sınıfsal boyutundan daha çok bir iletişim, diyalog ve tartışma zeminine çekmesiyle tanınıyor. Liberal sol çizgiye yakın ve çok saygın bir isim.
Kissinger Realist bir dünya görüşüne sahip. Acımasız Kamboçya bombardımanı, Şili darbesi gibi birçok günahın arkasındaki isimlerden biri. Saygıyı hak etmemekle birlikte ABD karar verme ve sağ çevrelerde saygı gören biri. Ama sanıldığının aksine görüşleri doğrudan dikkate alınan, ABD dış politikasına birebir yansıyan bir stratejist değil. Kissinger statükocu bir Realist. Dünyayı ideolojilerden arınmış bir satranç tahtası olarak görüp, büyük güçler arasında dengeye dayalı bir istikrarı hep tercih etti. 1970’te Çin’e BM Güvenlik Konseyi üyeliğini vererek, Sovyetlerin yanından çekme politikasının mimarı aynı zamanda. Aslında doktora tezinde klasik güç dengesi sistemine dayalı 19. Yüzyıl Avrupa Uyumu’nu çalışmış olan ve bunu dünya siyasetine yansıtmak isteyen Kissinger’in görüşleri Çin ve Rusya’nın çok kutupluluk anlayışına daha yakın.
Ukrayna krizi sırasında da Kissinger gayet soğuk kanlı bir şekilde savaştan üç ay sonra Davos’ta yaptığı bir konuşmada Kırım ve Donbas’ın Rusya’ya bırakılarak bir diplomatik çözüm bulunması gerektiğini savundu. Ukrayna ve liberal çevrelerden bu öneriye sert tepki geldi. Oysa, Realist bakış tam da budur. Zannedildiğinin aksine mutlaka savaş ve askeri güç kullanma arayışında değildir. Realistler gerektiğinde başka ülkelerin toprakları üzerinden ve tabii ki başka insanların üzerinden pekala pazarlık yapılabilir. Kissinger’ın yaklaşımı bu açıdan şaşırtıcı değildi.
HABERMAS’IN AÇMAZI
Rusya gibi nükleer silahlara sahip dev bir askeri gücün, komşu bir ülkeyi topyekün işgale kalkışması Avrupa siyasetinin kimyasını bozdu. Ama en çok Almanya etkilendi. Bunun nedeni Almanya’nın Rusya’dan en büyük doğal gaz, petrol ve kömür ithalatçısı olması, ekonomik yatırımlarının yoğunluğu ve savaş karşısında nasıl bir tavır alacağıyla ilgiliydi. Putin-versteher (Putin’e anlayış gösterme) politikası olarak bilinen, geçmişi eskiye dayanan ama Merkel ile zirvesine ulaşan bu siyaset şimdi Almanya’da başlıca tartışma ve eleştiri konusu.
Başbakan Scholtz işgalin başlamasından beş gün sonra Zeitenwende, dönüm noktası olarak bilinen konuşmasını yaptı ve Almanya’nın savunma harcamalarına 100 milyar euro ekleyeceğini, Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltacağını, Ukrayna’ya ihtiyatlı bir askeri yardımda bulunacağını, NATO’yu güçlendireceğini ve ABD’den F-35 dahil yeni silahlar alacağını açıkladı. Almanya’nın yeniden militarizasyonu olarak görülen bu dönüşüm toplumda ve entelektüel çevrelerde tedirginlik yaratırken, yeni iktidara gelen Scholtz hükümeti yine de Ukrayna’ya yardım konusunda ihtiyatlı olacağını belirtti.
Bu durum Almanya içinde ciddi bir tartışmaya yol açtı. Önce başını Almanya’nın önde gelen feminist aktivistlerinden Anna Schwarzer’in sahibi olduğu Emma dergisinde Başbakan Olaf Scholtz’a hitaben 28 tanınmış yazar ve sanatçının imzası bulunan bir mektup yayınlandı. Burada Ukrayna’ya yapılacak askeri yardım konusunda ihtiyatlı olunması gerektiği, yüksek miktarda ve ağır silahlar verilmesinin Almanya’yı savaşın tarafı haline getireceği, savaşı tırmandıracağı, NATO’yu içine çekerek bir dünya savaşına neden olabileceği gibi endişeler dile getirildi. Ayrıca, Scholtz askeri yardımı artırmama konusunda uyarılıyor, onun ihtiyatlı politikası destekleniyordu. Kısa sürede bu mektuba yaklaşık 270 bin kişi daha destek verdi. Ardından buna karşı bir mektup yayınlandı ve o da 80 bin kişi tarafından imzalandı.
Almanya Ukrayna’nın beklenmedik işgali, ağır yaptırımlar, enerji krizi, askeri harcamalarda artış gibi yeni gerçeklikle yüzleşmeye çalışırken, tartışmaya Habermas’tan bir müdahale geldi ve yazdığı makale isminin ağırlığından dolayı çevrilerek dünyada da tartışma yarattı. “Savaş ve Öfke: Batı’nın Kırmızı Çizgi Açmazı” başlığını taşıyan yazısında Habermas’ın Rusya’nın işgalini ahlaken yargıladığını ve eleştirdiğini belirtmek gerek. Yine, Habermas, Almanya’nın o tarihe kadar sürdürdüğü savaşlara dahil olmama, savaşan taraflara silah satmama gibi yıllar içinde oluşmuş ilkelerin terk edilmesinin sakıncalarına değiniyordu.
NATO’nun 1999’da “insani müdahale” adı altında Yugoslavya’yı bombalamasına destek veren Habermas, Batı’nın ve Almanya’nın pozisyonunu bir açmaz olarak tanımladı. Ukrayna’ya destek olunursa savaşın tırmanması ve nükleer savaşa dönüşmesi ihtimali varken, Ukrayna kendi haline bırakılırsa bu da hem siyasal-ahlaki açıdan hem de Batı’nın çıkarları açısından sorunlu olacaktır diyerek bu durumu bir açmaz olarak tanımladı.
Habermas ilginç bir şekilde yazısını nükleer savaş endişesi üzerine kurmuş. Yazısının başlığındaki Kırmızı Çizgi dediği de bu. Ona göre yardım yapılsa bile nükleer savaş eşiğine kadar ulaşmamalı. Nükleer güce sahip ülkelerin yürüttüğü savaşların kazananı olmaz gibi bir düşünceye varıyor ki bu da mantıklı değil. Sonuçta, ABD başta Vietnam olmak üzere birçok savaşı kaybetti.
Habermas’tan felsefi ve derinlikli bir analiz beklerken, korku siyasetine başvurmuş olması ve nükleer savaş ihtimalinden kaçınmasını analizin merkezine koyması doğrusu tuhaf. Putin yönetimi en başından beri Avrupa’daki bu korkuya oynuyor ve nükleer silah kozunu, Ukrayna’ya yapılacak yardımı caydırmak için kullanıyordu. Ona göre küresel bir yangından her ne pahasına olursa olsun kaçınmak gerekir. O yüzden de iki tarafa da görüntüyü kurtaracak bir çıkış sunmak lazım sonucuna varıyor. Bu aşağı yukarı Macron, Kissinger gibi isimlerin önerisiyle örtüşüyor.
Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü gibi son derece ağır, teorik çalışmaları yapmış, derslerimizde önde gelen kuramcı olarak Uluslararası İlişkiler disiplinini de etkilediği için bahsettiğimiz Habermas’ın, kendi alanından çıkıp Uluslararası İlişkilere alanına kayınca, “Scholtz hükümetinin dikkatli tutumunu desteklemek lazım, savaş tırmanırsa Rusya nükleer silah kullanabilir” gibi görece sığ bir sonuca varması şaşırtıcı. Çağımızın önde gelen filozofu örneğin, savaşın çıkış dinamiklerine hiç girmiyor. NATO genişlemesi, Ukrayna’nın ABD tarafından bir vekalet savaşına kurban edilmesinden bahsetmiyor. Almanya’nın pratikteki açmazı Habermas’ın teorik açmazıyla örtüşüyor.
REALİZMİN HAYALETİ
Ukrayna savaşı farklı kapitalist modele sahip emperyalist güçlerin kendilerine zarar vermeyecek bir teritori’de yürüttükleri korkunç bir savaş. Şu anda sahada savaş neredeyse 20. yüzyıl ortasında yaşanan, geleneksel tank ve topçu savaşına dönüşmüş durumda. Ruslar hassas güdümlü silahlarını yeterince kullandılar, kalanını ihtiyaten tutuyorlar. ABD ve müttefikleri ellerindeki silahları savaşın gidişatını kontrol edecek şekilde vererek Rusya’nın askeri gücünü Ukrayna toprakları üzerinde eritmeye, ekonomisini yaptırımlarla zayıflatmaya çalışıyorlar. Bu savaşın, Habermas’ın korktuğu gibi, nükleere dönmesi ihtimali yok. Zaten belli bir örtük uzlaşıyla sürüyor. ABD Ukrayna’ya, yalvarmasına rağmen uçak ve helikopter değil uçaksavar, tank değil tanksavar veriyor. Bütün ısrara rağmen uçuş yasağı (no fly zone) uygulamasına yanaşmadı, Rusya’nın içerilerini vuracak menzilde füze de vermiyor. Verdiği kısa menzilli füzeleri ise Rusya’yı vurmamak koşuluyla teslim ediyor. Rusya’ya da istediğin kadar burada savaşı sürdür ama Ukrayna dışına yayma diyor. Rusya bu pazarlığa şimdiye kadar uymuş görünüyor. ABD artık tamamen kendisine bağımlı kıldığı Zelensky yönetimine hangi silah nasıl ve nerede kullanacağını dayatabiliyor.
Dünyada sol ve liberal çevrelerde Ukrayna krizi bir kafa karışıklığı yarattı. ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerinin getirdiği pozisyon kolaylığı Ukrayna savaşında olmadı. Sonuçta ABD gibi sabıkalı bir emperyalist bir güç iki ülkeyi işgal ediyordu ve buna karşı çıkmak ahlaken ve siyaseten kolaydı. ABD sistemi Ukrayna ve Gürcistan’ın Rusya açısından önemini ve kırmızı çizgisi olduğunu çok iyi biliyordu. Ama şöyle bir strateji izledi. Avrupa’dan asker ve silah çekip Çin’i çevreleme stratejisine yönelme, bunun yaratacağı boşluğu, bu iki ülkenin NATO üyeliği konusunu gündemde tutma, siyasal ve ekonomik açıdan Batı’ya bağlama ve diğer Doğu Bloku ülkelerini NATO üyesi haline getirerek doldurma. Ukrayna işgaliyle birlikte bu politika başka bir yöne evrildi. Ukrayna üzerinden bir vekalet savaşı yürüterek Rusya’yı zayıflatmaya kaydı.
Bu politikanın ABD’ye enflasyon vs gibi bedelleri oldu. Ama bu zarar şimdilik tolere edilebilir düzeyde kaldı. Kazancı ise çok daha yüksek. NATO canlandı ve iki yeni üye kazanmak üzere, Avrupa ABD doğal gazına muhtaç hale geldi, Avrupa Rusya ilişkileri çöktü.
Alman entelektüelleri ve bu arada Habermas gibi düşünürlerin ikircikli pozisyonu aslında bu çaresizliğe bir tepki olarak gelişti. Bir yandan Rusya’nın mutlak galibiyetinden çekinirken, öte yandan savaşın tırmanmasından endişe ediyorlar ve Avrupa’nın giderek ABD’ye bağımlı hale geldiğini görüyorlar. Tam da AB “stratejik özerklik” arayışına girmişken, Rusya’dan Kuzey Akım II hattını devreye sokmak üzereyken, Çin ile ticaret ABD’yle ticareti geçmişken tekrar ABD yörüngesine girmenin sancıları hem siyaset katında hem de entelektüel çevrelerde kendisini gösteriyor.
Bu enteresan açmazı, şu an Habermas’tan daha popüler olan bir başka düşünür, Slavoj Zizek gayet iyi özetliyor. “Ukrayna yenilirse Rus yeni emperyalizminin, yenerse Batı neoliberalizminin tahakkümüne girecek. Asıl açmazı Ukrayna halkı yaşıyor.