ÜNAL ÇEVİKÖZ
Suriye'de her şey yeniden başlıyor
2011 yılında "Arap Baharı" diye adlandırılan Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesindeki toplumsal hareketlerin Suriye'ye yansımasından itibaren son 13 yıldır Suriye Türkiye'de dış politika gündemini en çok meşgul eden konu oldu. Son üç haftadır yaşanan hızlı gelişmeler sonunda Esad rejiminin çökmesi, bölgede 70 yıllık BAAS hareketinin son bulması ve Suriye'de "muhalifler"in yönetimi ele geçirmeleri Türkiye'de "büyük zafer" olarak görüldü ve sevinç yarattı. Suriye'de rejim değişikliğini ve Esad'ın gitmesini en çok isteyen aktör Türkiye olduğundan, bu sevinci doğal karşılamak gerekir. Ancak bütün bu gelişmeler Suriye'nin istikrar ve huzura kavuşarak Türkiye için önemli bir dış politika gündem maddesi olmaktan çıkacağı anlamına gelmiyor. Aksine, Suriye belki de yıllarca, üstelik bizi öncekinden çok daha fazla meşgul edecek bir sorun olmaya aday gözüküyor. Bu düşünceye sebep olarak başlıca üç alanda yaşanabilecek gelişmeleri dikkate almakta yarar olacaktır.
İç politika
Şam'da yeni bir hükümet göreve başladı. Bu hükümetin, şimdilik, 7 yıldır İdlib'te yönetim tecrübesi edinen Suriye Kurtuluş Hükümeti unsurlarından oluştuğunun ve tamamen Heyet Tahrir Eş Şam (HTŞ) mensuplarınca desteklendiklerinin altını çizmek gerekir. Suriye'ye bakıldığında akla öncelikle bir başka BAAS rejimi ülkesi olan Irak geliyor. Dolayısıyla, Irak'ta 20 yıldır yaşanan gelişmelere benzer bir durumun Suriye'de de yaşanabileceği ileri sürülüyor. Bu konuda tartışmayı da, Irak'ta olduğu gibi federal bir yapının ve Fırat nehrinin doğusunda bir Kürt bölgesel yönetiminin ortaya çıkıp çıkmayacağının sorgulanması oluşturuyor.
Toplumsal dokusu itibariyle Suriye komşusu Irak'a oranla daha parçalı ve daha bölünmüş bir yapıya sahip. Ülkede sadece Kürtler değil, sünni çoğunluğun yanı sıra yıllardır yönetici olarak faaliyet göstermiş ve bu konumdan yararlanmış Alevi azınlık, onlarla birlikte hareket eden ve destekleyen Hristiyanlar, güneyde İsrail sınırında yaşayan Dürziler, ülkede etkin konumlara gelmiş olan Çerkezler ve hak ettikleri muameleyi pek görememiş olan Türkmenler gibi azınlıklar mevcut. Bu toplum dokusunu, despotça da olsa, bir arada tutan yapı BAAS rejimiydi. Yeni Suriye'de siyasi birliği sağlamak için sadece HTŞ unsurlarının hükümet olmaları acaba yeterli olacak mıdır? Üstelik, HTŞ'nin homojen olmadığı, Suriye Milli Ordusu (SMO) başta olmak üzere Halep, Hama, Homs ve Şam'a yönelik askeri harekatlarda başka unsurlarla da bir araya gelen bir koalisyon olduğu düşünüldüğünde, dengeli bir yönetim modeli nasıl sağlanacaktır? Örneğin, Dürziler daha şimdiden ülkenin federal bir sistemle yönetilmesini talep ettiklerini dile getirdiler. Kürtlerin henüz bu denli kuvvetli bir talepleri duyulmasa da, onların da gönüllerinde federal sistemin yattığından kimse kuşku duymuyor. Aleviler ise Lazkiye hattına sıkışmış durumdalar ve yönetimde eşitlik ve adalet bekliyorlar. Dolayısıyla, Suriye'de olası iç çatışmaları önlemek için çoğulcu bir sistemin ortaya çıkmasının doğru bir yöntem olabileceği akla geliyor. Bu mutlaka federalizm demek değildir. Yerel yönetim özerkliği ile yaratılabilecek bir çoğulculuk pek ala dengeleri sağlayabilir.
Öte yandan, ülkede düzenin sağlanmasına ve merkezi bir yönetim ile, yasama ve yargı erklerini oluşturacak bir yapının ortaya çıkmasına ihtiyaç var. Bunun için de yeni bir anayasa gerekiyor. HTŞ lideri Golani, anayasa yazımı için bir grup oluşturulacağını ve bu grubun çalışmalarına başlayacağını söylemiş. Bu grubu kim seçecektir ve grup kimlerden oluşacaktır? Yukarıda sözü edilen çoğulcu toplum yapısı açısından kapsayıcılık ve toplumun tüm unsurlarının temsili nasıl sağlanacaktır? Yine geçici hükümetin belirttiğine göre 2025 yılının Mart ayında seçimler yapılacakmış. Siyasi partiler kanunu, seçim yasası, seçmen kütüklerinin hazırlanması, kimlerin oy kullanabileceği, kimlerin aday olabileceği gibi hukuki alt yapı nasıl sağlanacaktır? Yurt dışında yaşayan Suriyelilerin oy kullanmaları nasıl düzenlenecektir? Nihayetinde, bu kadar kısa bir sürede hazırlanan anayasa ve yapılması planlanan seçimler ne kadar demokratik ve güvenilir olacaktır?
Bölgesel dengeler
Suriye'nin istikrara kavuşması bölgesel dengelerle doğrudan ilgilidir. Bu dengelerin Şam'da yönetimin el değiştirmesiyle birlikte köklü bir şekilde değiştiğini de kabul etmek gerekiyor. Değişiklik sonucu ortaya çıkan yeni konjonktürde, kısa vadede İran'ın kayba uğradığı görülüyor. 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren başlayan İsrail-Hamas savaşı ve Gazze'de yaşanan katliamlar, ardından savaşın İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan'a taşınması, bütün bu gelişmeler sırasında Suriye'de bulunan Hizbullah ve diğer İran milis güçlerinin de yıpranması sonucunda İran Suriye'den Hizbullah'ın tamamen çekildiğini açıklamak zorunda kaldı. Ancak çekilen sadece Hizbullah değil. İran, Levant bölgesinde, Akdeniz'e uzanmasına yardımcı olan tüm vekillerini kaybetmiş gözükmektedir. Dolayısıyla, İran'ın yıllardır yaptığı yatırımların getirdiği kazanımların böyle bir çırpıda kaybedilmesini hazmetmeye ne kadar hazır olacağı ileriye dönük bölge dengelerinde rol oynayacaktır. İran, şimdi sadece Irak'taki varlığı ile mi yetinecektir? Suriye ve Lübnan'da hiç bir varlığı kalmayacak şekilde bölgesel ileri savunma hatlarını geri mi çekecektir? Yoksa, İsrail ve ABD'nin önümüzdeki dönemde İran'da bir rejim değişikliğine yönelik hedef belirlemesi ihtimaline karşı tedbir alacak, iç güvenlik ve istikrarı güçlendirici, baskıcı adımlar mı atacaktır? İran yöneticilerinde Şam'da yönetim değişikliğinin perde arkasında Türkiye'nin bulunduğu düşüncesinin hakim olduğundan kimse şüphe duymuyor. Bu durum Türkiye-İran ilişkilerine ne şekilde yansıyacaktır?
Kısa vadede en kazançlı aktörün ise İsrail olduğu bellidir. İsrail bölgede kendi güvenliğine doğrudan tehdit haline gelen İran vekillerini iyice hırpalamış ve yıpratmış, Gazze ve Lübnan'da ciddi bir mıntıka temizliği yapmıştır. Böylece, asıl tehdit olarak gördüğü İran'ı satranç tahtasında oldukça zor bir durumla karşı karşıya bırakmıştır. Suriye'deki değişikliği ise taktik olarak hızla değerlendirmiş ve güvenliğini güçlendirecek önemli bir stratejik hamle ile Golan tepelerinin tamamını işgal etmiştir. Ancak Suriye'deki bu İsrail stratejisini dikkatle incelemek gerekir. Suriye'nin ordu ve mühimmat, askeri kapasite, teknik yetenekleri ve kitle imha silahlarının Şam'da ortaya çıkacak ve şimdilik dünya görüşünün ne olacağı bilinmeyen bir yönetimin eline geçmesini önleyen İsrail, sadece kısa vadede değil orta vadede de güvenliğini güçlendirecek ciddi kazanımlar elde etmiş gözüküyor. Lakin HTŞ'yi ve Şam'da belirecek yeni yönetimi "en fazla desteğe mazhar" görmeye hazırlanan Ankara ile İsrail'in artık Suriye sahasında komşu hale geldiklerini de görmezden gelemeyiz. İsrail, Şam'da belirecek islami bir yönetimin, şii olmasa dahi, bir süre sonra kendisine yönelik politikalarında nasıl bir tutum izleyeceğini dikkatle gözlemleyecektir. Savunma Bakanımız Yaşar Güler'in yeni Şam yönetimine askeri bakımdan her türlü desteği vermeye hazır olduğunu ifade etmesi, Türkiye'nin silah ve savunma sanayiine yeni bir alıcı bulduğunun işareti olarak görülebilir. Bir süre sonra, Ukrayna'ya verilen ve Rusya'ya karşı kullanılan İHA'ların ve drone'ların ileride Suriye'nin de envanterine dahil edilmesini İsrail'in nasıl karşılayacağı meçhuldür. Böyle bir gelişmenin zaten dondurulmuş durumdaki Türkiye-İsrail ilişkilerine nasıl yansıyacağı ise yeni bölge dengeleri bakımından mutlaka dikkate alınmalıdır.
Uluslararası aktörler
Arap aleminin Suriye'deki rejim ve yönetim değişikliğinden memnun olup olmadığını zaman gösterecektir. Ancak, ODKA'da yaşanan gelişmelerin ve "Arap Baharı"nın son halkasının nihayet Suriye'de de hayata geçtiğini düşünenler az değildir. Oysa Arap dünyası bu sözde bahar sezonu sonunda bölgede islami yönetimlerin iş başına gelmesinden memnun olmamıştı. Mısır'da yaşananları unutmamak gerekir. Bölgede siyasal islamın iyice zayıflamasını ve kontrol altında tutulmasını, bu görüşte olan kuruluşların terör örgütü olarak görülmesini savunan Arap ülkeleri şimdi herhalde bu sorunun karşılarına Suriye'de çıktığını düşünmektedirler. Esad yönetimini yavaş yavaş yeniden kabullenen, Arap Birliği'ne yeniden davet eden bölge ülkelerinin Suriye'de HTŞ yönetimine nasıl bakacaklarını ise bu yönetimin kendini nasıl tarif ettiği belirleyecektir
Küresel aktörlere gelince, Rusya da tıpkı İran gibi, kısa vadede kaybedenler listesinde yerini almıştır. Ancak, 1970'li yıllardan beri Yevgeni Primakov'un gergef işler gibi oluşturduğu "Ortadoğu politikası"nın bu kadar kolay silinmesini Moskova'nın hazmedeceğini düşünmek yanlış olur. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Ortadoğu politikasında gerileyen Moskova, Putin'in sabırla ve Suriye'deki gelişmeleri de hızla değerlendirerek Rusya'yı bölgeye yeniden sokmasıyla satranç tahtasında kazananlar arasına girmişti. Yıllarca yapılan yatırımların Şam'da bir çırpıda heba olmasını kabul etmek Rusya için oldukça zor olacaktır. Nitekim, daha şimdiden Tartüs, Hmeymim ve kıyı şeridindeki mevcudiyetinin devamı için Moskova'nın HTŞ ile müzakerelere başladığı duyumları alınmaktadır.
ABD'nin yeni bölge politikası ise 20 Ocak 2025'te Trump'ın yemin töreninden sonra belli olacaktır. ABD'nin politikası biraz da İsrail'in bölgedeki tasavvurlarıyla ilgilidir. Neresinden bakılırsa bakılsın, bölgede hala asıl sorun Filistin sorunudur. İsrail'in son hamleleriyle artık iki devletli bir çözümün gündemde olmadığı açıklık kazanmıştır. Şimdi önemli olan İsrail'in Gazze ve Batı Şeria için neyi hedeflediği meselesidir. İsrail iki devletli çözümü tamamen gündemden düşürmek için Gazze'yi ilhak ve Batı Şeria'yı da benzer bir akıbete zorlamak için mi çalışacaktır yoksa daha makul bir yaklaşım içinde mi olacaktır? Bu konuda ABD ne düşünmektedir ve İsrail'e nasıl bir destek verecektir? Trump iş başına geldiğinde Suriye'deki ABD mevcudiyeti tamamen son bulacak mıdır yoksa Pentagon hala Suriye'de 9000 kadar IŞİD militanının mevcut olduğunu ileri sürerek PYD/YPG ile işbirliğini sürdürmeyi mi tercih edecektir? Kuşkusuz, ABD'nin tutumu İsrail ile yakın istişareye bağlıdır.
Ankara ne yapmalı?
Suriye'de "kazananlar" arasında Türkiye'nin de bulunduğu çeşitli çevrelerde dile getirilmektedir. Kısa vadede bu yargıya katılmamak mümkün değil. Ancak ileriye dönük olarak Türkiye'nin çok dikkatli, diplomatik, Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini önemseyen, Suriye'nin çoğulcu yapısını savunan bir yaklaşım içinde bulunmaması halinde orta ve uzun vadede bu kazanımın kaybedilmesi de mümkündür. Ankara, Rusya ve İran tarafından Astana sürecine ihanet eden bir aktör olarak görülmektedir. Son gelişmelerden sonra artık Astana sürecinin sona erdiğini görmemek mümkün mü? Türkiye'nin Rusya ve İran ile ilişkilerini nasıl yapıcı bir zeminde sürdürebileceğini zaman gösterecek. Şam'da siyasal islamı tercih eden bir hükümetin arkasında Ankara'nın desteği olduğu algısının yaratılması ise Türkiye'nin orta ve uzun vadede bölgede, Arap aleminde ve uluslararası ortamda oldukça sıkıntılı bir konuma yerleştirilmesine yol açabilecektir. Bundan kaçınmak, Mısır'da yaşanan tecrübeyi unutmamak yerinde olacaktır.
Son olarak bir de tavsiyede bulunalım. Şam'da Türkiye Büyükelçiliği faaliyetine başladı. Ancak görevlendirilen geçici maslahatgüzar Türkiye'nin önceki Moritanya Büyükelçisi ve diplomasi kariyerinden gelmiyor. Bu görevlendirme, bugünün koşullarında Golani, HTŞ ve diğer siyasal islam unsurlarıyla ilişki kurulmasında yararlı bir yol olarak düşünülmüş olabilir. Suriye'nin toplum yapısı dikkate alındığında, yönetimin çoğulcu, demokratik, azınlık haklarını gözeten ve adil bir yapıya kavuşması için diplomatik tecrübeye daha çok ihtiyaç var. Dolayısıyla, Ankara'nın, vaktiyle Irak sorunsalında olduğu gibi, Suriye toplumunun tüm unsurlarıyla dengeli iletişim kurabilecek bir "Suriye Özel Temsilcisi" görevlendirmesinde yarar olacaktır. Hatta, benzer bir görevlendirmeyi ana muhalefet partisinin de yapması Türkiye'nin Suriye'nin geleceğine daha adil bir yaklaşım içinde olduğunu gösterecektir.
Ünal Çeviköz kimdir?
Ahmet Ünal Çeviköz (d. 1952, İstanbul), Emekli Büyükelçi.
Ünal Çeviköz, 1952 yılında İstanbul’da doğdu. Lise eğitimini Kadıköy Maarif Koleji’nde tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden (1974) ve Siyaset Bilimi Bölümü’nden mezun oldu (1978). Aynı yıl Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladı ve Moskova Büyükelçiliği'nde İkinci Katıp, Bregenz Başkonsolosluğu’nda Konsolos olarak görev yaptı.
Sofya Büyükelçiliği Müsteşarlığı’ndan sonra, 1989’da NATO Uluslararası Yazmanlığında göreve başladı. 1993’te Brüksel Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans derecesini aldı. NATO-Rusya Kurucu Senedi’ni hazırladı ve yeniden Dışişleri Bakanlığı’ndaki görevine döndü(1997). Balkan Dairesi Başkanı ve Kafkasya-Orta Asya Genel Müdür Yardımcısı olarak merkez görevlerini tamamladıktan sonra Türkiye’nin Azerbaycan (2001-2004) ve Irak Büyükelçisi olarak görev yaptı (2004-2006). Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak Ankara’da bulundu (2007-2010). Londra’ya Büyükelçi olarak atandı (2010). 2014 yazında bu görevini tamamlayarak Türkiye’ye döndü.
Ünal Çeviköz Uluslararası Denizcilik Örgütü 28. Dönem Genel Kurul Başkanlığı’na seçildi (2013-2015).
Meclis'te CHP İstanbul Milletvekili olarak görev yapan Ünal Çeviköz, İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca ve İtalyanca bilmektedir.